LEGAL TERÖRİZMİN ANATOMİSİ: israil

LEGAL TERÖRİZMİN ANATOMİSİ: israil
  • 1
    0
    0
    1

  • Siyonizm’in Kanlı Mirası: İsrail’in Ortadoğu’yu Kaosa Sürükleyen Fitne, Fesat ve İnsanlık Suçları

    Ortadoğu, binlerce yıldır medeniyetlerin doğduğu, peygamberlerin geçtiği, tarih boyunca nice halklara ev sahipliği yapmış kutsal bir coğrafyadır. Ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren bu topraklar, Siyonizm ve emperyalizmim karanlık gölgesi altında kan ve gözyaşının hâkim olduğu bir alana dönüşmüştür. 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlayan bu zifiri karanlık süreç, sadece bir devletin doğuşu değil, aynı zamanda fitne, fesat ve sistematik insanlık suçlarının da kurumsallaşmasıdır. ABD’nin kesintisiz desteğiyle palazlanan İsrail, bugün Ortadoğu'da akan her damla kanda parmağı olan bir aktöre dönüşmüştür. Bu yazımda Siyonist ideolojinin kökenlerinden günümüze uzanan kanlı izlerini ve İsrail’in bölgeyi nasıl bir uçuruma sürüklediğini ortaya koymaya çalışacağım

    Siyonizm: Sömürgeciliğin Yahudi Maskesi

    Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında Theodor Herzl’in öncülüğünde, Yahudiler için bir ulus-devlet kurma fikri olarak doğdu. Ancak bu düşünce, kısa sürede Batılı emperyalist projelere entegre oldu ve Filistin’in Yahudileştirilmesi hedefiyle somutlaştı. Tarihçi Ilan Pappé, Siyonizm’i “konvansiyonel olmayan bir sömürgecilik” olarak tanımlar. Britanya’nın Balfour Deklarasyonu’yla bu ideolojiyi desteklemesi, Filistin halkı için felaketin habercisi olmuştur.

    Nur Masalha’nın Expulsion of the Palestinians adlı eserinde vurguladığı üzere, 1882-1948 yılları arasında Siyonist hareketin temel stratejilerinden biri “transfer” yani Filistinlilerin sistematik tehciri olmuştur. Bu tehcir, bir halkı yerinden etmekle kalmamış, tarihten silmeye yönelik adımlarla pekiştirilmiştir.

    Siyonizmin en büyük suçu, halkların tarihsel acılarını istismar ederek yeni acılar üretmesidir. “Vaad edilmiş toprak” söylemi, bir halkın yaşama hakkını elinden almanın bahanesi haline gelmiş, sonuçta hem Filistinliler hem de tüm bölge halkları için kalıcı bir tehdit doğmuştur.



    1948: Nakba ve Etnik Temizliğin Kurumsallaşması

    14 Mayıs 1948, İsrail’in kuruluş günü olarak kutlanırken, Filistinliler için “Nakba” yani Felaket’in başladığı tarihtir. 750.000'den fazla Filistinli, evlerinden sürülerek mülteci kamplarına mahkûm edilmiş; köyleri yakılmış, kadın, çocuk, yaşlı demeden siviller katledilmiştir. Deir Yassin’deki vahşet gibi onlarca katliam, bu süreçte yaşanmıştır.

    BBC’nin 2024 tarihli analizine göre, Nakba sadece bir sürgün değil, “sömürgecilik, işgal ve sistematik askeri baskı”nın başlangıcıdır. Bu süreç, Filistin halkının varlığını inkâr eden ve uluslararası hukuku hiçe sayan bir apartheid rejiminin zeminini oluşturmuştur.


    Gazze: Açık Hava Hapishanesinde Kıyım

    Gazze, bugün insanlık tarihinin tanıklık ettiği en trajik dramların yaşandığı bir coğrafyaya dönüşmüştür. 2007'den bu yana İsrail’in kara, hava ve deniz ablukası altında yaşayan 2 milyondan fazla insan, temel yaşam haklarından yoksundur. İsrail'in 2008’de başlattığı “Dökme Kurşun”, 2014’teki “Koruyucu Hat” ve özellikle 7 Ekim 2023 sonrası saldırıları, soykırım boyutuna ulaşmıştır.

    Birleşmiş Milletler’in 2024 tarihli raporuna göre, Gazze’deki bombardımanlar “sistematik insan hakları ihlallerinin bir örneği” olarak tanımlanmaktadır. İsrail, hastaneleri, okulları, camileri, mülteci kamplarını acımasızca hedef almış, savaşın kurallarını ve insanlık vicdanını ayaklar altına almıştır.


    Lübnan ve Yemen: Bölgesel Terörün Ayak İzleri

    İsrail’in bölgesel yıkım politikası sadece Filistin’le sınırlı kalmamıştır. 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail, Sabra ve Şatila kamplarında gerçekleştirdiği katliamla binlerce sivili hunharca katletmiştir. 2006 Lübnan Savaşı’nda da altyapı hedef alınmış, siviller ağır kayıplar vermiştir. 2024’te Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a düzenlenen suikast, İsrail’in direniş önderlerine yönelik yok etme politikasının son örneğidir.

    Yemen’de ise Husilerin, Gazze’deki vahşete misilleme olarak Kızıldeniz’de İsrail bağlantılı gemileri hedef alması, İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı gelişen tepkinin yansımasıdır. Ancak İsrail, bu tepkilere karşılık Yemen’e hava saldırıları düzenleyerek sivilleri hedef almaktan geri durmamıştır.


    İran: Siyonist Emperyalizmin Yeni Hedefi

    13 Haziran 2025’te başlayan terör saldirilari, İsrail’in İran’a yönelik geniş çaplı saldırılarının adıdır. Nükleer program bahanesiyle gerçekleştirilen bu saldırılar, İran’ın askeri üslerini, bilim insanlarını ve altyapısını hedef almıştır. Ancak asıl hedef, bölgedeki direniş eksenini zayıflatmak ve Amerika’nın bölge üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etmektir.

    Bu saldırılar, Siyonizmin yalnızca savunma değil, saldırgan yayılmacılığın da doktrini olduğunu açıkça göstermektedir.


    Amerika: Suç Ortaklığının Mimarlarından

    İsrail’in işlediği her suçun arkasında ABD vardır. Washington yönetimi, İsrail’e her yıl milyarlarca dolarlık askeri yardım sağlamakta, BM’deki vetolarıyla onu uluslararası hukuktan korumaktadır. ABD’nin bu koşulsuz desteği olmasa, İsrail’in saldırganlığı bu ölçüde pervasızlaşamazdı.


    Kanlı Sicil: Tarihten Günümüze Siyonist Vahşet

    İsrail’in kanlı sicili, Filistin’le sınırlı değildir. Sabra ve Şatila katliamları (1982), İran’da bilim insanlarına yönelik suikastler ve Yemen’deki sivil ölümler, Siyonist ideolojinin saldırgan doğasının örnekleridir. Tarihçi Tom Segev, A State at Any Cost adlı eserinde David Ben-Gurion’un Filistinlilere yönelik “etnik temizlik” politikalarını detaylandırırken, bu mirasın Netanyahu’nun elinde nasıl katliama dönüştüğünü de ortaya koyar.


    Sonuç: Adaletsizliğe Karşı Direniş, Sessizliğe Karşı Umut

    İsrail’in Siyonist politikaları, Ortadoğu’yu kana bulamaya devam ediyor. Gazze’deki kıyımlar, Lübnan ve Yemen’e yönelik saldırılar, İran’a karşı yürütülen savaş stratejileri ve Amerika’nın desteğiyle yürütülen bu küresel zulüm; insanlık için kara bir lekedir.

    Ancak bu karanlık tabloya rağmen, Filistinli çocukların taşla tanklara direnişi, Hizbullah’ın kararlı duruşu, İran’ın boyun eğmeyen tavrı, bize hâlâ umudun ve adaletin namlunun ucunda dahi olsa varolduğunu fısıldıyor ve yine bu bağlamda Edward Said’in dediği gibi: “Adalet olmadan barış olmaz.”
    İnsanlık, artık sessiz kalmamalı. Bu kanlı mirasa dur demenin zamanı çoktan gelmiştir.
    Dün Gazze, Lübnan, Hemen
    Bugün; İran
    Yarın sıra kimde dersiniz!!!!
    ---
    MUSAB ENES ASLAN
    HAZİRAN 2025



    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.