normal olabilirdim. ben de her insan gibi vakti zamanında uyuyup uyanabilsem, geceleri yemeden uykusu kaçıklara dönmemiş olsaydım belki de. aklımı bir etmeseydim sığ düşlere, ben de normal biri olabilirdim. gel gör ki, aptallığına doymayan canavarlara yem ettim kendimi.
zamanı daha iyi anlayabilirdim; misal, şu duvarda duran saati kırsam, parçalarına ayırsam. odaya hükmeden sessizliği bozan şu saati duvardan alıp yerden yere vursam, yeridir.
dur!
ya da beklemeliyim; gün ağırmaya yakın, tam da 5′i vurduğunda yerinden etmeliyim onu. odanın rutubeti iliklerime kadar işliyor ve o ana kadar öylesine sessiz, öylesine canımı sıkıyor. dışarıda dansa durmuş penceremi dile getiren o rüzgâr, tavandaki gri bulutlar, masanın üzerinde duran kahve fincanı, kapalı kalmaya yüz tutmuş kapı ve özellikle de önümde duran şu boş sandalye. hepsi de sinirimi bozuyor, zehir ediyor.
düşmeden duruyorum lakin düşünmeden edemiyorum, soruyorum; şuncacık odada olup bitenler bana en fazla ne yapabilir, nasıl oluyor da kahır ediyor? her seferinde çıkmaza varıyorum ve her seferinde de oluyor.
bitmeyecekmiş gibi, tekrar tekrar.
rüzgârı her izleyişimde deliye dönüp, boşluğa söveceğim.
o kapı ne çalacak ne de açılacak. karşımda duran sandalyeye yine kimse gelip oturmayacak ve o acı kahve eşliğinde, en güzel muhabbeti edemeyeceğim. arkadan gelen güzel şarkıların seslerini de duyamayacağım.
-tehlike çanları çalıyor ve ben yine telaşlıyım; yine yetişecek bir yerim yok.
Yorum Bırakın