Son

Son
  • 0
    0
    0
    1
  •    Yine sıradan bir gün de, yine aynı kafe de ve yine aynı masanın etrafını çevirmiş olan üç kişilik yalnızlığın üyeleri arasında hiddetli bir tartışma sürüyordu. Bu tür tartışmaların sıklığı can sıkıcı derecede artmış haldeydi. Bir anlamı yoktu, sonuca varılamıyordu. Kara her zamanki gibi kimseyi dinlemez, Çakal ve Hoca bir şeyler anlatırken kendi kafasında bir sonraki cümlesini tasarlardı. Bencil ve empati yeteneği zayıftı. Diğer yandan Çakal gerçek bir tartışma uzmanıydı. Üçlünün dışından masaya katılan herhangi biri Çakal'ı tanımadığı için, O'nun manipülasyonlarına ve demagoji yeteneğine aldanırdı. Çakal ile tartışmak imkansıza yakındı, asla haksızlığını kabul etmez ve yaptığı ile söylediği her konu üzerinde rekabet etmeye çalışırdı. Diğer yandan Hoca bu tarz tartışmalardan kaçınırdı. Kendi halinde birkaç kelime eder, çayını ve sigarasını ritimli bir şekilde yudumlardı. Tartışma ona sektiği halde kafasının içinde belki de müzik çalmaya başlardı, sanki başka dünyalara giderdi. Her ne olursa olsun, gün sonunda bu üçlü yine de sıkı dost olarak kalıyordu. Gruba zamanla farklı kişiler de dahil oluyordu, ancak onlar bu yakınlıkta yer edinemiyorlardı. Geleceğe dair planlar yapılıyordu bazen, çoğunlukla karamsar bir havada birbirlerine fikirler danışıyorlardı. Birbirlerinden hiç ayrılmadan yapabilecekleri bir plan olmalıydı, ancak bulunamıyordu. Herkes yakında kendi yolunu çizmek üzereydi. Gezme ve eğlenme zamanları çoktan geçmişti, hayatın gerçekleri yüzlerine tokat gibi çarpmaya başlamıştı. Yılların getirdiği yorgunluk tepelerine biniyordu ve hayatın monotonluğu üzerlerine sinmişti. Farklı şeyler istiyorlardı elbet, farklı şeyler yapacak güçleri olmamasına rağmen.
     Bugün diğer günlerden farklı olarak (tabii ki aynı kafe de buluşulmuştu) masaya sessizlik hakimdi. Yıllardır bir arada olan dostların ayrılık vakti gelmişti. Kara üniversiteden mezun olmuş ve ülke şartlarına karşı olan memnuniyetsizliğinden ötürü Almanya' da çalışmak için kolları sıvamıştı. Diğer yandan Çakal aklı karışık bir biçimde ne istediğini tam da bilmeden birkaç durumu planlamaya çalışıyordu. Hoca'nın planıysa uzun zamandır aklındaydı. Hoca asker olmak istiyordu, üniversiteden o da mezundu elbet, ancak bu durum bir şeyi değiştirmeyecekti. Askerlik statüsü dışarıdaki herhangi bir işten çok daha üstündü. Kararlar verilmiş ve vedalar edilmişti. Birbirlerinden habersiz üç kardeş ayrı yollarda şanslarını deneyeceklerdi.


    Kara'nın Yolu
       Kara uzun boylu, güçlü ve karizmatik biriydi. Rahat yaşamayı seven, içen ve bolca eğlenen bir yapısı vardı. Planı olan Almanya'da çalışmak ise ona pahalıya mal olacaktı. Uçaktan ilk inişinde onu eski bir arkadaşı karşıladı. Boğuk bir hava ve yabancı bir memlekette gözüne pek bir şey takılmadı. Soğuk beklediğinden daha çetindi. Hızlıca şehir üstünden geçilen yollardan göründüğü kadarıyla tanıtıldı. Kara önemsemiyordu, O'nun aklı kazanacağı paradaydı. Arkadaşının evine girdiler ve dışarının soğuğundan bir çay eşliğinde kurtuldular. Kara yorgundu ve henüz yeni iniş yapmasına rağmen içinde buruk bir özlem oluşmuştu bile. Kara'nın kalacağı yer ve çalışacağı iş binbir tersliğe rağmen bir şekilde ayarlanabilmişti. İşe yalnız gidiyor ve yalnız dönüp, yine yalnız şekilde uyuyordu. Bodrum katında ve dört duvar arasında içindeki burukluk ile baş başaydı. Arada bir de olsa aklında kalkıp aniden geriye dönmek olsa da, Kara dirençli çıkmıştı. O'nu bekleyen kız arkadaşının gözyaşları ilerde ona sunacağı yaşamın yanında önemsiz kalırdı. Çok uzun bir süre iş ve ev arasında mekik dokudu. Kenara da fena olmayan bir para atmıştı. Alın teri ile kazandığı paranın hesabını yapan bazı lüzumsuz tanıdıkları da vardı elbette. Yalnızlıkla tek başına başa çıkabilme kabiliyetine erişmişti bu süreçte. Çok sık olmasa da dışarıya çıkıp birkaç barı ziyaret etmişti. Eskiye nazaran çok içemiyordu Kara. Belki de hayat O'nu bu denli hiç zorlamamıştı bu kadar vakit. Yılbaşı yaklaşmıştı ve markete gidip sigara almak ve işe gitmek dışında dışarıya çıkmamıştı. Yalnız da olsa dışarı çıkacaktı bugün. Kapıdan kafasını çıkardığı anda yüzüne esen rüzgar şehrin kasvetini hissettirmişti. Her zaman karanlık ve soğuk olan bu memleketten nefret ediyordu. Sokakta yürürken insanlara göz gezdiriyordu. İnsanlar da şehrin yerlileri olacaklar ki aynı soğukluk suratlarından okunuyordu. Bir sigara yaktı ve yürümeye devam etti. Önüne çıkan bir markete biraz ısınmak için girdi. Raflara bakınırken oldukça uygun bir fiyata gördüğü şef bıçağını gözüne kestirdi, evinde yalnızca kör bir meyve bıçağı olduğunu hatırladı ve bıçağı aldı. Marketten çıkıp bir sigara daha yaktı ve yürümeye devam etti. Görünüşü ilgi çekmiş olacak ki ileride sırtında ''POLIZEI'' yazan iki kişi Kara'yı yanına çağırdılar. Türklüğü başına bela açmak üzereyken polisler telsizlerinden bir şeyler mırıldanıldığını duydu ve Kara'yı saldılar. Ucuz atlatmıştı, almanca bilmeyen bir yabancının cebinde bıçakla dolaşmasına izin verilmezdi ve kendini açıklayamayacağından emindi. Sigarasından son dumanı aldı ve yağan kar ile birlikte kartpostallara benzeyen parka girdi. Parkta küçük bir göl ve üzerinde küçük bir köprü vardı. Bu köprünün üzerinde duran bir kaç kişi gördü, sesler yükseliyordu. Köprüdekilerden birinin çığlık attığını duydu. Bu üç kişiden biri kadındı ve belli ki zor durumdaydı. Başına bela alacağını düşünüp dönüp geri gitmek istese de içindeki doğruyu yapma isteği daha ağır basıyordu. Ağır adımlarla köprüye ilerledi ve yüz yüze gelindi. İki adam kadını gasp etmeye uğraşıyorlardı. Konuştuklarından hiçbir şey anlamayan Kara onlara kadını bırakmalarını söylemeye çalıştı. Adamlar kızmış olacaklar ki Kara'nın üzerine çullandılar. İki kişi Kara'nın üzerine çıkıp ona vurmaya başladılar. İyice kapanıp kendini koruyan Kara bir anlık hamleyle cebindeki bıçağa uzandı. Üzerinde tepinen adamın kalbine bıçağı sapladı. Çevre sessizliğe büründü. Yalnızca bıçaktan eline akan kanın sıcaklığını hissediyordu. Diğer adam durumu gördüğünde çoktan uzaklaşmıştı ve Kara'nın, bıçaklayarak öldürdüğü adamın, kurtarmaya çalıştığı kadınla evli olduğunu öğrenmesi çok uzun sürmeyecekti. Günün sonu karakolda sonlandı ve kadın Kara'dan şikayetçi olmuştu. Derdini anlatabileceği kimseler yanında yoktu. Bir başına hapishaneye gönderilmek üzere beklerken mahkeme salonunun zeminine bakıyordu. Karar verildi ve Kara sonuna doğru yürüyordu.


    Çakal'ın Yolu
       Kara'dan gelen kötü haberi duyduğunda çoktan Bulgaristan'a ulaşmıştı. Aslında yıllarca Bulgaristan'a ziyaret amaçlı çok kez gitmişti, ancak bu kez her şey çok daha farklı geliyordu. Bu kez hayatını kurmaya ve geleceğinin temelini ilk kez atmak için buraya gelmişti. Çakal neyse ki yalnız değildi. Yakından tanıdığı Musti ona yol ve yordam gösterebilirdi. Çalışacağı iş henüz belli değildi, ancak aldığı duyumlara göre yakında işçi alımı yapılacaktı. Bu nedenle bir süre işsiz olacağından Musti ona arkadaşlık edecekti. Musti'nin evindeki boş odaya eşyalarını yerleştirdi. Hiç beklemeden eğlenmek için kendilerini dışarıya attılar. Çakal hayatı boyunca gezip tozmaktan fazlasıyla hoşnuttu. Sorumluluklar onu teğet geçiyordu. Küçük eğlencelerden hep nasibini almıştı. Cebindeki para içmeye veya kumara giderdi. Gün içinde hiçbir şey yapmasa bile en azından günün maçlarına kupon yapardı. Hayatını riskler üzerine kurmuştu. Emin olmadığı işlere atılabiliyor, küçük de olsa umut vaadeden her şeyi kovalıyordu.Diğer yandan Musti'nin ortamı oldukça genişti, tanıdığı çoktu. Çakal'la birlikte kulüplere ve barlara gitmeye başladılar. İçkiler su gibi içiliyordu, bununla beraber farklı şeyler de deneniyordu bu kulüplerde. Çakal bu tür şeylere oldukça meraklıydı. Henüz yaşamamış olduğu her türlü eğlenceyi yaşamak istiyordu. Pervasızdı. Birkaç hafta boyunca buraya neden geldiğini unutacağı kadar sarhoş olmuştu. Memleketteyken bu denli sarhoş olduğunu hatırlayamıyordu. Zamanla kendini iyice salmış ve buraya ne için geldiğini bile unutmuştu. Musti ile birlikte kulüplere gidiyorlar, yiyip içiyor ve eve tanımadıkları kızlarla dönüyorlardı. Çakal buraya gelirken yanına aldığı yüklü miktarda paranın yakın zamanda biteceğinden bihaberdi. Sonraki günlerde fabrikadan işçi ilanı haberi Musti'ye ulaştı. Çakal isteksizce gidip iş görüşmesine katılmayı kabul etti. Tam o anda akşamdan kalmalığı geçmeye başlamışken gece yaşadığı bir şey aklında bir anda yer edindi. Kulüpte eğlendiği ve sonrasında yatağına davet ettiği kadın ile olan konuşma kafasında canlanmıştı. Kadın ona birlikte olmamaları gerektiğini söylüyordu, ancak Çakal eğlenmenin dibine vuruyor ve hiç bir şeyi umursamıyordu. Oysa biraz olsun kendini durdurabilseydi kadının Hiv+ olduğu bilgisini kendi ağzından duyabilirdi. Elini alnına sertçe vurdu ve kahretsin diyerek bağırdı. Eğlencenin dozunu fazlasıyla kaçırmıştı.


    Hoca'nın Yolu
       Hoca'nın askerlik sınıflandırması açıklanmış ve rütbeli olarak askerliğini yapıyordu. Geçen bir kaç aydan sonra Hatay'ı avucunun içi gibi öğrenmişti. Rütbeli olmaktan oldukça memnundu ancak bunun gerektirdiği sorumluluklar da oldukça fazlaydı. Kendi halinde olduğu zamanlar en çok kitap okumaya ve bazen de birkaç cümle karalamaya vakit ayırırdı. Dostlarına ve ailesine zaman zaman mektuplar yazardı. Ara sıra da onları kendi kendine okurdu. Kimseye zorluk çıkarmaz, genellikle diğer askerler tarafından sevilirdi. Hoca kendini yalnız hissetmeye başladığında yatağına uzanır ve geçmişten bir kaç anının içine girerdi. Hafızası pek kuvvetli olmasa da O'nu bu yalnızlığından bir süreliğine kurtarıyordu bu düşler. İçinde ki özlemi bastırması gerekiyordu. Koca tabur da anlaşamadığı yalnız bir kişi vardı. Hoca ile aynı rütbe de olan Feyyo tam bir kalın kafalıydı. Tartışma çıkarmaya bayılan ve kaostan zevk alan bir tipti. Zaman zaman Hoca'nın başına dert açmak için planlar yapardı. Kısa zamanda yükselmiş olması göze çarpıyordu elbet ve Hoca'ya sınırda tutulması gereken bir nöbet görevi verilmesi gecikmedi. Bu nöbet görevinin ardında elbette Feyyo vardı. Burada hava her zaman sıcaktı, insanı mayıştıran ve uykusunu getiren bir hava vardı. Birlikte nöbet tuttuğu devresi ile laflayarak vakit geçirdiler, zira burada zaman durmuş gibiydi. Hoca ailesinden ve geleceğinde ki boşluğu nasıl doldurmak istediğinden bahsediyordu. Birini sevebilirdi belki ve şanslıysa o kişi de O'nu severdi. Çok şey istemezdi Hoca, elindekiyle yetinirdi. Bir zamanlar çok aşık olduğu kişiden lafı açmışken sessizlik ufak bir cızırtı ile bozuldu. Bu cızırtı uzaklardan gelen bir kanas kurşununun sesiydi ve Hoca'nın sol gözünden içeri girmişti. Hoca oracıkta yığılıp kaldı.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.