Advertisement

Geçmişe Bir Mektup

Geçmişe Bir Mektup
  • 7
    0
    0
    1
  • İnsan severek başlıyor hayata. Önce annen seviyor seni; sen de anneni severek başlıyorsun. Sonrasında ailen, mahallen, arkadaşların, öğretmenin, bir futbol takımı ve belki de Ronaldo... Marşı basmayan bir araba gibi sevdalar yaşamamın başlangıcı sana aşık olmamdaydı muhtemelen. Sana aşık olurken önce Attila İlhan'ı okudum, sonra Özdemir Asaf sonra Turgut Uyar ve Nazım Hikmet Ran... Dönüp bakınca önünde duran Cemal Süreya'nın sende olmasının sebebi her akşam eve 19'da gelmemdi. Benim aklımdan çıkaramadığım bir sevgiydi sana duyduğum. Kalbimi geçip zihnimde vurulu bir kilitti sevdan. Gözlerimdeki ışık belki de. Sonrasını biliyorsun... Sonrası duvar. Kan kili, düş kiri bir duvardı karşımda duran Ankara'da.

    Papatyaları severdin. Uzun zaman oldu ancak ne zaman aklıma gelse o temmuz sıcağında bulamadığım papatyaların yerine Sakarya'dan aldığım kasımpatıları çöpe attığım için pişmanlık duyarım. Ya da bize mendil satmak isteyen çocuktan mendil almadığım için bir şeylerin beni bu hale getirdiğinden şüphe duyarım. Üzerimden koyu yeşil ceketimi simsiyah bir rockn roll ceketiyle değiş tokuş eden sadece İstanbul muydu? Sadece Kadıköy'deki neobeat yumruğu muydu beni bu şarkılara sürükleyen sanıyorsun. Bir western halini almış aşkları hayatıma sokmamın suçlusu yalnızca ben miydim? Bir derviş sıhhatinde yaşanabilir miydi senden sonrası? Bilemem ama deniyorum.

    Seni kalbime gömdükten sonra çok rüya gördüm. Her rüyanın çıkışında sana yeniden aşık oldum. Her rüyada bir paralel evrende senin gözlerine uzun uzun bakabileceğime inandırdım kendimi. Her rüyada, senden geçtiğimi, seni sevmediğimi, seni üzdüğümü söyleyip durdun. Her rüyada aynı şekilde ağladın. Her rüyada aynı yerdeydin. Her rüyada ben, dudaklarım titreyerek baktım hep sana. Uzunca müddet İstanbul'a alışırken seni düşündüm. Beni bir şehirden bir başka şehre vazgeçiren hayale baktım uzun uzun. Rıhtım'da "Gemide" diye bir mekan vardı. Belki geldiğinde denk gelmişsindir. Salıları oraya gittim. Biraz bira içip bir şeyler yazmaya çalıştım. Romantik ve filmvari bir şair olduğumu düşleyip kasaya geldiğimde "Bugün de bir şeyler yazamadık" dedim. Güldüler. "Olur öyle" dediler. Olmadı. Yine rüya gördüm. Yine sen beni suçladın. Yine ben bir şeyleri, bir yerde bir şekilde farklı yapsaydım, her şey bambaşka olurdu dedim hep.

    "Albay" diye bir arkadaşım vardı. Kafasını şişirdim aylarca. Seni içimden söyleyerek atabilmek için nice filme, romana, şarkıya ikimizi fütursuzca kattım. Albay'a ikimizin bir film kahramanı olduğunu söyledim. Kızdı: "Romantik bir dünyaya yürürken savrulacaksın. Savrulman önemsiz. Ama benim de dengemi bozacaksın." Geçen konuştuk Ankara'da, Liman'da. Üzüldü. "O romantikten bu adama dönüşeceğini bilmezdim. Kalbin yok olmuş." dedi. "Olmadı." diyemedim. Kalbimi çok uzun zaman önce ellerine bıraktığımı o akşam yağmurda ıslanırken düşündüğümde anladım.

    Senden sonra biliyorsun dedemin ayağını kestiler. Başka bir kitapta rastladım buna da. "Kuşlar Yasına Gider" diye bir kitap. Dedem yürürken yanındaydım. Takma bacak taktıklarında ilk ben korktum düşer diye. Dedem ölür diye korkardım küçükken. Ağlardım geceleri gizlice. Bir dedem var o da ölmesin diye. Şimdiye kalan tek şey bu oldu. Seni, eskiyi, belki güzel değildir ama bence diyebileceğim kadar güzel günleri hatırlatan bir şey oldu artık dedem. 

    Ankara'dan sonra çok daha pervasız oldum. İçten içe öfke duydum dünyaya. Kandırılmış, bıktırılmış, yılmaya zorlanılmış hissettim. Seni kalbime gömüp mücadelemi dünyaya verdim. Kavga şiirleri yazmayı düşledim bu yüzden hep. Seni bir hayale oturttum. Bu hayalde yüzler farklı olsa da çocuk, genç, yaşlı... Hepsi sendin. Bir mücadele ise bu, bu mücadelenin öznesi sendin. 

    Seni çok zaman unutmaya, hayaletinle savaşmamaya çalıştım. Seni, sen olduğun için sevmekten vazgeçirmeye beni hayaletin bile ikna edemedi. Sana değil, ona kızdım. O senden bağımsız değildi biliyorum. Kabul etsem de bunu; inatla seni seven benimle beraber geçmişimizi özlüyorum. Belki çirkin belki güzel... Bir geçmişe Şişli'den, Üsküdar'dan, Kadıköy'den, Ankara'dan geçerek gelmiş bulunuyorum.

    Hayaletinle vedalaştıktan sonra nice şarkı yazdım. İki podcast kaydettim. Dedemlerle ilgilendim. Bursa'yı gezdim. Kadıköy'de kapanan yerlere bakıp iç çektim. Kalabalığa sövdüm. İnsanların arasında dolaştım. Ankara'yı gezdim. Sana kızarak gayet de sevdim Ankara'yı. "Ne de güzelmiş" dedim "Bana anlattığı Ankara böyle değildi." 

    Kitapların arasında kaldım. Düsturlar edindim. Kendimle savaştım. Yedi defa alkolü bıraktım. Sigaraya neredeyse hiç başlamadım ne olursa olsun dedim her seferinde. Koza Han'da seni aradım. İnsan incelikli hesaplara girerse kendiyle kazanamazmış. Öğrendim ve anladım.

    Bir akşam vakti mutfakta ben, çok sevdiğim bir dostum ve annem oturuyorduk. Aniden konu senden açıldı. "Gözleri, hiç kimseyi anlatırken onu anlattığı zamanki gibi parlamadı." dedi benden bahsederken annem. Gece boyu düşündüm. İçime gömdüm seni. Resmin duvarımda. Sesin kulağımda. Kimselere anlatmam artık kimselere söylemem. Ancak gözlerimden tanırlarmış seni nasıl sevdiğimi. Anladım.

    Bir roman karakteri değiliz. Bir şiir değiliz. Bir düş değiliz. Bir şarkı değiliz. Biz, hiç yazılmamış eski bir hikayeyiz. Biz, ancak birbirimiz olmazsak bir olacak bir şiirin ta kendisiyiz. Bu yüzden ne ben ne de artık sen aynı gezegende yeşerecek birer ağaç bile olamayız. Çünkü sen hayalet, ben de cesedim. Ve cesetler ölü; hayaletler başka bir zamanda diridir. Ölülerle, diriler... Konuşamaz sevgilim. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.