Türkiye Tarihinde Anayasa Uğruna Verilen Mücadeleler

Türkiye Tarihinde Anayasa Uğruna Verilen Mücadeleler
  • 2
    0
    0
    0
  • İÇİNDEKİLER

    1. Giriş: Anayasanın Yüceliği ve Dokunulmazlığı
    2. Osmanlı Döneminde Anayasal Mücadele: Meşrutiyetin İlanı ve Resneli Niyazi
    3. İttihat ve Terakki’nin Anayasa İçin Verdiği Mücadele
    4. Namık Kemal ve Anayasanın Düşünsel Temeli
    5. Ziya Gökalp ve Türkçülüğün Anayasal Etkisi
    6. Cumhuriyetin İlanı ve Ulusal Egemenlik
    7. Anayasanın İlk Dört Maddesi: Dokunulmazlık ve Güncel Tartışmalar

     

    1- Giriş: Anayasanın Yüceliği ve Dokunulmazlığı

     

    Anayasalar, bir devletin sağlam temellere oturmasının ve toplumsal kurallarının işlerliğinin denetlenmesinin sağlanması için en önemli metin niteliği taşımaktadırlar. Devletlerin kültürel ve milli hafızalarının damıtılması ile oluşan anayasalar; normlar hiyerarşisinin en üst noktasında yer alarak hiyerarşinin altında yer alan diğer normların dayanağının belirtilmesine ve bu sayede çeşitli organlar (Örneğin Anayasa Mahkemesi) vasıtasıyla bu dayanak nokta baz alınarak normların denetiminin gerçekleştirilmesine temel oluşturmaktadırlar.

    Ülkelerin milli hafızaları ve tarihsel olayları ile gelişen dünyada yer alan hak ve özgürlüklere de anayasa içerisinde yer verilerek hem toplumun hem de toplumu oluşturan bireyin hak ve özgürlüklerinin anayasal güvence altında bulunması sağlanmaktadır. Anayasalar, hak ve özgürlüklere yer vermekle kalmayarak bir toplumun yapıtaşını oluşturan kurumları, devletin temel niteliklerini, o toplumu oluşturan ilkeleri de barındırarak adeta bir ülkenin sağlam temeller üzerine oturtulmasında birincil öneme haiz metinlerdir. Hülasa, hem bir devletin varlığını sürdürmesi hem de ilgili toplumun yaşama şartlarının düzenlenmesi anayasalar ile gerçekleşir.

    Türk milleti ise zorlu ve sancılı mücadeleler ile geçen yıllarında anayasal düzenin önemini idrak etmiş ve bir büyük cihan harbinin sonunda yeni bir devlet düzeni ile egemenliğini kazanmış bir millettir. Türkiye’nin anayasal düzeni, sadece bir hukuk normu olarak karşımıza çıkmayarak bunun yanında bahsi geçen zorlu süreçler neticesinde devleti ve toplumu bir arada tutan Türk milletinin iradesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasının ilk dört maddesinin dokunulmazlığı Türkiye’nin devlet yapısının korunması noktasında hayati bir öneme sahiptir.

     

     

    2- Osmanlı Döneminde Anayasal Mücadele: Meşrutiyetin İlanı ve Resneli Niyazi

     

    1789 Yılı Fransız İhtilali, beraberinde eşitlik, özgürlük ve adalete ilişkin güçlü fikirler getirdi. Osmanlı aydın kesimi ve reform yanlısı devlet adamları da elbette bu fikirlerden fazlasıyla etkilenmiş durumdaydılar. Fransız Devrimi, bireylerin monarşiler karşısındaki haklarının savunulması ekseninde anayasal düzene ilişkin talebin yaratılmasında önemli bir etki sahibi oldu. Bu düşünceler ise birçok kıtada toprağı bulunan ve çok farklı milletten vatandaşa sahip olan Osmanlı Devleti için insan haklarına dayalı bir sistemin ayak seslerinin duyulmasını sağladı.

    Bu sürecin yanında 18. Yüzyılın sonlarına doğru başlamış olan Endüstri Devrimi, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada güç dengelerini önemli ölçüde değiştirmek üzereydi. Sanayi üretimindeki artış ve teknolojik gelişmeler Batılı devletlerin Osmanlı pazarları üzerindeki hakimiyetini arttırarak Osmanlı ekonomisinin daha da zayıflamasına neden oldu. Osmanlı Devleti ise bunun karşılığında ekonomik zayıflığını telafi edebilmek için gümrük tarifelerinde düzenlemelere, ticaretin serbestleşmesine ve vergi sisteminin yenilenmesi gibi hamlelere gitti. Avrupa’daki büyük değişime ayak uydurmaya çalışan Osmanlı Devleti, değişiyordu.

    19. Yüzyılda Avrupa’da anayasal monarşi sistemlerinin yaygınlaşması ile Osmanlı Devleti hukuk anlayışının değişmesini sağlayan reform hareketlerine gebe bir noktaya geldi. Fransız Medeni Kanunu (Code Civil), Avusturya ve Prusya’daki anayasal düzenlemeler, Osmanlı’nın kurmayı amaçladığı modern hukuk sistemi arayışlarını önemli ölçüde etkiledi.

    Avrupa’nın birey hakları ve anayasal sistemler ile yaşadığı devrim süreçlerinin sonunda Osmanlı Devleti’nde anayasal hareketler, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başladı.

    Tabii bu noktada bir parantez açılarak belirtilmesi gerekir ki; Osmanlı tarihindeki anayasal sürecin İngiliz Magna Carta’sına benzetilen “Sened-i İttifak” ile de başladığı tarihçiler ve anayasa hukukçuları tarafından savunulmaktadır. Bu noktada Sened-i İttifak’ın, ikitidarın sınırlandırılması -Ne var ki ilgili sınırlandırmanın dönemin padişahı 2. Mahmut tarafından bir süre için kabul edilir gibi gözükse de sonrasında güç eline geçtiğinde Sened-i İttifak’ı ortadan kaldırmaya yönelik hareket etmesi sayılmazsa- açısından önemli bir noktada yer aldığını ancak Niyazi Berkes’in “İttifak Senedi Ölü Doğmuş Bir Belge” ifadesi ile de görüleceği üzere kağıt üzerinde kalması anayasal sürecin başlaması noktasında cılız bir yer edindiği göstermektedir.

    Sened-i İttifak’ın devamında ve Avrupa’daki gelişmelerin sonucunda 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin amaçladığı modernleşme ve batılı devletlerle olan yarışta ayakta kalabilme çabalarının ilk büyük adımlarından biri oldu. Ekonomisi bozulmuş olan ve Avrupa’daki devrim hareketlerinden etkilenen Osmanlı’nın güçlü kalabilmesi adına  ilgili ferman ile padişahın keyfi yetkileri sınırlandırılmaya çalışılmış ve Osmanlı vatandaşlarının mal, can ve namus güvenliği garanti altına alınmıştır.

    Tanzimat Fermanı sonrasında gelen 1856 yılındaki Islahat Fermanı ise özellikle gayrimüslim vatandaşlara haklar tanımış; Osmanlı’nın batılı devletler ile ilişkilerini olumlu şekilde etkilemeye yönelik olarak düzenlenmiştir. Ne var ki; ilgili fermanlara ilişkin düzen bir anayasal düzenden ziyade padişahın iradesine bağlı bir düzen içermekteydi.

    Anayasa kavramı ise Osmanlı’da ilk defa Kanun-i Esasi ile sahneye çıkmıştır. 1876 yılı I. Meşrutiyet döneminde ilan edilen Kanun-ı Esasi, Osmanlı Devleti’nde parlamenter sistemin başlamasını sağlayan bir düzenlemeydi. Ancak padişahın yetkilerini büyük ölçüde korumakta olan bu anayasa, kısa bir süre sonra tıpkı II. Mahmut dönemindeki gibi II. Abdülhamid tarafından askıya alındı. Padişaha karşı vatandaşların haklarının korunması için anayasal düzenin geri gelmesi ve 1878 yılında kapatılan Osmanlı Mebusan Meclisi’nin açılmasına yönelik olarak Jön Türkler ve anayasa yanlısı genç aydınlar tarafından kuvvetli bir talep oluştu.

     1908’de Jön Türkler anayasal düzenin geri getirilmesine yönelik ciddi bir halk desteği elde etti. Bu bağlamda Resneli Niyazi gibi Jön Türkler, anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi için silahlı direnişe geçtiler. Resneli Niyazi öncülüğünde Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan direniş, anayasanın, padişah karşısında vatandaşın korunması bakımından nasıl bir sembol hale denk düştüğünü bizlere göstermektedir. Jön Türklerin, anayasal düzen, halkın egemenliği noktasında kilit isimlerinden biri haline gelen Resneli Niyazi’nin başlattığı direniş, II. Abdülhamid’in üzerinde bir baskı yaratmış ve 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesine yol açmıştır.

    Verdiği mücadele döneminde Resneli Niyazi ve Geyiği

     

    II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nde anayasal düzenin yeniden işler hale geldiği bir dönem olmuştur. Jön Türkler ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderliğinde gerçekleşen bu dönemde anayasanın, halk iradesi vasıtasıyla tekrar işler hale geldiği süreç, anayasanın önemi, devletin yönetiminde sadece padişah iradesinin değil, halkın temsilcilerinin de söz sahibi olması esasına dayanıyordu. Bu süreçte halk, devlete daha fazla dahil olmuş; anayasanın yalnızca hukuki bir metin olmadığı, aynı zamanda devletin demokratikleşme çabalarının ve vatandaşların özgürlük taleplerinin bir aracı olduğu da karşımıza çıkmıştır.

     

    3- İttihat ve Terakki’nin Anayasa İçin Verdiği Mücadele

     

    Osmanlı Devleti’nde anayasal sürece ilişkin tarih ilerlerken Osmanlı son dönemine damga vuran ve Türkiye’nin kuruluşunda da önemli derecede pay sahibi olan İttihat Terakki Cemiyeti kuruldu. 1889 yılında Osmanlı’daki genç aydınlar tarafından kurulan gizli bir örgüt olarak doğan bu cemiyetin en büyük amacı Osmanlı Devleti’ni anayasal bir düzene kavuşturmaktı. Ayrıca cemiyetin diğer büyük amaçları ise merkezi otoritenin sınırlarını belirlemek ve de gün geçtikçe dağılmaya başlayan Osmanlı Devleti’nin dağılmasını engellemekti. II. Abdülhamid’in baskıcı rejimine karşı direnen cemiyet, anayasal düzenin geri getirilmesi noktasında en önemli siyasi güçlerden biri haline geldi.

    İttihat Terakki’nin en önemli faaliyetlerinden biri ise 1913 yılında gerçekleşen Bab-ı Ali Baskını oldu. Bu baskın ile Cemiyet, merkezi hükümeti zorla ele geçirdi. Bab-ı Ali Baskını iki yönlü olarak değerlendirilme imkanı bulabilir. Bir açıdan incelendiğinde giderek aksayan seçim ortamı ve “Halaskar Zabitan” hareketi gibi hareketler ile meclis ve hükümet arasındaki çatışmanın doğurduğu istikrarsız ortamda verilen Balkan Harbi’nde kayıp ile ülkenin dağılmasının engellenmesine yönelik bir hamle olarak kabul edilebilecek olan Bab-ı Ali Baskını; diğer bir açıdan incelendiğinde ise sert bir siyasal iklimde İttihat Terakki’nin muhalifi olan bir partiyi tasfiye ederek ülkenin fiili kontrolünü eline aldığı bir tek parti döneminin başlangıcı olarak da görülebilir.

    Baskın sonrası ittihat Terakki, anayasal düzenin korunması için bir dizi reform gerçekleştirdi. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nde anayasa kavramının halk nezdinde daha fazla benimsenmesi amacı güttü. Bab-ı Ali baskını sonrası hükümetin başına geçen Mahmut Şevket Paşa, bu dönemde muhalif cepheye karşı ılımlı bir tavır içerisinde bulundu. Temel amaç toplumsal birliğin korunması ve oluşturulan anayasal ortamın korunması idi.

    Ne var ki, Mahmut Şevket Paşa’nın suikaste uğraması ile İttihat Terakki cephesinde muhalif kesime karşı sert bir tutum baş gösterdi. Nitekim devam eden bu süreç I. Dünya Savaşı ile devam eden süreçle de birleşince İttihat Terakki demokratik ilkelerden giderek taviz verir bir noktaya ulaşarak siyasi hayatı sona erdi. Ancak İttihat Terakki’nin anayasa uğruna vermiş olduğu bu mücadele Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu dönemine önemli bir miras olarak kaldı.

    Anayasa, İttihat Terakki’nin uğruna büyük mücadeleler verdiği bir noktaydı. Anayasanın işlerliğini sağlamak için kurulmuş olan bu cemiyet, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını engellemek ve vatandaşların haklarının muhafazası için mücadele etmiş; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların fikir yapısının ve yaşamlarının şekillenmesinde büyük etki sahibi olmuştur.

     

    4- Namık Kemal ve Anayasanın Düşünsel Temeli

     

    Anayasa ve özgürlük hareketlerinin Osmanlı Devleti’ndeki en önemli düşünsel temellerini atan figürlerden biri ise Namık Kemal idi. Bireysel haklar, özgürlük ve vatan sevgisini savunan yazıları ve düşünceleriyle toplum üzerinde büyük bir etki yarattı. Onun yazmış olduğu eserler, hürriyetin, vatansız yaşanılamayacağının, anayasal düzenin ve meşruti yönetimin gereklerini savunmaktaydı. Özellikle Vatan Yahut Silistre gibi eserlerinde yapmış olduğu halk egemenliği ve özgürlük üzerine vurgular, toplum üzerinde anayasa ve hürriyet kavramlarının derinlemesine incelenmesine yol açtı.

    Jön Türkler ve İttihat Terakki’nin siyasi mücadeleleri ile Namık Kemal’in fikirleri arasında güçlü bir bağ hayat bulmuştu. Hem düşünsel hem de pratik olarak anayasa uğruna verilen mücadele, Namık Kemal ve onun takipçileri tarafından ilmek ilmek işlenmişti.

     

    5- Ziya Gökalp ve Türkçülüğün Anayasal Etkisi

     

    Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojik ve kültürel temellerinin atılmasında önemli bir rol oynayan Ziya Gökalp’in fikirleri Türk milliyetçiliği ve devletin anayasal yapısı üzerinde derinden etkiler bırakmıştır. Türk kimliğinin yeniden tanımlanarak bu tanımın anayasa ve devletin işleyişine entegre edilmesini savunmuştur.

    Gökalp, anayasanın devletin birliği ve milli kimliğini koruyacak şekilde düzenlenmesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme ve bağımsızlık mücadelesinin temelini oluşturduğunu düşünüyordu. “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı eseri ile milliyetçiliğin, din ve modernleşme ile bir arada bulunabileceğini savunmuş ve bu düşüncesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine de yansımıştır. Nitekim devletin anayasal yapısında Türk Milliyetçiliği ile laik ve demokratik bir yapının uyum içinde var olabileceği bu düşüncenin yansıması ile gerçekleşmiştir.

    Gökalp’in anayasal düşünceleri, devletin milli birlik ve beraberliğini koruyan bir anayasal düzenin Türk milletinin birliğinin ve bağımsızlığının korunması güvencesi olduğunu vurgulamaktaydı. Bu fikirler, Türkiye’de anayasal düzenin şekillenmesinde Türk milletinin birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığının öneminin yüksek derecede olmasını ve ideolojik bir temel atılmasını sağlamıştır.

     

    6- Cumhuriyetin İlanı ve Ulusal Egemenlik

     

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla beraber, halkın egemenliği ve devletin mordernleşmesi için anayasa kavramı büyük bir öneme haizdi. 1921 Anayasası, yüzyılın lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde vermiş olduğu büyük kurtuluş savaşı sırasında, savaş koşullarında hazırlanmış bir anayasa niteliği taşımasına rağmen, halk egemenliği ilkesini temelinde barındıran ve milletin iradesini yansıtan ilk anayasa olarak kabul edildi.

    Padişah’ın ve yedi cihanın karşısında mücadele eden Türk milleti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ile, mutlak monarşiden kesin şekilde bir kopuşu temellendirdi. TBMM’nin ulusal iradesinin temsili olarak devletin yönetiminde merkezi teşkil ettiği bu sistemde yasama, yürütme ve yargı işleyişleri düzenlenmiş savaş döneminin gereği olarak kısa ve temel çerçeveyi çizen bir anayasa var olmuştur.

    1924 anayasası ise sonrasında gelen değişiklikler ile, Cumhuriyet’in ilk anayasası niteliğini taşımaktadır. Atatürk önderliğinde hazırlanan 1924 anayasası, modern Türk devletinin kuruluş felsefesini; laiklik, halkçılık ve milliyetçilik gibi ilkeler etrafında şekillendirdi. Egemenliğinin kaynağını 1921 anayasası gibi halkta gören, birey hak ve hürriyetlerini güvence altına alan bir anayasa olarak karşımıza çıkan 1924 anayasası ile Türkiye Cumhuriyeti geçmişte yaşamış olduğu süreçlerden damıtılmış bir şekilde laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olma yolunda önemli adımlar kat etti.

    Devletin üniter yapısını korumak ve milli birliği sağlamak ile vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu vurgulamak, 1924 Anayasası’nın en önemli amaçları arasında yer aldı.Milli devletin birliğinin sağlanması ve üniter yapının korunması ile geçmişten gelen süreçler sonucunda halkın egemenliğinin hakim kılındığı bir devlet biçimi olan Cumhuriyet’in tercih edilmesi ise başından beri anlattığımız süreçlerin sonucudur.

     

    7- Anayasanın İlk Dört Maddesinin incelenmesi

     

    Türk milleti, Fransız İhtilali’nden beri süregelen olaylar ile gelişen vatandaşlık ve ulus bilincinin pozitif ve negatif etkileri ile etkilenen Osmanlı Devleti’nin yukarıda bahsetmiş olduğumuz süreçleri geçirmesi sonrası verdiği büyük Kurtuluş mücadelesi sonucunda ulusal egemenliğini kazanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur.

    Türkiye Cumhuriyeti’ni bu süreçler sonunda kuran ve temellerini belirleyen anayasanın ilk dört maddesi, devletin temel yapısını belirleyen ve devletin sürekliliğini garanti altına alan maddelerdir. Bu nedenle anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

    Anayasanın ilk maddesi ile “Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhuriyet rejimi ile yönetileceği garanti altına alınır. Bu madde, Cumhuriyet’in ilanı ile Türkiye’nin monarşiden cumhuriyet yönetimine geçişini temsil eder.

    İkinci madde ile Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilir. Bu madde ile devlet karşısında vatandaşların tam eşitliği ile din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması sağlanır. Ayrıca sosyal devlet anlayışı ile devlet, vatandaşlarının sosyal güvencesini de sağlamaktadır.

    Üçüncü maddede ise Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü güvence altına alınır. Bu madde üniter devlet yapısını savunur ve de  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmezliği pekiştirir.

    Son madde olan dördüncü madde ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini oluşturan ilk üç maddenin dokunulmaz olduğu ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği vurgulanır.

    Detayları ile kronolojik bir düzlemde anlatılan anayasanın ilk dört maddesi Türk milletinin tarih boyunca kazandığı en büyük mirası ve devlet bekasının teminatıdır. Bu dört madde, devletin “Asli unsurlarını” belirler. Asli unsur, devletin varlığı için vazgeçilmez nitelikte olan kurallardır ve bunlar değiştirilemez, tartışılamaz. Güçlendirilmiş haklar olarak da tanımlanabilecek bu maddeler ile Türk milleti, ortak menfaatlerini, varlığını, birliğini ve milli bağımsızlığını savunur. Bu kuralların herhangi birinin değişmesi ya da işlevsiz hale getirilmesi, devletin hukuki anlamda çözülmesine yol açacaktır.

    Sonuç olarak anayasanın bu dört maddesi, yalnızca birer hukuki düzenlemeden öte aynı zamanda milletin ve devletin varlığını sürdüren en önemli dayanaklardır. Verdiği milli mücadele sonucunda kazandığı haklarını belirten bir milli yemin olarak kabul edilebilecek anayasanın ilk dört maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebi ve milletin özgürlük ve bağımsızlık simgesidir.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.