Osmanlı Devleti'nin duraklama döneminin son yüzyılında farkına vardığı "Aslında ben geriye gidiyorum, batı öne geçti" realitesi; "Ben en büyüğüyüm" tezini çürütmüştür. Toprak ve vergi sisteminin bozulması, ordu içinde başıboşluk ve disiplinsizlikler, darbeler buna bağlı olarak savaşlarda alınan yenilgiler ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti, bu zorlukları aşmak amacıyla Batı’nın önerdiği birçok yeniliği benimsemek zorunda bırakılmıştır. Can havliyle yapılmaya çalışılan bu yenilikler uzun vadede yeterli olmayıp tam aksine çoğu olumsuzluğu beraberinde getirmiştir.
Yozlaşmış; şatafatın, lüksün ve en önemlisi şehzade annelerinin ve liyakatsiz vezirlerin hüküm sürdüğü, Sancak sistemi gibi sistemlerin bozulduğu, buna bağlı olarak tamamen despot bir yapıya bürünen sarayın; kendi yapısını sorgulaması, sorunu kendinde araması ve bu soruna çözümler bulmaya odaklanması gerekirken, kendisi hariç herkesi kabahatli görmesi durumu daha da kötü bir hale getirmiş ve bu durumu yanlış politikalarla (?) topluma da aksettirmeye başarmıstır.
Askeri ve Bilimsel alanda yapılması gereken bu politikalar, kültürel ve siyasal alanda uygulanmaya çalışılmış ve deyim yerindeyse devletin kökü dinamitlenmiştir. Ordunun yapısı yeniden düzenlenmeye, ilim ve bilim adamları yetiştirilmeye muhtaçken, tamamen yanlış bir istikamete son sürat yol alınmış sorun, kültürde ve sosyal hayatta aranmıştır. Bir -öğrenilmiş çaresizlik- masalı uydurulmuş ve devletin genlerinde yer edinmiş olan "Ben Müslüman bir devletim bir cihana bedelim" motivasyonu, yerini; "Ben geri kalmış bir bir devletim, Batı benden çok çok ileride" anlayışına bırakmıştır
Devletin bu politikalar dahlinde batıya okumaları ve kendilerini ilmi olarak yetiştirmeleri için gönderdiği "JÖN TÜRKLER" su bulmuş çöl bedevileri gibi dünyevi zevklere hücum etmiş, İslam düşmanlığıni ve Avrupa'nın varoş sokaklarındaki barlardan almış oldukları mahalle arası kültürü, Çağdaşlık ve Aydınlık şeklinde özümsemiş ve bunu 600 yıllık cihanşümul bir devlete, kökü kıtalar aşan bir çınara da Yenilik diye dayatmışlardır. Hususen planlı olarak edebi çevrede toplaşan İslam ve halk düşmanı bu kesim, okuryazar oranın rekor bir seviyede olduğu toplumu bu silahla vurmaya çalışmışlardır. Bu sözüm ona aydınlar, Batı'nın kalemşörlüğünü yapmış onların yaz dediklerini yazmışlardır. Zehir saçan iğneli ve imgeli kalemleriyle toplumu zehirleme görevini canhıraş bir şekilde yerine getirmeye calışmışlardır.
Yeni Osmanlı Grubu adı altında ortaya çıkmış bir zümre ve kötü niyetli olduklarından şüphe edilmeyecek Ali Suavi ve Abdullah Cevdet gibi bir takım siyasal insanlar türemiş ve devletin en zirvesinde Yenilik hezayanlarını hayata geçirmişlerdir. Bu çalışmalar yüzde yüze yakın bir başarı sağlamış ve ne yazık ki geride toplumuyla kavgalı bir devlet ve devleti ile kavgalı bir toplum bırakmıştır. Devlet bu durumlar ve bu durumların beraberinde getirdiği ezici mağlubiyetler, ekonomik hayatın yıkılışı, Askeri olarak iflas ve devletin ayakta durmasını sağlayacak olan değerlerin ortadan kaldırılmasıyla tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almıştır.
Batının eliyle devşirilen bu aydınların benimsemiş oldukları bu politikalar Yeni devletin kurulduğu ilk zamanlarda da etkisini fazlasıyla sürdürmüştür. Müslüman bir milletin topyekün Kurtuluş savaşıyla inşa etmiş olduğu bu yeni devlet, bu aydınların eliyle yine aynı hataları yapmış, toplumun ve halkın sesine kulak vereceğine Batı'nın açmış olduğu yolda ilerlemiş, aydınlığı Batı'nın Güneşin de aramış ve ne yazık ki halkına bu noktada eziyetler etmiştir. Savaşta omuz omuza topyekun berabere beraber savaşılan Batı devletlerine sırt dönmek yerine kendisiyle beraber savaşan insanlara sırt dönülmüştür. Kültürün ve sosyal hayatın kökünü oluşturan ibadethaneler kapatılmış, toplumun dili yasaklanmış, alfabesi batıya endekslenmiş, manevi hayatın kalesi olan tekke ve zaviyelerin kapısına kilit vurulmuştur. Küresel çapta müslümanları yeniden bir bayrak altında bir araya getirebilecek Hilafet makamı, yine yenilik hezeyanları altında rafa kaldırılmıştır.
Yakın tarih boyunca düşmanlığını üzerimizden esirgememis olan yunanlılar baş tacı edilmiş, şapkaları halen anayasamızda yer alan kanunlarla güvence altına alınmış ve toplumun kafasına giydirilmeye çalışılmıştır itiraz edenlerin ise kafasına ilmik geçirilmiştir.( Bknz. İskilipli Atıf)
Ülkenin kurucu değeri olan Müslüman halk, her yönden saldırıya uğramış değerlerini yaşamalarına bile fırsat verilmemiş, 600 yıldır kendi elleriyle elde etmiş oldukları bütün kazanımları askıya alınmış ötekileştirilmiş ve yobazlaştırılmıştır. Bu perspektif edebi ve siyasal alanda etkinliğini sürdürdüğü gibi televizyon ve sinema alanındaki ilerlemelerle beraber oraya da taşınmıştır. Halkın en mahrem hakları güldürü konusu yapılmış, sert ve ağır imgelere maruz bırakılmıştır. Çağdaşlık ve aydınlık ölçüt olarak içki içmeye, şehvet duymaya kısacası dinin bütün kabullerine muhalefet etmeye endekslenmiştir bu tutumlardan beri olan, bunun dışında olan insanlar ötekileştirilmiş ve mahalle baskısına maruz bırakılmıştır.
Sözün hülasası bu politikalar günümüze değin, ilerleme ve çağdaşlaşma konusunda etkisini hiçbir zaman gösterememiştir. Küresel ölçekte Orta sınıf düzeyde bulunan bir ülke konumundayız. Yanlış tutumları , politikaları ve hataları kabul etmek ve buna önlem almak yerine, "Din bizi geride bıraktı" anlayışı halen etkisini sürdürmektedır. 90 Küsur yıldır rafa kaldırılmış Dini anlayışın günümüzde meydana gelen başarısızlıklara kılıf olarak uydurulması, ne yazık ki olayı kargaları bile güldürecek bu noktaya taşımıştır!
Vesselam....
Yorum Bırakın