Batı dünyasında Rönesans’tan itibaren başlayan kültürel değişim, son iki yüzyılda takip edilmez bir hıza erişmiş ve hızla gelişen kitle iletişim araçları kültürleri birbirine komşu etmiş, hiper bir etkileşimle medeniyetleri birbirinden haberdar etmiştir.
Modernlik, diğer toplumları çeşitli enstrümanlarla hazza ve geçici heveslere endeksleyerek sözde “dünya uygarlığı” haline getirmeyi başarmış, medeniyetlere kendi kültürel yargılarını sınırlayıcı ve yoz, modern sistematiği ise özgürlüğün yegane kaynağı olarak tanıtmıştır.
Böylece modernizmin özümsenmesi meşakkatli olmamış aksine kolaylıkla her toplum geç kaldığı modernleşebilme biçimine atlayabilmenin yordamını arayarak kendine özgü modernleşmenin yollarını bulmaya çalışmış ve yönünü mutlak bir Batı modernleşmesine çevirerek müreffeh düzeye ulaşma hayali kurmuştur. Bu kurulan hayal ve sonrası süreç de yeni varoluşsal inşalar üretmiş, inançlı doğulu toplumlar hızla eksen kaymasına uğrayarak Batı yönetimlerinin sömürü ahlakına bürünmek için sıraya girmiştir. Kendime en çok ben düşmanım söylemini besleyerek kültürünü yok ettikçe batılı paradigmayı içerde inşa etmiş. Yok oldukça Batı var olmuştur.
Modernite insanı hayatın merkezine yerleştirerek; onu her şeyin ölçüsü ve ölçütü olarak konumlandırarak, insanın yaratıcıyla, kâinatla ve diğer insanlarla irtibatını koparmasına ve onlarla çatışmaya dayalı bir ilişki kurmasına yol açmıştır. Çatışmaya dayalı bu ilişki, tabiata, kozmik dünyaya ve nihayetinde kutsallara da saldırıyı tetiklemiş, yeninin gelişiyle eskiye ait her şey zihinde öteki konumuna konularak hasır altı edilmiştir. Bu sürecin ortaya çıkardığı köklü varoluş krizleri, insanın iç dünyasının imha edilmesine, dış dünyanın kutsallıktan arındırılarak hâkimiyet kurulacak, kontrol edilecek ve sömürülecek bir alan olarak belirlenmesine yol açmıştır.
Sonuç olarak da modernite insanı, Tanrı'yı, tabiatı, diğer insanları, toplumları, medeniyetleri kontrol altına alarak her nevden sömürüye açık hale getirmiş, akabinde değer yargılarını pazara sürerek alım-satım / kâr-zarar nesnesi haline getirmiştir.
Yani Batı önce tahrif sonra da tatbik ile yeni bir inşayı başlatmış, akabinde biyolojik dürtülere ve hazlara hitap ettiğinden tıpkı saate pili taktıktan sonra kendiliğinden çalışması gibi toplumların kendiliğinden batılılaşmasını keyif kahvesi eşliğinde müşahade ederek nasıl hükmedecem gailesinden strateji ve akılla kurtulmuştur.
Böylece modernliğin ürettiği varlık, bilgi ve değer anlayışı ile geleneksel düşüncenin varlık, bilgi ve değer anlayışı arasında kapatılması zor boşluklar oluşmuş, bu ontolojik ve epistemolojik zemin kayması, insanlığın son zamanlarda yaşadığı anlam ve değer krizinde kendisini ziyadesiyle hissettirmiştir.
Modernliğin ortaya çıkardığı anlam ve değer krizi ve buna eklenen özgürlük kaybı ve din anlayışı insan hayatında büyük boşluklar üretmiş, bu boşlukların ürettiği ontolojik ve epistemolojik güvensizlik hali de modern insanı sahte değerlere yönelterek, araç değerleri amaç yerine koymaya ve onları kutsamaya sevk etmiştir. Bu durum varlık ile değer arasındaki ontolojik zeminin kaybolmasına, anlamların buharlaşmasına ve dolayısıyla yüce değerlerin kaybolmasına da kolayca zemin hazırlamıştır.
Modernliğin varlık ve değer birliğinin zemin kayması sonucunda -tabiri caizse- yaratıcı tatile gönderilmiş ve dolayısıyla hakikatte oluşan dağılma durumu da parçalanmış bir benlik anlayışına sebep olmuştur. Yaşanan sorunlar, modern insanın anlam haritalarının kaybolmasına; doğru ve yanlışın birbirine karış- tırılmasına, dinden uzaklaşmaya ve nihayetinde sapmalara; savrulmalara ve alt üst oluşlara dönüşmüştür.
Şimdiye dek anlattıklarım bize modern çağda hazzına düşkün bireylerin süreç içerisinde nasıl dönüşüp dağıldıklarının çetelesini vermektedir. Yitirilen değerlerin bizi nasıl yabancılaştırdığı ve ecnebi yaşam tarzının nasıl içimize ilmek ilmek işlendiği sarih şekilde ifade edilmiştir.
Yaşananların tüm sorumlusu biz ve konu kendi hakikatimizi araştırmaya gelince sergilediğimiz tembelliğimizdir.
İdeolojik sapkınlığımızın da bedeni teşhir etmenin çağdaş ve elit sayılmasının da, gençlerin hatalar bataklığında debelenmesinin de, toplumsal krizlerin yaşanmasının da en büyük sebebi kendi aklımızla yaşamayışımızdır. Örnekliği okyanusötesi muhitlerde arayışımızdır. Batı'nın cafcaflı, etkileyici ve hazsal etkilenimlerine sorgusuz tav oluşumuz, onların kültür değerlerini onlardan fazla sorgusuz kabul edişimizdir.
Toplumsal var oluşumuzu güçlü şekilde sergileyemememiz başka varoluşsal inşa denemelerine cüret kazandırıyor akabinde de öz yurdumuzda parya konumuna düşüyoruz.
Pörsüyüp yüksünerek modernitenin dayattığı profile dönüşmek için birey kendinden taviz vermek yerine dünyanın ahlakına çamur banan bu yoz kültürün, tesis edilen emperyal hukuk demagojisinin, insan hakları mavrasının en büyük caydırıcıları ufkuna erişmeli.
Yorum Bırakın