“Bazen daha önemli bir şey için duygularını bir kenara bırakman gerekiyor. “
Casablanca herkesçe kabul görmüş iyi bir aşk filmi olmaktan öte insanların hüzne olan düşkünlüğünün gizlice ve ustaca işlendiği harika bir başyapıt.
İnsan neden beynini mi kalbini mi dinlemeli çıkmazında kalıyor?
Ilsa neden mantığına uyarak kalbinde olmayan biriyle evlendi? Rick neden kalbini dinlemeyerek fedakarlık yaptı?
İnsanlar olarak bizim kendimize acı çektirmemizi ve melankoliden delicesine hoşlanmamızı anlamıyorum.
Yarım kalmış aşklara, onu tekrar bulduğunda hayat şartlarından dolayı vazgeçişlere karşı beslemiş olduğumuz gizli bir hayranlık var.
Hepimiz dünya harabeye dönerken aşık olmakla uğraşmak istiyoruz, ama bizi burada asıl mutlu eden şey harabeye dönmüş dünyada aşk yaşamak ya da daha doğrusu yaşayamamak.
Çünkü beyinlerimiz entrikaların ve dramaların hayranı.
Kalplerimiz ne kadar mutlu olmak, aşık olmak istese de hepimiz mantıklarımızın kölesi oluyoruz ve bundan haz duyuyoruz.
Beyinlerimiz bir şeye sahip olmak istemiyor, onun hayaliyle yaşamak istiyor.
Filmde de bu son sahnede çok güzel bir şekilde vurgulanmış. “Paris hep bizim olacak.”
Paris’i yeniden yaşamak yerine, Paris anıları tercih ediliyor.
Şartlar ne olursa olsun onu yanında isteyen kalp unutuluyor ve beyin devreye girerek ayrılıklar yaşanıyor.
Beyin cesur değil.
Hayallerin kimseye bir zararı dokunamaz ama sonunu bilmediği ve “seni seviyorum”la başlayan bir hikayenin içine girmek onu çok geriyor ve hüzne aşık olmaya itiyor.
Bu itilmişliğin acısını da hem kendi hayatında yaşamak istiyor hem de filmlerde görmek istiyor. Casablanca’nın da hepimizce başyapıt kabul edilmesinin asıl sebebi bu, çünkü duygular ve mantık çıkmazı iki farklı insan üstünden güzelce aktarılıyor.
Peki bir insana ailesi hissettirip her şekilde yanında kalacabilceğini onun seçtiği ailesi olduğunu söyleyip de onu bırakıp gitmek için bir yazın var mı?