6 sezonu 6 günde bitirecek kadar -bu günde 10 saate tekabül ediyor- -ve evet hayatsızım- sürükleyici ve underrated dizi. neden bu diziyi bu kadar sevdim inanın hiçbir fikrim yok ama instagram'da htgawm fc sayfası açacak kadar beğendim. artık bundan sonrası spoiler'e giriyor, yok ben görmedim, bilmiyorum demeyin. üzülürüm.
oldukça uzun bir dizi analizi olacak, baştan söyleyeyim. diziyi karakterleri değerlendirerek anlatacağım. şakira kemerlerinizi takın, uçuyoruz!!!
annalise keating eğer gerçek bir karakter olsaydı yakınları "anlatılmaz, yaşanır." cümlesiyle tanıtırlardı onu. inanılmaz manipülatif bir kadın. bence sam ile olan birlikteliği zaten içinde var olan bu narsist ve manipülatif kişiliği gün yüzüne çıkardı. çok zor şeylerle mücadele etmiş. bence annalise'in en büyük sorunu suçu yardım ve yataklık olmasına rağmen tüm suçu üstüne alıp k5'ı koruyup kollayıp özür dilemesiydi. elini kana bulamamış birkaç karakterden biriydi aslında. sorumluluk üstlendikçe üstüne gidildi ve bu bir döngü haline geldi. öğrencileri asla sorumluluk kabul etmiyordu, zaten yaşadığı onca zorluktan sonra bunlar da tuzu biberi oldu. çok çok iyi işlenmiş bir karakter, bunun üstesinden gelen violas davis'i ayakta alkışlamak gerek. cidden müthiş oynamış yahu!
dizide "dünya, hassas kalpliler için cehennemdir." cümlesini connor walsh için kurabilirim. birinci sınıfta aslında sınıfın en iyilerinden olan bu karakter sam'in ölümünden sonra yavaş yavaş içe çekildiğine hatta hukuk okumayı bırakacak raddeye gelmesine neden olan vicdan muhasebesine tanıklık ediyoruz. gerçekten de oliver, onun da dediği gibi bu süreçte yanında olduğu için büyük bir şans. k5'ın en masumu ve en az elini kana bulayanı olmasına rağmen şartlı tahliye teklifini reddedip hapse girmeyi tercih ediyor ve bu süreçte oliver'ı özgür kılmak için boşanmak istemesi de diğer karakterlere oranla açık ara aslında ne kadar hassas, duygusal ve duyarlı bir karakter olduğunu gözler önüne seriyor.
favori karakterimin biricik kocası oliver hampton ise kendi deyimiyle saf ancak yaşadıkları olaylar sonucunda onun connor'a kıyasla baş etme mekanizması daha kuvvetli bence. aslında connor ciddi bir depresyon yaşıyor ve bu karakteri daha yakından tanımak isterdim asla çok yakışıklı, seksi, ponçik olmasından ötürü değil. öhöm, ne diyorduk? hah, oliver (gülücük, gülücük) sezon ilerledikçe oliver diziye daha fazla dahil oluyor ve ben bu durumdan çok memnum kalıyorum. yalnız 3. sezonda oliver'ın yalnız kalma mazareti sonucu connor'u terk edip thomas ile flörtleşmesi benim bile canımı acıttı. ne yani oliver, thomas hiv+ olduğunu öğrendiğinde ilişkiyi devam ettirseydi onunla mı sevgili olacaktın? (buraya bir kahrolma emojisi) hem de playboy efendiyi sadık, aşık birine dönüştürdükten sonra! (iki kahrolma emojisi) ve son olarak connor hapse girdiği süre boyunca umarım humper'da erkeklerle flörtleşip sevişmemişsindir!!!! ne, ben kim miyim? evet, connor'un avukatı ve ilişki terapisti (kıpsss ;))))ah, keşke.
geldik laurel castillo'ya. wes'ten sonra ısınamadığım ikinci karakter. michaela yanında kimse olmadan literally tırnaklarını kazıyıp bu yerlere gelmesine rağmen laurel onun gibi mızmız değil. hatun çözüm odaklı, ha genelde bu çözümler bayaa bir problemli oluyor ama öyle bir ailenin bir ferdi olarak kabul edilebilir çözümler diyebiliriz. yarım yamalak iş yapmaktan nefret eden mükemmelliyetçi karakterimiz bana göre laurel'dı. buna michaela diyebilirsiniz ama neden onun olmadığını birazdan anlatacağım. biliyorum çok heyecanlısınız, azıcık sabredin.
michaela pratt, çabalamayı seven ama götü sıkışınca anında suçu başkasına atan tipler olur ya, bunu da süslü sözlerle bastırmaya çalışırlar. hah işte bu michaela. asla mükemmelliyetçi değil çünkü sorumluluk üstlenmeyen, burnu havada, eleştiriye tahammül edemeyen bir karakter. kendisinden hiç hazzetmediğim için kısa kesiyorum. ayrıca connor tutuklanınca oliver'ın michaela'ya dönüp "senin hapse girmen gerekirdi." dediği sahnede gözümden bir damla yaş yanağıma doğru yol almaya başlamıştı bile. ardından bir "hıccckkk" sesi ve ağlama. hıçkırarak ağlama. gözümün nuru, göz bebeğim (hayır internette göz ile ilgili kelime öbekleri aratmadım. element uydurmayın, evet götünüzden.) hapse girdi neticede. nasıl ağlamayacaktım? favori çiftimin coliver olduğunu söylememe gerek yok herhalde zira deminden beri ikisini de övmekten klavyedeki harfleri karıştırmaya başladım. coliver 4 eva!!!!!!!!
asher millstone, bir sırrınızın yayılmasını istiyorsanız bu lavuğa gidip söyleyebilirsiniz. her şeyi içinde yaşayan bir karakter, babası intihar ettiğinde de michaela onu aldattığında da çok iyi üstesinden geldiğini düşünüyorum. mesela connor öyle değil. herifin ne hissettiği anında yüzünden anlaşılıyor. bu arada muhbirin asher çıkmasına şaşırdım, beklemiyordum. onun da kendine göre gerekçeleri vardı da çocuk fbi uğruna güme gitti ya la. ama nedense ölmesine pek üzülmedim, galiba çok yakın bulamadım kendimi ona karşı. peki ya connor ölseydi? büyük ihtimalle hüngür hüngür ağlardım. ne? konu şu an connor değil mi? asher'dan mı bahsediyordum? evet, tamam, doğru, ıhım.
wes gibbins de tıpkı laurel gibi problemli çözümler sunan biri. laurel ile sevgili olmasına şaşmamalı. tencere kapak. onun da ölmesine üzülmedim bu arada. bence oldukça toksik bir karakterdi. son olarak s3b6'da connor'un wes'e "seni norman bates gibi onun kıyafetlerini giyip peruk takmış bir halde bulurum sanıyordum." dediği sahnede çok güldüm, zekice bir göz kırpmaydı.
gabriel maddox hakkında diyecek pek bir sözüm yok. kesinlikle daha fazla sahnesi olması gerektiğine inanıyorum. karakterini ele alabileceğim kadar detaylı değildi. istesem zeki demirkubuz filmlerine yapılan analizlerde olduğu gibi laf kalabalığı olsun diye götümden analiz kasabilirdim ama zaten ne ben bir sinefilim ne de siz, ne de siz, ne se diz, evet, bulamadım cümlenin devamını.
geldik frank delfino'ya. yoksa keating mi deseydim? inanılmaz cringe oldum, frank'in sam ve hannah'ın oğlu olduğunu öğrendiğimiz sahnede. böyle bir şeye gerek var mıydı bilemedim. yani madem son sezon patlatalım bir sürü sürpriz denilmiş gibiydi. matruşka bebek mi lan bu? aklıma gelmişken frank - laurel birlikteliğini seyrederken hatunların efendi adam yerine piç tercihi başlığı geldi aklıma. her neyse, sevdikleri için çok fedakar sevmediklerine karşı inanılmaz zalim bir karakter, oldukça sadık. bonnie'ye yeterli değeri vermediği kanaatindeyim.
bonnie winterbottom, kadına bakınca içiniz acıyor, içinden beni sevin haykırışlarını duyuyorsunuz resmen. küçüklüğünden itibaren istismara uğramış, neredeyse hayatındaki herkesin istismarına maruz kalmış. annalise'den gördüğü psikolojik şiddete rağmen bu kadar sadık oluşu sevilmeye ve onaylanmaya ihtiyacı olduğundan. frank'e olan bağlılığı ve sevgiyi son bölümde vurulmasına rağmen fark etmeyip frank'le ilgilenip o öldükten sonra acıyı hissetmesinden anlıyoruz zaten. film eleştirmeni değilim demiş miydim?
nate lahey, bu karakter herhalde annalise'den sonra en karışık ve dizideki tüm karakterlerin bir kere de olsa söylediği replik "messed up"un karşılığı. annalise'e öylesine aşık ki ona attığı tüm kazıklara rağmen ona yardım etti, ne diyebilirim ki? bence tam bir salak. izbandut gibi herifsin, elini sallasan bini. ne bu annalise takıntısı be güzel abim? ah, benim güzel abim, kaslı abim, seksi abim, a-abi demeyeyim iyisi mi. lazım olur belki ;)))))
Yorum Bırakın