Küpe

Küpe
  • 3
    0
    0
    0
  • Kulübenin camlarına gümbür gümbür vurup palmiye yapraklarını sağa sola savurarak yıkayan hırçın yagmur, öfkesini, yaşanmışlığını kustu ve çekti kendini geriye. Yerini çekingen güneşe bıraktı. Etrafta dinginlik, sükunet hakim. Toprak , ferahladığından mütevellit halinden memnun. Gökyüzü açıyor rengini, sulu boyaya su katarcasına . Araya karışan bazı renkler var, nedendir bilinmez. Koca gökyüzüne garezi varmış da ikiye ayırmak istermişçesine çekilmiş bir bant gibi asılı havada. Değiştirmek istemiş, renk katmaya gelmiş ama çok da maymun iştahlı; kaybolur gider birazdan. Gitmeden önce bize bıraktığı bir hediye var. Toprağa, palmiyeye ve bana. Çemberinin altında ufak bir sandık. Sandık denizin ortasında. Kural koymuş: Tekneye binip saçlarında rüzgarı, kollarında sıcağı, içinde huzuru hissetmeden ulaşamazsın bu sandığa. Tamam dedim bindim. Yol boyunca denizi, güneşi tabi bir de kendisinin asil renklerini izledim. Rüzgarı saçımda, yüzümde ve tenimde hissettim. Sıcağı içime çektim, huzuru da heybeme ekleyip yanımda götürmeye niyetlendim. Sanırım geçtim görevi ki uzakta bir toprak parçası göründü göze. Bir de kendini bu adaya vurmuş, teçhizatı kırık dökük harabe küçük bir gemi. Önce dikkat kesilmedim ona, adanın her tarafını kazdım, toprağın dibine inercesine aradım deli gibi. Ne sandık vardı burada ne bir kaya parçası. Umudu kesmiş, gökkuşağına sitem ederken bir parlaklık takıldı gözüme ve gemiye çevirdim hedefimi. Oradaydı sandığım. Kırık tahtalar ve ayna parçaları arasına saklıyordu kendini. Merakla ve yavaşça açtım kapağı. Bir çift parlak, kocaman taşlı mor küpe göz bebeklerimin içinde resmoldu. Güzelliğinden göz kamaştırmış, başımı döndürmüştü. Belki fazla bir özelliği yoktu, yalnız güzel, göze hitap eden bir küpeydi. Hayır, kalbe de hitap ediyordu. Üzerimde bıraktığı tuhaf tesiri sarhoşluk yaratır gibiydi. Baktığımda hissettiğim şey, geçmişle şu an arasında mistik bir bağ kurmuş olmanın heyecanıydı. Kim bilir hangi hayatı taşıyordu bu küpe, tarihin şahit olduğu neleri görmüştü, hafızasında neleri yaşatıyordu? Geçmişin yükünü, acının intikamını. Hangi kadının kulaklarında sallanmıştı gece boyu bir baloda? Hangi boyunlara değmiş, hangi kalbin ritmini dinlemişti? Hangi kadının korkusu, hangi kadının nidasi? Mor rengi miydi bana bunları düşündürten aslında?
    “Mor acılı ve hüzünlü bir kalbin rengidir” diyor Nazan Bekiroğlu.
    “Koyusu, şiddet ve çürüme. Kaderin rengi olması bu çürümenin ürpertisinden, ölümün rengi olması bu yüzden. Mor hayat. Mor ölüm. Mor hayal. Mor gerçek. Mor masumiyet. Mor cesaret.”
    Mor muydu bu küpeye hislerini veren?
    Mor, bu küpede kaderin rengi miydi? Ölümden geri kalanın rengi mi ,yaşayan bir hayatın kaybettiği miydi?
    Nereden, kimden gelmişti bu küpe ve nereye gidecekti?
    Peki ya sevgili gökkuşağı?
    Bana ne anlatmak istemişti?


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.