Memurların urgan ipten alıp yere yatırdıkları cesedin üzerini arayan çocuk, uzattığı kimliğe takiben: "İsmi K imiş. 27lerinde ya var ya yok. Bir müddettir komşuları evinden gelen müzik seslerinin yarattığı melankoliden şikayet edip polis çağırmışlar." dedi. "İnsan hiç yüksek melankoliden ötürü polise şikayette bulunur mu?" diye düşündüm
- "İyi de oğlum, gürültüyü mü şikayet etmişler yani?"
- "Yok amirim, zaten bir müddettir var olan kara bulutları onlara hatırlattığını söylemişler polislere ihbarda bulunurken. "Unutmaya çalıştığımız hangi kaybedilmiş duygu varsa hatırlatmaya çalışıyor bize." demişler. Çocuklar da kapıya gelince gülen bir suratla açmış kapıyı. Onlara, "Yeni çağın üzerlerine yıktıklarından sıyrılmanın yollarını aradığını. Ve bunu yaparken de kolektif bir kalkınma yerine kolektif bir uyanış istediğini" söylemiş. Çocuklar bunu dinlemeyip gürültü yapmamasını isteyince bozulmuş. Şarkının sesini kısmış."
Kafamı odaya gezdirdim bir şeyler bulabilirim umuduyla. Küçük bir ev. Duvarları açık gri. Şehrin ışıklarına bakan bir katta durmasına rağmen geceyle gündüzün arafında kalmış gibi. Duvarlarda yıkıntı döküntü yok. İki tablo var. Sağdaki tabloda göle başını daldırmış bir kuğu var. Tüylerinin bazıları kopmuş, kuyruğunda kan var ve boynunun bazı yerlerinde zedelenmeler var. Diğer tabloda ise karanlık bir gece tasviri var. Bir orman açıkmalığın ortasında biri oturuyor. Siyah, sırtı bakana dönük bir beden. Bağdaş kurmuş zannımca. Yukarı doğru bakıyor. Baktığı yerde dolunay var. Dolunayın etrafına yayılan ışıkların renklendirmeleri özenle yapılmış. Tablonun kenarında "Nisa" yazıyor.
İki tablonun ortasına şerit diyebileceğim bir ip asmış. İpte çeşitli fotoğraflar var. Bu yeni nesil ve çok satan fotoğraf makineler var. Pembeli, turkuvazlı renklerde satıyorlar. Muhtemelen onlardan çıkmış grup fotoğrafları. Çeşitli yerlerde çekilmiş çeşitli yaşlara sahip insanlar. Her fotoğrafta K da var. Hepsinde gülüyor. Üç dört fotoğraftakilerin ailesi olduğunu tahmin ediyorum. Kalabalık eğlenceli bir ekibe benziyorlar. Bazı fotoğraflar barda, bazıları okulda. Bir kızın eline uzanan bir el var. fotoğraftaki kızın saçları kıvırcık. Kulaklara ulaşacak şekilde sırıtmış ikisi de. Rönesans tablolarını taklit ediyorlar sanırım. Arkalarında sütunlar var. Muhtemelen Beyazıt burası. Eylemlere müdahale etmeye gittiğimde görmüştüm burayı. Gerçi her üniversitede bir havuzlu bahçe vardır. Burası da olmayabilir o yüzden. Ludwig-Maximilians'da da vardı aynısı. Karşı komşunun oğlu geldiğinde göstermişti orayı.
Odada ahşap bir çalışma masası var. Duvarda sayısı üç yüze yakın miktarda kitabın bulunduğu üç küçük kitaplık, biri akustik biri elektronik iki gitar ve bir elektronik klavye var. Çalışma masasının üzerinde fıstık yeşili bir daktilo. Üzerinde "İzzet Günay" ile "Fatma Girik'in fotoğrafı var. Daktilonun arkasına da resimler sıralanmış. Freddie Mercury, The Doors ve Jim Morrison...
Beyaz küçük bir kıyafet dolabının üzerinde klasörler duruyor. Daktilonun yanında üst üste defterler duruyor. Defterlerden bir şeyler çıkabilir umuduyla gidiyorum. O sırada, cesedi inceleyen memur yanıma gelip bir kağıt uzatıyor:
-"Cinayet gibi gözükmüyor. Bir bakmak isteyebilirsin."
Katlanmış kağıdı açıyorum. Kenarları çakmakla yakılıp eski bir kağıt imajı vermek istenmiş:
"Selamlar ben K,
Her akşam rast geldiğiniz ölüler ve diriler şehrinin bir köşesinde yalnızlığı tadarken aklı başına gelme mertebesine ulaşmış biri de diyebilirsiniz bana; ya da herkese yaptığınız gibi E-devletten kimliğim sorgulanır. Kayıtlarım çıkar. Barodan kimliğimi öğrenirsiniz. Davalarıma, hasımlarıma bakarsınız. Ufak bir incelemeyle ceza dosyalarımın müvekkillerinden veya hasımlarından sıkıntı çıkarabilecekleri mercek altına alırsınız. Etrafta size, baktığınız cesedin bir intihar olabileceğine ihtimal verebilecek bir şeye neredeyse rastlayamayacağınız için bu incelikli mektubu yazıyorum. Ayrıca kapıma gelen memurların asık suratlı depresif bir adam görmemesi de bu ihtimali güçlendirir. Yani biri beni mutlaka öldürmüştür memur beyler, diyebilirim. Ancak hayat her zaman olağan akışa göre ilerlemez. Belli kurallar kaideler, iki artı ikileri bozmak için vardır. Kurallar, kuralları çiğner. Anlatacağım. İki çocuğu, bir kızı olan adamların gecenin bu saati bunca vakit bekletmeye gönlüm el vermez.
Kaybedilmiş şeylerin olduğu bir ilişkiler yumağında sürükleniyoruz memur beyler; sevgili katip kardeşim ve amir bey. Dostlukların, tüketim çılgınlığıyla ezildiği, haykırmanın duyulmadığı, suçlunun cezasız kaldığı, daha da cesaretli olanların gözlerin içine baka baka başka canların sınırlarına tekme tokat girebildiği bir çağ. Hangi filmi açsanız; Mad Max mi? Batman mi? Anarşinin ,kural tanımamanın, arınma gecelerinin olduğu hangi filmi açarsanız açın bu döneme rastlayamazsınız. Çünkü hiç var olmamış bir şeyin acısı, unutulmuşların acısından hafiftir.
Unutulan şeylerin olduğu yerden buraya gelenler için bu yaşam, bu toplum, bu dünya artık, ya umursanmadan devam edilecek ve gözler kapanacak bir yaşam ya da intihar etmemek için gözleri hem yalandan hem de yaşamdan uzak tutacak bir hikayedir. Bazen, intihar etmemek için çok şey yaparsınız. Her insan, bu yolu seçiyor şimdilerde. Bakın etrafa, anlayacaksınız...
Ben, mutlu yüzlerin arkasından ilerlenen halatlı bir yolun altındaki uçurumdaydım son yedi senedir. İlk kurşunu atan benim, ilkini yiyen de. Başını kesen cellatım. Duygularına bir hançer olup saplanan ve ölmemek için yaşayan biriyim. Bu karanlık şehrin içinde yaşayan insanlara bir şeyler anlatabilmek, unutulan şeylerin varlığından bahsedebilmek, her şeye rağmen güzel sanılan eskiler yerine eskinin birazcık var olan güzelini bugüne hatırlatabilmek için yürüyen bir bedenim.
Benim söylediklerimle gülen, enerjisi yükselen, bir dünya dolusu şeye karşı bir dünya dolusu güç toplayabilen insanları o hale benim sözlerim getirdi. Kimse de inkar edemez bunu. Urgan ipleri çoğu boyundan ben aldım. Çoğu travma, benim ellerimde boğazı sıkılarak can verdi. Çoğu aşkın mücadelesinde taş taşımış nice mutluluğu kendimden vazgeçerek yaratmışımdır.
Nice ihanet gördüm. Nice haksızlık, nice ölüm, nice gözyaşı, nice gece ve bazı betimlemeler... Hiçbiri beni öldüremezdi. Beni öldürebilecek olan hiçbir şey halen de yok.
Şimdi soracaksınız haliyle. Neden o halde bu intihar? Cevabı inanılmaz derece basittir. Seçtiğim hayat yolunda, artık intihar etmemek için yapacağım bir şey kalmadı. Çünkü, geçen gece gelen memurlar intihar etmemek için bulduğum şeyi bana unutturdular. O günden beri hatırlayamıyordum. Bir haftadır hatırlayamayınca çok eski bir şaman atasözünü dinledim. "Hiçbir şey yapamıyorsan, hiçbir şey yapmamak en doğrusudur." Bunun ne anlama geldiğini, görüyorsunuz...
Sevgilerimle,
K."
Mektubu katlayıp delil poşetine koydum. Savcılığa gönderdik. Evden ayrılırken cesedi inceleyen çocukla çıkarken:
-"Ne şımarık insanlar var." dedi.
Yorum Bırakın