“Türkiye’nin ‘En İyi Uluslararası Film Oscar’ adayı Zeki Demirkubuz’un yönetmenliğini yaptığı Hayat adlı filmi oldu. Gelin hep birlikte filmi inceleyelim.
Büyük kısmı Sinop’un bir kasabasında geçen hikâyenin başında; mahcup bir babanın nişan hediyelerini erkek tarafına geri vererek utancını ifade edişiyle birtakım hoşnutsuzluklar yaşandığı sezdirilir seyirciye. Biraz sonra öğreniriz ki filmin esas oğlanı, Rıza ile evlendirilmek istenen Hicran haber vermeden nişanı bozup İstanbul’a kaçmıştır. Bunun utancını devralan baba kızının peşine düşerek cezasını ödetmek, intikamını almak ister. Tepkisinin aşırı olduğunu, kızı için böyle şeyler söylememesi gerektiğini tembihleyen oğlan tarafının, Rıza’nın dedesinin sağduyulu ve yersiz gururlardan uzak biri olduğunu görürüz. Rıza anne ve babasız büyümüş ve dedesiyle büyüdüğünden onun sağduyulu ve rasyonel kişiliğini miras almış gibidir. İlk etapta ılımlı bir tutumda olup ve umursamaz gibi görünse de bir süre sonra hepi topu iki kere gördüğü nişanlısının kendisiyle konuşmadan kaçıp gitmesine içerlenir ve onunla yüzleşmek amacıyla peşinden İstanbul’a gider. Aylar sonra, bir takım rastlantılar ve bağlantılar sonucu, Hicran’ın eskort olarak çalıştığını ve birlikte yaşadığı genci bulan Rıza, çocuğu hiç düşünmeden vurur. Bunun sonucunda hapse girer ve Hicran “Baba” evine geri döner. Babası, uyguladığı psikolojik ve fiziksel şiddetle onu affetmediğini gösterir ve Hicran aile evinde nefes alamadan yaşamaya çalışır. Hem kendisinin hem de ailesinin rahat etmesi için Hicran’ı emekli, medeni bir öğretmen olan Orhan‘la evlendirmek isterler. Orhan kültürlü, medeni bir koca profili çizse de kuruntular ve kıskançlıkların pençesinden kurtulamayan öz güveni düşük sayılabilecek bir adamdır. Aşırı düşünmeye meyillidir, bitmek bilmeyen düşüncelerinde ve monologlarda yitip gittiğini görürüz. Hicran‘dan kendisini sevmesini, iyi bir ilişki kurmalarını ister fakat Hicran ona karşı bir şeyler hissetmez ve kendini kapatır. Ayrılırlar, Hicran yeniden baba evine döner.
...
Filmin başlarında, Rıza’nın görmüş olduğu rüyayı, Orhan’la ayrıldıktan sonra Hicran’ın da görmesi ve bu rüyalarda yaşananlar epey ilgi çekicidir. Bu rüyalar pek çok şekilde yorumlanabileceği gibi yalnızca dramatik bir etki için yazılmış olabilir. Bir taraftan da iki gencin öylesine buluşturulmadığını, dahası birbirlerinin kaderi olduğunu sezdirirler izleyiciye. Susayan gençlerin susadığı şey sevgidir, her insan gibi, su -sevgi- mevcuttur ötekinde. Gelgelelim bardağı gözlerinin önünde olsa dahi bir türlü bulamazlar, bardak da kendilerini temsil etmektedir belki. Sevgiyi iletecek araç olarak düşünülebilir gençler. Sonunda bardağı -birbirlerini- bulurlar, bu kez de -yanlış adımlarla- suyu taşırırlar. Nihayet suyu -sevgiyi- getirirler talep edene. Lakin bu kez de o duymaz. Kendi dünyasına, karmaşasına dalıp gitmiştir.
...
Hicran, annesine rüyasında Rıza’yı gördüğünü anlatır ve ondan Rıza’nın hapisten çıkmış olduğunu ve kendisiyle görüşmek istediğini öğrenir. Kastamonu’ya taşınmadan son kez Hicran‘la görüşmek isteyen Rıza, Hicran’la nihayet yüzleşir. Hayatını mahvettiği için af diler Hicran’dan. Ve kendisini gerçekten sevdiğini söyler. Hicran bu yüzleşmeden sonra bir çözülme yaşar, katıla katıla ağladığını ve ilk kez duygularını yansıttığını görürüz. Bir bayram sabahı misafir oluruz Hicran ve Rıza’nın sıcak yuvalarına. Hicran Rıza’yla annesinden gördüğü gibi elini öperek bayramlaşmak ister. Rıza reddederek dudaklarından öper onu. Benzer çevrenin ürünü olsa da mesafeli, güç kullanan biri değildir Rıza. Kendi babasından çok farklıdır. Belki de Hicran’ı korkutan şey buydu en başında, annesinin kaderini yaşamak. Fakat ilişkilerinin ailesininkine benzemeyeceğinin, daha farklı olacağının bir işareti gibidir bu sahne.
...
Rıza’nın yalnızca iki kere gördüğü bir kız için bilmediği bir şehirde oradan oraya koşuşturmasının, birini öldürüp kendi düzenini alt üst etmesinin nedenlerini sorgulamak Hicran’ın ketumluğunu, hayatını değiştirmek istediği halde sadece mekanları değiştirmesini, seçimlerini sorgulamak kadar yersizdir. Hayat böyledir, bazı şeyler nedensizdir. Hicran’ın nihayetinde annesinden ve çevresinden gördüğü gibi yaşadığından, seçimlerinden tamamen sorumlu olduğundan veya olmadığından söz edilebilir. Rıza ise aşktan gözü kör olmuştur ya da bizzat o sıkıcı; iş-ev düzeninden, her gün oturmaktan sıkıldığı kahvaltı masasından, amaçsız gezintilerden ibaret düzenini bozmak, yeni bir hayatı tanımak için ortak olmuştur Hicran’ın kaçışına. Gururu yalnızca bir bahanedir kaçış için. Bu seçimlerin nedenleri olmaması, yalnızca kaderin bir uzantısı olmaları dahil tüm ihtimaller olasıdır. Demirkubuz, söyleşilerinde nedensizliğin de bir cevap olduğundan çok kez bahsetmiştir. Lakin filmi irdeleyince iki ana karakterin de gerçekliklerinden kaçtığını; bunun sonucunda toplum, devlet, aile gibi kurumlarca cezalandırıldıklarını; bu deneyimlerle gelişip bir nevi dize geldiklerini ve birlikte çok farklı olmasa da daha cazip bir düzen kurduklarını görüyoruz. Öyle ki iki genç de birbirinin düzenini bozuyor, bu sayede hayatı farklı şekilde tecrübe etmek durumunda kalıyor, ve birlikte bozdukları düzenlerine -aile evine- benzeyen, aşkı da içinde barındıran bir hayat kuruyorlar. Kaderci bir anlatının baskın olduğu Hayat‘ta, Demirkubuz filmlerinde pek rastlamadığımız final duygusunu da yüzeysel olarak hissediyoruz. Hicran ve Rıza’nın birbirini sevmeleri ve aile kurmaları mutlu bir son sayılabilir pekâlâ. Halbuki, Hicran’ın kendi başına var olabileceği ve seçimleri yüzünden cezalandırılmadığı ve Rıza’nın sağduyulu davranıp hayatına devam ettiği bir gerçeklikteki belirsiz bir sonu “sonsuza dek mutlu yaşadılar” tadındaki masalsı sona tercih ederdik şüphesiz.
Yorum Bırakın