19. Yüzyılda Açık Ekonomi 1829 - 1914 (1. Bölüm)

19. Yüzyılda Açık Ekonomi 1829 - 1914 (1. Bölüm)
  • 4
    0
    0
    0
    1. SANAYİ DEVRİMİ VE SONRASI
    • Osmanlı toplumunun geleneksel ekonomik yapısı, 17. ve 18. Yüzyıllarda değişiklik geçirmeden varlığını sürdürse de 1820’li yıllardan itibaren 1. Dünya savaşına kadar geçen dönemde Ekonomi, Batı Avrupa’nın askeri, siyasal ve iktisadi gücünün kabul edilmesiyle beraber kapitalizme doğru açılmaya başlamıştır.
    • Ayanların ve balkanlardaki ulusların bağımsızlık hareketlerinin neticesinde merkezi devletin kontrol gücünü arttırma yönünde bir dizi reform uygulamasına giden Osmanlı Devleti’nin bu hamlesi, 20. Yüzyıl Türkiye’sinin toplumsal ve iktisadi kökenlerini her şeyden önce 19. yüzyıldaki dönüşümlerde, Avrupa kökenli kapitalizm ile iç yapıların karşılıklı etkileşiminde aramamıza zemin hazırlamıştır.
    • Batı Avrupa’daki gelişmeler ile başlanacak olursa, 16. yüzyıldan beri devam eden gelişmeler sonucunda kırsal alanlarda ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan ya da kentlere göç ettirilmek durumunda kalan işçilerin ortaya çıkardığı ve Sanayi Devrimi için gerekli olan önkoşullardan ilki olan ‘Mülksüzleşmiş Emekçiler Ordusu’; pamuklu tekstil sanayisine ilişkin gerçekleşen gelişmeler ve İngiltere’nin tekstil alanında yaşadığı ve ücretli işçilerin çalışmaya başladığı fabrikaların kuruluşuna ilişkin süreç 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’nin Sanayi Devrimi’ne hazır olduğuna işaret etmekteydi.
    • İngiltere ile sınırlı kalmayan Sanayi Devrimi, zamanla dünyanın geri kalan ülkelerine de sıçradı. Zaman içinde Batı Avrupa ülkeleri ucuz tarımsal mallar ve mamul mallar için pazar arayışı içinde, dikkatlerini dünyanın geri kalan bölgelerine çevirdiler.
    • Avrupalı devletlerin bu ilgisi neticesinde 3. dünya ülkeleri dediğimiz kapitalist ülkelerin çevre alanlarında kalan ülkeler ile kapitalist Avrupalı ülkeler arasında daha önce görülmemiş büyüklükte bir tarımsal – mamul mallar ticareti başladı. Bu ticaretin devamında gelen küreselleşme, sermaye ihracını beraberinde getirdi. Kapitalist Avrupalı ülkeler, yüzde kırklara varan oranlarla çevre ülkelere sermaye borcu veriyor ve bu ülkelerde liman, demiryolları gibi ticareti genişletmeye yönelik altyapı yatırımları yapıyorlardı. Ancak bu yatırımlar, birinci dünya savaşına kadar sınırlı şekilde devam etti.
    • Dış ticaretin gelişmesi ile, çevre ülkelerdeki üretim kalıpları da değişmeye başladı. Avrupa’dan ithal şekilde gelen mamul mallar karşısında, çevre alanlardaki tüccarların yerli üretim malları zayıf kaldı. Ve artık, tarımsal üretimler, yerli geçimin yerine dış pazarlara yönelik olmaya başladı.
    • Yapılan altyapı çalışmaları beraberinde kapitalist devletlerin yeraltı kaynakları ya da tarımsal kaynak bakımından zengin bölgelerinin de birbirlerine yakınlaşmasını sağlayarak ulusal anlamda da ticaret hacminin gelişmesini sağladı.
    • Çevre ülkelerin dünya ekonomisine katılımının sağlanması ve ticaret sermayesinin gelişmesinde bir önemli pay da büyük liman kentlerinde faaliyet gösteren banka evleri tarafından desteklenen yerli tüccarların, hem ihracata yönelik tarımsal meta üretimini genişletmek, hem de kapitalist ülkelerden gelen mamul ürünlerin pazara girişini kolaylaştırmak için yerli halka tarımsal krediler vermeleri oldu. Böylece, bugün gelişen ülkeler olarak adlandırılan alanlar, 19. Yüzyıl boyunca tarımda daha fazla uzmanlaşarak dünya ekonomisi içine çekildiler.
    • Sanayi Devrimi’ne kadar kişi başına gelir konusunda hızlı bir artış yaşanmayıp ilgili artış yıllık yüzde 30 civarında dolaşmasına rağmen Sanayi Devrimi sonrasında yıllık kişi başı gelirin yüzde 200 civarlarında olduğunu görebiliyoruz. 

     

    2. OSMANLI’DA REFORM

    • 19. Yüzyıl başlarından itibaren devam eden gelişmeler neticesinde Osmanlı, Batı bloğunun gerçekleştirdiği sıçrama ile karşı karşıya kaldı. 1789 Yılında Napolyon’un Mısır’ı işgal edişi bu gelişmelerin ne aşamaya gelebileceğini göstermekteydi.
    • Diğer bir sorun ise uzun zamandır savaşlarda bulunulan Rusya meselesiydi. Rusya ile 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Osmanlı, Hem Karadeniz’deki ticaret ve gemicilik tekelinden vazgeçmek, hem de Rusya’nın Osmanlı ülkesindeki Ortodoks Hristiyan nüfusun haklarını savunabileceği ilkesini kabul etmek zorunda kalmıştı.
    • Senedi-i İttifak ile iyice güçlenen ayan ve derebeyleri vergi gelirlerinin düşüşüne neden olmaktaydı. Vergi gelirlerinin artmaması Osmanlı’nın gücünü eritmekteydi.
    • Batı Avrupa ile Anadolu’ya nazaran daha fazla dış ticaret ilişkisi içerisinde olan Balkanlar’daki gayrimüslim tüccarlar güçlenmiş ve Fransız Devrimi’nden kaynaklanan düşünce akımlarının da katkısıyla, ulusçuluk hareketlerinin önderliğini yapmaya başlamışlardı. Bu hareketler neticesinde önce Sırbistan daha sonra da Yunanistan bağımsızlık kazandılar.
    • 19. Yüzyılın başında tahta geçen 2. Mahmut, bahsi geçen sorunların yanında kendinden önceki 3. Selim’in Yeniçeriler tarafından öldürülmesi olayı da bahse katılınca imparatorluğun dağılmasına neden olacak nice sorunun içerisindeydi. Bu sorunlara karşı, merkezi otoritenin güçlendirilmesi, güçlü bir askeri ordu kurulması, vergi gelirlerinin arttırılması hal çare olarak görüldü. 
    • Öte yandan Mısır’da Osmanlı’ya karşı mücadele eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı’yı bu dönemde, iki kez yenilgiye uğratacaktı.

     

    3. MERKEZİ DEVLETİN GÜÇLENİŞİ

    • 2. Mahmut, devletin içerisinde bulunduğu buhranlı ortamdaki 30 yıllık saltanatı boyunca birçok yeniliğe adım attı. Bunlardan biri, yeniçeri ocağını kapatıp yerine yeni bir ordu kurulması ve ordunun eğitilmesi için askeri okulların açılması oldu.
    • Taşrada devletin varlığını hissettirebilmek ve vergi gelirlerini arttırabilmek adına ayanların ellerinden vergi toplama yetkisi kimi yerlerde alındı. Ayanın fiili olarak denetlediği geniş toprakların bir bölümüne el konuldu. Bu topraklar, köylü üreticilere dağıtıldı. (Hourani, 1966)
    • Mali gelirlerin arttırılması amacıyla, 2500 kadar tımar, sipahilerin elinden alınarak İltizam sistemine aktarıldı; hazineye yönelen gelirlerin denetimi ve aktarılması amacıyla “Evkaf İdaresi” kuruldu. Taşrada güvenliğin arttırılması neticesinde üretimde olumlu şekilde artış yaşandı ancak bu ortam da sürüp giden savaşlar nedeniyle daha da derinleşen mali bunalıma hızlı bir çözüm getiremedi.
    • Tanzimat, 1839 yılında ilan edildiği pek çok yeniliğe kapı açtı. Bunlardan ikisi mülkiyet hakkının güçlendirilmesi ve müsadere sisteminin kaldırılmasıdır. Eşit haklar ilkesi çerçevesinde “cizye” vergisinin uygulanmasına son verilse de devlet, gayrimüslim vatandaşları askere almak istemediği için, “Bedelat-ı Askeriyye” adıyla yeni bir vergi uygulamasına geçti. Islahat ve Tanzimat fermanları ile reform girişimleri ordu ve maliye alanından bürokrasiye, eğitim, hukuk ve yargıya yayıldı ve yüzyıl boyunca sürdü.(Ortaylı, 1983; Davison, 1963; İnalcık ve Seyitdanlıoğlu, 2006)
    • Toprak sahiplerin yönelik olarak uygulanan “Angarya Sistemi” fermanlar ile kaldırılınca Balkan’daki toprak sahiplerinde diğer vergilerin de kalkacağına ilişkin bir beklenti oluştu. Bunun karşılığı olmayıp iltizam sistemi geri gelince, Balkan köylüleri 1850’lerde ulusçuluk akımının etkisiyle merkezi devlete karşı çeşitli ayaklanma ve direniş hareketlerine giriştiler.
    • Reformlar ile gelen bir diğer yenilik verginin devlet memurlarınca toplanmasıydı. Ancak devlet zamanla kendisinin siyasal ve idari olarak buna güç yetiremeyeceğini anlayınca İltizam sistemine geri dönerek vergi gelirlerini yerel unsurlarla paylaşmak zorunda kaldı.
    • Uzun vadeli bakılınca 19. Yüzyıldaki hamlelerin merkezi devletin vergi gelirlerini büyük ölçüde arttırdığı görülmektedir. 19. Yüzyıl başında vergi gelirleri imparatorluk düzeyinde ekonominin yüzde 3’ü iken; 1. Dünya savaşı öncesinde bu oran yüzde 12’yi aşıyordu. Bu artışın esas olarak nedeni, taşradaki aracıların, en önemlisi de önce ayanın, sonra da mültezimlerin payının geriletilmesi oldu.
    • Tanzimat döneminin iktisadi politikasının öncelediği hususların vergi gelirlerinin arttırılması, güçlü ir ordunun kurulması, sarayın ve kentlerin iaşesinin sağlanması olarak belirlenebilir. Nitekim 19. Yüzyılda başlatılan sanayi hamlelerinin esas amacı ordunun ve devletin gereksinimlerini karşılamaktır.
    • Osmanlı yöneticileri, el imalathanelerinin yerine 1830’lerde Avrupa’dan en son teknolojiyi kullanan makineler ithal ederek, devlet mülkiyetinde ve esas olarak ordunun, donanmanın ve sarayın taleplerini karşılamak üzere bir dizi fabrika kurdurdular.
    • Ancak kurulan bu işletmelere Avrupa’dan mühendisler, teknisyenler ve bazen işçiler dahi getirilse; üretilen malzemeler devlet tarafından alınarak rekabetten korunsa dahi, bu işletmelerin ömrü fazla uzun sürmedi. 
    • Loncalar ise, önceleri devlet tarafından önemsense de sonraları ithal mallar piyasaya girince devlet tarafından önemli bir öncelik olarak görülmedi. Ancak özellikle başkentte devletin loncalara verdiği siyasal destek il loncalar varlıklarını 20. Yüzyıla kadar koruyabildiler. (Quataert, 2006)
    • 19. Yüzyılda kent kapılarında ve limanlarda toplanan iç gümrük vergileri 1840'lara kadar artsa da bu tarihlerden sonra devletin dış borçlanmayı keşfi ile azalarak kaldırıldı. Bu da yerli üretime ve iç ticarete destek olarak kabul edilebilecek bir durum oldu. Deniz ticaretine uygulanan iç gümrük vergisi ise ancak 20. Yüzyılın başlarında kaldırıldı.

    Kaynakça:

    1- Pamuk, Şevket (2012) “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi” 12. Basım

    2- Hourani, Albert (1966) "Ottoman Reform and The Politics of Notables"

    3- Ortaylı, İlber (1983) "İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınları, İstanbul

    4- İnalcık, Halil ve Mehmet Seyitdanoğlu (Derl.) (2006), "Tazminat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu"

    5- Quataert, Donald (2006), "Tazminat Döneminde Ekonominin Temel Problemleri"


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.