Bazı zamanlar yaşadığımız anı yeterince hissedemediğinizi düşünüyor musunuz? Ben en son bu hissi, Kırım Kilisesi'nde bir akşam org dinletisi sırasında yaşadım. Sanki o anı tam olarak hissedemiyormuş gibi hissettim. Yaşadığım o anın akıp gitmesinin farkındalığı, belki de bu hüznü yaratan şeydi.
Bu his ve düşünceler bana, Teoman'ın Çölde Çay şarkısına ilham olan Çölde Çay filmindeki o unutulmaz repliği hatırlattı:
"Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Ama hiçbir şey çok tekrarlamaz kendini. Aslında çok az tekrarlar. Çocukluğunuzun bir öğleden sonrasını, öyle ki, hayatınızı onsuz düşünemediğiniz, sizi derinden etkilemiş bir öğleden sonrayı, daha kaç kez anımsayabilirsiniz ki? Belki dört, beş kez daha… Belki o kadar bile değil. Dolunayın çıkışını daha kaç kez izleyebileceksiniz? Belki yirmi. Ama yine de, her şey sonsuzmuş gibi gelir."
Bu hissi mindfulness ile de açıklayabiliriz. Kabat-Zinn tarafından tanımlanan bilinçli farkındalık kavramı, yaşantıların an be an dikkat odağı içerisinde gerçekleştiği bir mekanizmayı ifade eder.
Belki de böyle anlarda yapılması gereken şey, zihnin "Bu anı gerçekten yaşıyor muyum?" diye sorgulamasına direnmek yerine, dikkati bedensel duyumlara, sese, ortamdaki ışığa ve hislere yönlendirmek… Yani yalnızca fark etmek. Çünkü bazı anları derinlemesine yaşamak, onları kaybetme korkusundan özgürleştiğimizde mümkün olabilir.
Bülent Ortaçgil Değirmenler şarkısında da şöyle diyordu:
'Zaman düşer ellerimden yere,
Oradan tahta boşa,
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya…'"
İlkin yazınız için teşekkür ederim. Yazınsal düşüncenizi okuyunca zihnimde; sosyal-medya ve tüm dijital platformlar; bireyi insandan, insanı-insandan, doğayı-insandan ayrı konumlandırıyor, peki yeniden sağlıklı-sevgi içeren bir insan olmak için neyi yapmamak gerekir? Yayımınız için teşekkürler🍀🔆🍄