Ekonomik kriz derinleştikçe duyarlı insanlar, toplumsal çürümeye dikkat çekmeye başladı. Toplumdaki çürümenin önüne geçmek artık mümkün olmasa da biraz farkındalık yaratmak mümkün. Fakat bu da çok zor; zira toplumun okuma oranı binde iki dolayında.
Okuma alışkanlığı ile toplumsal çürümenin dolaylı bile değil, doğrudan bir bağı var. Şöyle ki: Bir kümeye giren rakamlar arttıkça, kümeden çıkan sonuçlar da değişir. Eğer bir yerde sabit fikirli birisini görürseniz, hiç sormanıza gerek yok; o kişinin okuma alışkanlığı yoktur. Az da olsa okumuşsa bile okuduğu şeyler tek taraflıdır. Karşısında konumlandığı etnik grup veya ideolojiye dair hiçbir şey bilmiyordur. Eğer bilseydi o kişi sabit görüşlü kalamazdı. Sabit görüşlüler, ötekine yaşam hakkı bile tanımaz. Bu tespit; dinci, siyasal İslamcı, ulusalcı, seküler, sol tandanslı ideolojiler, Kemalistler, faşistler ve diğer tüm gruplar için geçerlidir.
Zaten bu bağnaz tutum yüzünden, hiçbir ideoloji veya dünya görüşü mensubu, mücadele hattını savunmaktan içinde bulunduğu kliği sorgulama fırsatı bulamıyor. Burada beni ilgilendiren grup ise yakınlığım sebebiyle din—ki ben dinci değil, dindarım. Arada çok büyük fark var. Kaldı ki hangi dincinin ne zaman dinden çıkacağı ile hangi dinsizin dindar olacağı da bir gizdir. İnsanlar hakkında kesin yargılara varmak, onların haksızlığa uğramasına sebep olur.
Kutsal metinleri referans aldığını iddia eden sabit görüşlü bir dinci ahlaksız olabilirken, "ahlaklı dinsizler" diye bir şey bile çıktı ortaya. Tabii ki sosyal çürümenin sorumluluğunu dincilere yüklemek gibi bir kolaycılığı savunmuyorum. Bu toplumda her ideoloji, dünya görüşü ve yaşam biçimi eşit miktarda çürümüştür. Dinin ise bu çürümeden en fazla etkilenmesinin nedeni, bugünkü siyasal iktidarın muhafazakâr ideoloji tutumu sebebiyledir.
Bu çürümüş tarafların her birinde, çürümeye direnen az sayıda insan mevcut. Bu insanlar, ötekine ait olana kulaklarını tıkamıyor; diğerinin de bilgisine sahipler. Her türlü dünya görüşü ve ideolojinin yaşam hakkına saygı duyuyorlar. Eğer toplum tamamen çürümediyse, bu ahlaklı, yaşadığı çağ ile doğru ilişki kuran dindar ve dinsiz aydın insanlar sayesindedir.
Dini ritüellere dikkat konusunda tutucu olan dincilerin, Suriye iç savaşının tekrar alevlenmesini ellerini ovuşturarak bir "fetih" gibi görmeleri ve savaş ile kargaşanın ortaya çıkaracağı yığınla acıyı hiç umursamamaları, tiksinmenin bile onlara fazla görülmesine neden oluyor. Oysa din dışlayıcı değil, kapsayıcıdır; savaşı değil, barışı önceler. Dinciler ile siyasal İslamcıların bu tutumu, toplumu dinden uzaklaştırırken dinde kırılgan fay hatları oluşturuyor. Aklı başında dindarların bu fetihçi yaklaşımı kabul ederek hazmetmesi mümkün değil. Yakın gelecekte Sünni inancın etnik temelli bölünmesi bile muhtemel.
Böyle bir vasatta, farklılıkların bir arada yaşaması imkânsızdır. Neyse ki binde iki civarında da olsa, ötekinin bilgisine sahip, dini, etnik ve ideolojik özgürlüğü savunan, ülkenin yükünü taşımayı göze alan insanlar var.
Yoksa, bütün ömrü boyunca birtakım manipülasyonlar neticesinde sabit görüşte kalmış insanların ürettiği tek şey, ötekine düşmanlık ve onu kendisine benzetmeye çalışmak olurdu—ki oldu da zaten. Ülkenin içinde bulunduğu sefaleti, sabit görüşlü toplum tek başına açıklamaya yeter de artar bile.
Ne demiştik? Bir kümeye giren rakamların sayısı arttıkça, o kümeden çıkan sonuçlar da değişir. Peki, sizin kümenize diğerine ait sayılar giriyor mu? Eğer giriyorsa, diğerine ait olana olan tutumunuz değişiyor mu?
Yorum Bırakın