Advertisement Tracker

8 Milyar İnsanı Çağır

8 Milyar İnsanı Çağır
  • 1
    0
    0
    0
  • Gece 00: 29. memleketin en meşhur caddelerinin birinde yürüyorum. Bu saatlerde cadde; torbacılara, hayat kadınlarına, toplumun dışladığı ve sevmediği insanlara kalır. Elimde sigaram var. Sanki sırtımda etten bir pranga ile bağlanmış bir ceset var! İşte o ceset benim hayatım! Nereye gitsem taşıyorum bu cesedi. Bu cesedi taşımaktan yorgunum, başım öne eğik ve sırtımda bir kambur var. Bu yüzden ağır hareket ediyorum. Bana ait olan tek şey hüzünüm. Bu hüzün simsiyah bir hüzün. Bu hüzün güneşi bile söndürür. Kim böyle biri olmak ister ki? Bu kadar hüzünlü, bu kadar mutsuz, bu kadar isteksiz… Bu koskoca dünya bir insan hurdalığı...

    Yürürken sendeliyorum, küfürler ediyorum. Küfür öfkenin mareşalidir. Cinayet ise öfkenin ütopyasıdır! Henüz öfkenin ütopyasına ulaşacak kadar cesur değilim. Köşede duran bir hayat kadını gördüm. Yaklaştım ve sordum. 

    “Adın ne?”

    “Çilek”

    İstemsizce gülümsedim.

    “Kaç para istiyorsun?”

    200 lira bana vereceksin. 100 lira da otele vereceksin.”

    “Olur.”

    Çilek önde ben arkada otele doğru yürüdük. Oteldeki adam bu duruma çoktan alışmıştı. Umursamadı bile. Odaya çıkıp seviştik. 

     

    Yataktan çıkıp bir sigara yaktım. Boş boş duvara bakıyordum. Elini omzuma koydu. “Neyin var?” diye sordu. Şaşırmıştım! Ben “neyin var?” diye merak edilecek kadar değerli miydim? Hayır! Ben beş para etmezin biriydim! “Bir şeyim yok her zaman ki halim” dedim. Otelden ayrıldım. Bir çorbacıya gittim. Bol sarımsaklı bir işkembe çorbası içtim. Odama gidip uyudum. Sabah berbat bir durumdaydım. Baş ağrısı, mide bulantısı çekiyordum. Akşama kadar odadan çıkmadım. Otel sahibinin eski arabasını alıp, yine o meşhur caddeye gittim.

    Saat: 01: 38. Yavaşça caddede ilerlerken yine Çilek’i gördüm. Korna çalıp yanıma çağırdım. Hemen arabaya bindi. Bu sefer otele gitmedik. Manzarası güzel olan bir yere çektik arabayı. Arabadan çıkıp toprağın üstüne oturduk. Işıl ışıldı her yer. Şehirde bir beton istilası vardı. Çilek şalını sırtına aldı.

    “Yine düşüncelere daldın” dedi Çilek.

    “Her zaman ki halim.”

    Sen başka bir cevap bilmez misin?”

    “Bilmem!”

    “Çıkamayacağın düşüncelere dalma! Ne düşünüyorsun böyle kara kara?”

    “Sık sık intiharı düşünürüm. Yaşamaktan daha cazip gelir intihar düşüncesi. Bu hayattan o kadar umudum, o kadar beklentim yok ki bütün planlarım ölümden sonrası için. Ölürsem huzuru bulur muyum?”

    “Senin derdin ne biliyor musun yalnızlık. Bundan bir an önce kurtulman lazım.”

    Yalnızlık bir mevsim değildir Çilek. Bir yerde başlayan, bir yerde biten. Yalnızlık her iki dünyada da ölmeyen bir ruhtur…”

    “İnsan paylaşmayı bilmeli paylaşamazsa taşıyamadığı yüklerin altında yok olur gider. Yükünü benimle paylaş olmaz mı?”

    “Sen benim yalnızlığımı tek başına taşıyamazsın!”

    “Tamam taşıyamam! Ne yapmamı istersin?”

    “8 milyar insanı çağır!”

     

    Çilek cevap vermedi bana. Yüzüme baktı sadece. Dayanamayıp sordum.

    “Sadece iki defa gördüğün bir adamın neden yalnızlığı neden paylaşmak istiyorsun?”

    “Bilmem değişik bir adama benziyorsun. Aynı zamanda çaresiz. Çaresizlik bizim gerçek kimliğimiz.”

    “İşte Çilek bu kimliğimizi unutturmak için bizi öyle bir köleleştirdiler ki intihar etmeyi bile düşünemiyoruz!”

    “Sana bir şey sormak istiyorum. Sen çok mu kitap okuyorsun?”

    Çilek beni yine güldürmüştü.

    “Şu dünyada, şu hayatta gerçek, saf bir sevgi olsaydı, belki sanata bile ihtiyaç duyulmayacaktı.”

    Sonrasında hiç konuşmadık. Sadece manzaraya bakarak sigara içtik. Birden Çilek şalını omzuma örttü. Gözlerimden yaşlar aktı istemsizce. Çilek de ağladı benimle. Ne kadar açtık saf, temiz gerçek bir sevgiye!

    Eski bir şal yeter miydi bu kadar bir büyük duygusal açlığı bastırmaya…

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.