İlhami Algör’ün Müzeyyen kitabında geçen bir cümle var; ‘Bazen sadece bir ‘çıt’ sesi duyarsın. Bu sesi duyduğun zaman da gitmen gerekir.’ Bu cümle kitapta sevilen kişiden gitme eylemi olarak kullanılsa da edebiyat çok yönlü kullanıma açık bir alandır. Yani bir kitap basıldığı an, hatta arttırıyorum yazıldığı an yazarın sahipliğinden çıkmıştır. İhtiyacı olanın, ihtiyaç duyduğu anlama aittir artık. Biz yazar/şair olamayanların tesellisi de bu işte. Birileri bizim yerimize, tam da hissettiğimiz tam da ihtiyacımız olan cümleleri illaki bir yerlerde yazmıştır. Bulup çıkarmaya kalmıştır tek mesele. Bazen hafızamızın derinlerinden çıkar, bazen ilk kez okuduğumuz sayfalarda.

Ben bu ‘çıt’ sesini duyduğumda –edebiyatın bahsettiğim ihtiyaç maddesinden yola çıkarak—kendimden gitme vaktimin geldiğini hissettim. Kendinden gitmeyi intihar gibi fiziksel bir ayrılık süreciyle kullanmıyorum. (O bambaşka bir ‘gitme’, belki başka bir yazının konusu.) Kendimden gitmem gerekiyor hissi güçlü bir ‘çıt’ sesiyle içimde yankılanıp durdu bir süre. Peki ama nasıl? Yani insan bir yerden ceketini alıp gidebilir, ne kadar zor olsa da birinden heveslerini koparıp gidebilir, hayallerinden çıkıp gidebilir, bir şehirden onunla vedalaşmadan tek yönlü biletiyle kaçıp gidebilir. Gitme eyleminin bin çeşit kullanımı var fakat kendinden gitmek kullanıma açık bir eylem mi? Bir süre ‘nasıl?’ sorusu karışık bir matematik probleminin x’i gibi kafamın içinde dönüp durdu. Daha sonra ‘neden?’ sorusu eklendi probleme. Henüz çözüme gram yaklaşmamışken yeni bir bilinmeyenin ortama girişine yarım ağızla gülümseyerek, kendisine –matematiğe ayıp olmasın diye—y harfini uygun buldum. Sayısalcı yanımın hatırladığı kadarıyla bazen bir bilinmeyene ulaşmanın tek yolu önce öteki bilinmeyeni bulmaktır. X’i orada bırakıp, y için düşünmeye başladım. Neden? Neden kendimden gitmek istiyordum? Gidilecek onca şey varken –belki de hiçbir şey kalmamıştır, kandırma kendini—neden kendimden gitmek? Üstelik ben bu sabah hiç kendimden gidebilirim gibi de uyanmamıştım yani.

Gitmek ve vazgeçmek kardeş eylemlerdir. Yani bir yerden, bir şeyden gitmek içinde mutlaka bir vazgeçiş barındırır. Ben kendimden gitmek dolayısıyla kendimden vaz mı geçmek istiyordum? –‘çıt’ sesi tekrar yankılandı—Y, karşımda Kırmızı Oda’nın Doktor Hanım’ı gibi şefkatli gözlerle bana bakıyordu. Usulca oturdum gösterdiği koltuğa, çocukluğuma inmek gibi uzun ve çetrefilli bir yola girmek istemediğimden itirafım döküldü bir çırpıda: ‘Kendimi sevmiyorum’ (Bu koltukta bir şey var, insanın içinden sezaryen gibi söküp alıyor en ağır gerçekleri.) Y’nin dili böyle çözüldü işte. Ağır geldi, bir süre sessizce gözlerimdeki yaşları dinledim. Kendimi sevmeyişime mi yoksa bu itirafın ağzımdan çıkmasına mı ağlıyordum bilinmez.

 

Sakinleştim. Y ile kaçamadığım bir diyaloğun içinde buldum kendimi.

-Devam et.

+Neye? (Şaşkındım.)

-Cümleyi yarım bıraktın, cümlene devam et.

+Kendimi sevmiyorum (ne demeliydim ne vardı ki devamında?) Bu halimle.

-Güzel, anlat bakalım, ne varmış ‘bu’ halinde?

+Güçsüzüm, umutsuzum, tahammül seviyeme tahammül edemiyorum. (Ben mi söylüyordum bunları, nasıl dökülüyordu içim, benden izin alma gereği bile duymadan.)

-Devam et

+Kendimi aşağılamaya mı?

-Hayır, kendini dökmeye. Dökmeden kendinden gidemezsin. Dağıtmadan, saçılmadan toparlanmaz gerçeğin tozları.

+Kırmızı bir balon gibi hissediyorum. İpim nereye takılsa orayı evim sanıyorum. Gökyüzüne bakmayı unuttum, ağırlığı kendinden menkul bir iple dolaşıp duruyorum. Bir zamanlar arkadaşım olan mavilik, yoldaşım olan kuşlar ve sırdaşım olan rüzgâr artık benimle değil. İpime öyle sıkı sarılmışım ki, onu boynuma kendi ellerimle urgan diye bağladığımı fark etmemişim bile.

-Kendinden bu yüzden mi gitmek istiyorsun?

+Evet, (Evet mi? İçim bağımsızlığını ilan etti sanırım, düşünmeden konuşunca nasıl da hızlıca bulunuyor cevaplar. Tıpkı çocukların filtresiz konuşması gibi, içim de yetişkinliğimden kopmuş, çocuk diline geri dönmüştü.) Gökyüzünü özledim. Kuşlara uçuşlarını hatırlayarak bakmayı özledim. Yeniden kafamı kaldırıp mavilikleri gözlerimle içmeyi özledim.

-Başka?

+Durup bir çiçeğe hayran kalmayı özledim, durup bir çiçeğe ‘merhaba’ diyen o kadını özledim. Gün batımlarına bakmaktan çok sıkıldım, gün batımlarını görmeyi özledim. Şarkıları duymaktan çok sıkıldım, şarkıları dinlemeyi özledim. Kalbimi başka birinin ellerinde hissetmekten çok yoruldum, kalbimin göğsümün içindeki sıcaklığını özledim.

-O halde kendinden gitmek istemenin nedenini buldun. Mutsuzsun ama kendinden değil, bu versiyonundan.

+Eski versiyonuma dönmeliyim değil mi?

-Hayır, artık geri dönemezsin. Her versiyonumuzda bir öncekini kaybederiz. Hem önceki versiyonlarına ihtiyacın yok. Telefonlar gibi düşün, artık sistem yavaşlığında ‘o zaman bir önceki versiyona döneyim’ demezsin dimi, yeni versiyonla güncellersin.

+Ama ben bir telefon değilim, üstelik önceki versiyonumu seviyordum ve onunla mutluydum. Neden ona dönemiyorum?

-Kendin söyledin, gitmek ve vazgeçmek kardeş eylemlerdir. Bu versiyonuna gelmeden önce bir önceki versiyonundan vazgeçtin. Belki daha iyi olacak dedin, belki daha mutlu olmak gibi masumca isteklerle yaptın ama sonucu değiştirmez sen o versiyonundan çoktan vazgeçtin. Artık bambaşka birisin. Bunun her zaman kötü olması gerekmez. Değişim korkutucu bir kelime olabilir fakat kaçınılmazdır.

+Değişmekten korkmuyorum. Sadece artık kim olduğumu bilmiyorum. Yolumu kaybettim. Yeni bir versiyondan bahsediyorsun fakat özlediğim tüm şeyler eskisinde kaldı. Yenisinin içine ne koyacağımı bilmiyorum. Şu anki için de biliyorsun… –‘çıt’ sesi tekrar duyuldu—

-Sen yola çıkmadan ‘varmak’ ile ilgileniyorsun. Senin tüm ‘bilmiyorum’ların bundan ibaret. Ya varayım ya kalayım ikilemindesin hep. Oysa tüm güzellikler, tüm zorluklarla birlikte yolda olmakla ilgilidir.  Üstelik sen değişirken dünya da boş durmuyor, bilmelisin. Özlediğini söylediğin mavilik, kuşlar, çiçekler, hayallerin, umutların tıpkı senin gibi yeni versiyonlarıyla seni bekliyor olacak o yolda. Belki önceki versiyonundan çok farklı bakacaksın onlara ama daha güzel olmadığını nereden biliyorsun? Yeni versiyon gözlerine, yeni versiyon hislerine şans vermelisin.

+Haklısın, Simurg gibi; yakmadan doğamam. Bu versiyonumu sıkı sıkı tuttuğum avuçlarımı gevşetmeden, gidişine izin vermeden, onun yanmasını izlemeden yenisini inşa edemem. Teşekkür ederim Y.

Denklem çözülmüştü. Y ile olan sohbetimden X de karlı çıkmıştı. Kendimden gitmek istiyordum çünkü bu versiyonumu artık sevmiyordum. Kendimden gitmek istiyordum çünkü yeni bir ben’e doğru çıkılacak bir yolum vardı. Varmak değildi mesele, mesele yolda olmaktı. Bu versiyonum yolun sonuna uzun zaman önce gelmişti aslında, miadını doldurmuş artık ‘beni uğurla’ diye bekliyordu. Ben ısrarla görmemişim. Bazen kendimize de yaramıza tutunur gibi tutunuyoruz. O yara bizi zehirliyor günden güne, kangrene dönüşmek üzere fakat yaramızı yar diye sarıp sarmalıyoruz. Kanıyor, öldürüyor ama şifa diye sığınıyoruz.

Sevgili kendim, vedalaşmaları sevmiyorum ama birkaç şey demeden de gitmene gönlüm el vermiyor. Yol boyunca isteklerime, vazgeçmeyişlerime, inadıma, öfkeme, üzüntüme, isyanlarıma, gözyaşlarıma, yaralarımı durup durup kanatmama katlandın. Birlikte çok da güldük biliyorum, mutluluktan gözlerimizin içi parladı, sevgiden içimiz içimize sığmadı. Yeri geldi evrenin oyunlarında kaybolduk, yeri geldi kaderin oyunlarında hapsolduk. Bazen aynaya bakıp çok güzel olduğumuzu düşündük, bazen bir enkaza rastlamamak için aynalardan kaçtık. Kendimizi savunduk, kendimiz için mücadele ettik, bizi biz yapan şeyler için en sevdiklerimizden vazgeçtik. Yeri geldi kendimizden vazgeçmeye de yaklaştık, yeri geldi orta yollarda yeni yollar da aradık. Pes etmedik, sabrettik, sevgiye ve umuda inatla inandık. Bütün bu süreç için sana teşekkür ederim. Ben artık durup gün be gün ölümünü izlemeye katlanamıyorum. Ben artık seni ağlarken izlemek istemiyorum. Ben artık içindeki umutsuzluğun, hevessizliğin içinde oturup uzun uzun duvarları izlemek istemiyorum. Hayat orada, beni bekliyor. Beni çağırıyor. Seni çok seviyorum. İçinde sıkı sıkıya tutunduğun acıları da çok seviyorum. Ama artık kabuk bağlamasına bile izin vermediğin yaralarını tekrar tekrar kanatmana şahit olmayı istemiyorum. Yollarımız burada ayrılıyor. Yanmanı izlemek keyifli olmayacak, inan bana. Ama sen acı çekmeyi sevgi sanan birisin, işte bu yüzden bu yangın sana son büyük hediyem olsun. Merak etme, küllerini toplayıp denize dökeceğim. Deniz seni alıp içindeki sonsuzlukta şefkatle saklayacak. Beni merak etme ben yeni bir yola çıkmadan hemen önce gökyüzüne bakacağım. Ve inan bana yol nereye giderse gitsin, baharıma bir yol bulacağım…