Bir ülkenin eğitim kalitesi, o ülkenin kalkınmasına; kalkınması ise eğitimin seviyesinin yükselmesine sebep olup, ülkenin yaşam standartlarını sürekli yükseltir. Bir ülkede ekonomik parametrelere bakarak o ülkenin eğitim kalitesini anlamak mümkündür. Aynı şekilde, eğitimin kalitesine bakarak da ülkenin ekonomik gelişimi değerlendirilebilir.
Ülkede eğitimin kaliteden uzak oluşu, bir girdaba dönüşmüş ekonomik darboğazın bir alameti gibi duruyor. Bu darboğaz, bir asırlık tarihi süreç içinde sürekli kendini tekrarlamış, defalarca dibe vurduğu halde oradan bir başarı hikayesi çıkaramamıştır. Ancak dünyada bu tür süreçler böyle ilerlemez; dibe vurduktan sonra çok büyük ekonomik başarılar elde etmiş ülkeler var.
En başarılı örnekler arasında Birinci Dünya Savaşı'ndan bir yıkımla çıkmış olan Almanya, Kore Savaşı'ndan yıkımla çıkan Güney Kore ve Malezya’dan ayrılan Singapur’un başarısını gösterebiliriz. Bu örnekler, sıfırdan başlamanın imkânsız olmadığını ortaya koyar. Ancak, yasaklar ülkesinde bu gerçekleşmedi. İktidar gücünü eline geçirenler, bunu ötekine zorbalık yapmak için bir sopa olarak kullandı. Bunun sonuçlarından biri de muhafazakârlığın bir ideolojiye dönüşmesiydir. Siyasal İslam'ın kök salıp gelişmesi, yasaklara ve baskılara bir tepkiydi.
Güç mücadelesinden galip ayrılan mağdurların iktidarı döneminde, demokratik bir başarı ile kalkınma hamlesi beklenirdi. Ancak bu olmadı. Bugünkü sefalet, ülke tarihinin en kötü durumları ile kıyaslanır derinlikte. Buradan çıkış ise pek mümkün gözükmüyor; zira geçmiş dönemlerden daha dezavantajlı durumlar söz konusu. Eskiden dünya ile ilişki kurabilenler azınlık bir gruptu. Onların çocukları, yurt dışında okuyup yaşama olanaklarına sahipti. Ülkenin geri kalanı ise bu olanaklardan yararlanmak bir yana, bu tür fırsatlardan haberdar bile değildi.
Günümüzde bireysel kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması sebebiyle vasatın üstündeki bütün genç zekâlar, kendilerine daha yaşanır bir hayat kurmak için yurt dışı eğitimlerini tercih ederek ülkeyi ilk fırsatta terk ediyor. Bu da ülkenin vurduğu dipten çıkamayacağını gösteriyor. Zira dördüncü sanayi devriminde varlık göstermek, birinci, ikinci ve üçüncü devrimlerdeki kadar kolay değil. Daha dijital dünyayı anlayamamış bir toplumun, bu alanda varlık göstererek yer edinmesi mümkün değil.
Fakat ülkede, faaliyetleri sadece dini alanla sınırlı da olsa, bir de klasik medrese eğitim modeli var. İlâhiyat fakültelerinin mezunlarına bir alternatif olarak görülebilecek bu model, kulağa cazip gelebilir. Ancak maalesef durum böyle değil. Eğer alternatif olma potansiyelleri bile olsaydı, Suriye rejiminin devrilmesine toplumun genel eğilimi gibi fetih gözüyle bakmazlardı. Müslümanlar birbiriyle savaşırken, İsrail sessiz sedasız Şam’ın yirmi kilometre yakınına kadar sınırlarını genişletmiş durumda. Bundan sonra olacakları hesaba bile hiç katmadan, bunun bir fetih olmadığı çok açık.
Medrese mezunları, ülke ortalaması gibi vasat bir seviyede. Ekonomik buhranların yaşandığı şu dönemlerde, dini ihtiyaçları karşılamaları beklenirken, din konusunda yetkin olmalarına rağmen yaşadıkları çağı doğru okuyup anladıklarını söylemek zor. Hayatın içinde, sahip oldukları dini ilimlerle nasıl yer edineceklerini bilmeyen medrese mezunları, toplumun ancak vasat kesiminin ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ancak vasat kişiler dindarlaşırsa din de vasatlaşır ve vasatın üstündeki insanlara ulaşamaz hale gelir.
Bu durum, dinin tüm zamanlara hitap eden yapısından değil, vasat pratiklerden kaynaklanır. Ancak bu vasatlık dine mal edilir. Dünyada büyük bir sekülerleşme eğilimi var. Ülkedeki bütün vasatların toplamı, çok büyük bir sekülerleşme dalgası yaratıyor. Bu sekülerleşme dalgasına direnmek kolay değil. Sekülerleşmiş bir dünyanın içine doğan çocukların ise dinle bir bağ kurmaları pek mümkün görünmüyor.
Yorum Bırakın