Varlık ve Yabancılaşma: Kaybolan Ruhun Hikayesi

Varlık ve Yabancılaşma: Kaybolan Ruhun Hikayesi
  • 0
    0
    0
    0
  •   Elime kalem ve kağıdımı aldım, çünkü var olmak için başka ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. “Sen istediğin kadar yaz, var olamazsın.” esprisini de yapalım.

       Bir süredir kendimde değildim. Kendimi hatırlamak için şu an bunları yazıyorum. Sanki ruhum tüm dünyayı dolaşmış da artık bir hevesi yokmuş gibi hissediyorum. Hatta bazen ruhum, kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir yerden çıkmış, dünyayı dolaşmış ama sonra nerden çıktığını kendi de unutmuş gibi bir kaybolmuşluk ve hevessizlik var. Bazılarına göre bir rakamdan ibaretim, bazılarına göre bir piyon veya oyuncaktan farkım yok. Peki, ben bazılarının objektifinden mi var oluyorum? Tabii ki hayır, ama bazılarının yarattığı şimdiki dünyada yaşıyorum. Yani evet, aslında onların objektifi de beni biraz var ediyor. Ben bir insanım ve şu an her şeye sırt çevirip doğada kendini sürdürebilen küçük bir ekosistem yaratacak iradem yok. Sizler gibi bu dünyada nefes alıyorum. Nefes almakta bir sıkıntım yok, ama her şeye bu pencereden bakmam beni ölümünü bekleyen bir canlıya dönüştürdü. Şu andan keyif almam gerektiğini ben de biliyorum. Yediğim yemekteki baharatları hissetmeye çalışmayı, ateşin sıcaklığını, kışın soğukluğunu… Ölmeyi beklediğim için bunlar artık bana bir görev gibi geliyor. Kafamın nasıl çalıştığını size göstereyim:

    Ajandam Bugün

    Kahve iç ve yapman gerekenleri aklına gelmiyormuş gibi taklit et
    Güneş ışığına bak ve günün güzelliğine kendini ikna etmeye çalış
    Şu anda kal

      Bunlar dahi benim için bir görev, çünkü mükemmel hayat işte böyle sağlanır ve evet, hiçbir şey mükemmel değildir. Anlayacağınız, nasıl yaşamam gerektiğini bile bilmiyorum. Kant’ın keskin sınırları beni kesiyor, ama bir yandan da Kierkegaard’a göre bu yaralar duruma göre iyi, duruma göre kötü. Yeni yetkinlikler edinerek hayatın tadını almaya çalışıyorum, ama ne yol ne de yolun sonu beni tatmin ediyor. Bazen insan, beyaz çarşaf giymek, zeytin toplamak, Dionysos’a tapmak, agorada Sokrates’e bakıp “Bu deli ne diyor?” demek istiyor; Beytü’l Hikme’yi ilk defa gören bir gezgin olmak istiyor ya da bozkırlarda dolaşan atalarını görmek istiyor ama kesinlikle herkesin “Yazılım öğren.” Diyebildiği bir dünyada olmak istemiyor. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bu yorucu yazıyı okuyarak bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.