Geleceğe Bir Not

Geleceğe Bir Not
  • 0
    0
    0
    0
  • Sevgili 5 yıl sonraki kendim,

    Nasılsın? Umarım bu soruya benden daha olumlu bir cevap verebiliyorsundur. 2 hafta sonra doğum günüm, doğum günümüz yani. İnsanlar 40’lı yaşlarda hep ‘keşke 30larımda olabilseydim tekrar’ diyorlarmış. Sen de şu an 30ların sonundasın. Yani hala yaşıyorsan öyle olmalısın. --Bu edebi bir metin olmayacak çünkü biliyorsun biz Kafka gibi iyi bir mektup yazıcısı değiliz. Bu sadece bir iç döküş.—Geçenlerde bir video gördüm, 50 yaşlarında bir kadınsın ve bir gün uyandığında şu anki yaşına, şu andaki yaşamına uyanıyorsun, sana böyle bir şans verilmiş gibi yaşa hayatını tarzında bir mesajı vardı. O videodan sonra ara ara bunu deniyorum. Dünyanın tüm Pollyannaları neticemde bitmiş gibi bir süre bakım yapıyorum, sağlıklı yemekler hazırlıyorum, yürüyüşe falan çıkıp gün batımına neşeyle bakmaya çalışıyorum. Ama bu sabah uyandığımda ne hissettim biliyor musun? Uyandığımda 50 yaşımdaki halimde uyanmış olmayı istediğimi hissettim. Buraları hızlıca atlasak keşke, hayata dair hiçbir umudumun olmadığı, kendimle barışmasam da kendime katlanabildiğim o yıllara huzur içinde varmak istiyorum. Sanırım bugünden itibaren bu hayal için çalışacağım. Ek bir hesap açıp, huzurevi masraflarımı biriktirmeye başlama kararı aldım. İleriye dair tek endişem parasız ve kimsesiz kalmak. En azından para kısmını halledebilirim. İyi bir yatırım olur, ne dersin? Sen de bu parayı biriktirmeye devam et, umarım salak saçma sebeplerle yeniden birine aşık olup onunla çar çur etmezsin huzurevi ve kefen paramızı. Sana tek vasiyetim bu, o paraya dokunma. Aşk uğruna Allah aşkına yeni bir hata yapma.

    Pollyanna’dan özür dilerim ama bu gerçekçi bir mektup olacak. Çok iyiyim, çok güçlüyüm, harikayım, her şey güzel olacak gibi kıytırık kişisel gelişim kitaplarından fırlamış karakterler gibi konuşmaya inan hiç hevesim yok bu sabah. Belki öyle bir sabahta sana yazma kararı alsaydım, daha neşeli bir Hebun hatırlardın bu yıllara dair. Ama sen iyiysen bakma bana, bir şarkıda geçtiği gibi ‘bazen cennetim, bazen cehennemin dibindeyim.’ Bu sabah ise araftayım. Evet, arafta. Ne geçmişe dair bir öfkem var ne geleceğe dair bir hevesim. Sanki okyanusun ortasında bir kayıktayım ve nereye gittiğimi hiç umursamıyorum. Rüzgara da bırakmadım kendimi, öyle bir teslimiyet rahatlığı da yok yani. İnsan seçer, kader yazar bilirsin. Suçu kadere yükleyecek kadar da boktan bir durumda değilim, merak etme. Ne yaptıysak biz yaptık. Kendi adıma konuşayım, sanki çok da pişman değilim. Daha iyi seçimler yapsaydım, ben olmayacaktım ki o. Umarım en azından sen artık iflah olmaz bir duygusal değilsindir. Mantıklı olmak sıkıcı ama yeterince eğlendik sanki he? Biraz sıkıcı bir hayat fena olmazdı sanki. Bilmiyorum.

     

    ‘Umut etmek işkencelerin en büyüğüdür’ der Niçe reis. Eskiden ne çok kızardım bu lafa, hatırlıyor musun? Hani şu tüm defterlerinin, tüm duvarlarının üstünü kaplayan meşhur motto’n? ‘Umut hep var!’  Ha şimdi umut etmeyi bıraktım mı, hayır tabi ki. Bazı kötü alışkanlıklar kolay kolay bırakılmıyor. Değişen tek şey artık karamsar bir umut edenim. Kendimi olmayacağına ikna ederek umut ediyorum. Her şey için, spesifik bir şeye yönelik değil sadece bu. Bir de kurnazlaştım galiba bu konuda. Mesela bir kızın olmasını çok istiyordun değil mi? Şimdi bir süredir kendimi ‘ülke iyice kötüye gidiyor, evlensem de çocuk yapılır mı bu ülkeye’, ‘çocuk mahkum eder beni, tüm hayatımı ona adarken hayatı kaçırırım, kendimi kaçırırım’, ‘ben zaten iyi bir anne olamam’ gibi düşüncelerle aslında kendimi kızım olmasını istemediğime ikna etmeye çalışıyorum. Bir şeyi 40 kere söylersen olurmuş. Kim bilir bir gün belki de gerçekten ve içten bir şekilde artık anne olmaya dair tüm isteğim biter böylece. Ama eğer sen bunları okurken yanında küçük bir kız çocuğu varsa buraları ona okuma olur mu? Onu sıkı sıkı sar, kokla saçlarını ve onu kitaplarla, sevgiyle büyüt. Hayatı kaçırıyorum, ben iyi bir anne olamam zırvalıklarını da asla aklına getirme, çünkü sen çok güzel bir annesin, ben biliyorum. Bak işte, yine umut ettim. Görüyor musun, bırakamadım şu mereti.

    Sen şu an hangi renktesin? Ben bu aralar hiçbir rengi kendime yakıştıramıyorum. Hiçbir renge ait değilim gibi hissediyorum. Tamam itiraf ediyorum, o rengarenk kadını çok özlüyorum. Yukarıda bir yerlerde hiçbir şeyden pişman değilim demiştim, yalan aslında. Ben o kadını renksiz bıraktığım her adımdan çok pişmanım.

    Ortaokulda hatırlıyor musun? ‘Sallayan kız’ adında bir tiyatro metni yazıp oynamıştın. İlk edebi eserimiz 😊 Hayatta başına ne gelirse gelsin, notları kötü olsa da, annesi ona kızsa da, sevdiği çocuk başkasına sakız alsa da ‘amaaann salla’ der ve gülerdi metindeki kız. Sonra ismin ortaokulda hep ‘Sallayan Kız’ olarak anıldı. Lisede renklerini çalmaya çalıştılar, bir süre gizledin ama vermedin o renkleri. Çünkü gençtin, yara ne kadar derin olursa olsun içinde çiçek yetiştirebiliyordun. O çiçekler açınca da rengarenk bir kadın çıkmıştı ortaya. Üniversite belki de hayatımızın Premium dönemiydi ha ne dersin? Hayatımızın pişmanlık duymadığım en güzel dönemiydi. Tıka basa salonlara tiyatro yaptın, en sevdiğin şairi bile getirebildiğin bir şiir kulübün vardı, dans ettin, rakıyı sevmeyi öğrendin, gezdin, sevdin, solculuk oynadın. Hep güllük gülistanlık değildi tabi, içindeki kız çocuğunun kahramanı öldü, parasız kaldın ve saatlerce çalıştın, dost kazıkları yedin. Ama yine de hep rengarenktin. Kimse, hiçbir şey alamadı senden renklerini. Güçlü gibi görünmek zorunda da değildin üstelik gerçekten güçlüydün.. Hayattan alacağın var gibi yaşıyordun hep ve çok güveniyordun hayatın borcuna sadık olduğuna.

    Şimdi artık o ilk gençlik enerjisi içimde olmadığından mı yoksa hiç beklemediğim bir yenilgiden dolayı mıdır bilmiyorum ama o renkler dört bir yana saçıldı ve benim onları toplayıp kalbime tekrar koyacak hevesim yok. Biraz da siyah beyaz aksın hayat. Bak buraya bir umut daha koyuyorum senin için; umarım hepsi olmasa da en azından turuncu ve mavi’yi kalbine tekrar alabilmişsindir. Çünkü gökyüzü ve gün batımının renksiz pek bir zevki yok.

     

    Bu satırları sana Çanakkale’den yazıyorum. Evet bu yaz o yaz. Yine buraya geldim çünkü ‘bir şeylere yeniden başlama’ gibi bir hevesim vardı. Kendimi keşfetmek, yanmak, yeniden doğmak bla bla. Hebun, benim ateşim yetmiyor yanmaya ki yeniden nasıl doğayım? Ben doğmak istemiyorum. Ben bu dünyaya dair daha fazla şey istemiyorum. Üzgünüm bunları okuduğun için ama ben tüm bu hevessizlik ve hissizlik içinde hayata nasıl devam edebilirim bilmiyorum. Korkma, bunları okuyabildiğine göre hala hayattasın. Çünkü hala sevdiğin şeyler var; kitaplar gibi, gün batımları gibi, annen gibi.

     

    Doğum günü dileğim ne olacak biliyor musun? Yeniden başlatabilmek ateşi, son kez. Ne kadar acı varsa dünyada gelip otursun istiyorum kalbime, öyle çok yansın ki kalbim bir daha doğabilsin istiyorum. Bedel ödenmeden ölünmüyor. İnsanın kendi anılarına başka biri yaşamış gibi baktığı bir evre var. Sanki tüm o acıları, sevinçleri, tutkuları, iç çekişleri, kavgaları, gülmeleri başka bir kadın yaşamış gibi hissediyorum. Yabancılaşmaya başladım kendi anılarıma, kendi acılarıma. Siliniyor böylece. Sanırım unutmak dediğimiz şey; insanın kendi anılarına yabancılaşması. Neyse işte, geldim buraya ama insan kendini de götürüyormuş gittiği her yere. Bu yüzden kaçış yok bana bu cihanda.

     

    Yaşadığımı hissettiğim ve mutlu olduğum tek anlar gün batımını izlediğim anlar. Ne büyü değil mi? Hala seviyor musun gün batımlarını? Bugün benim için izler misin? 5 yıl önceki kadını düşün ve öyle izle. Neler değişti hayatında bilmiyorum, hayat sürprizlerle dolu diyorlar. Kendini tekrar bulmuşsan, renklerini tekrar bulmuşsan ve içindeki çocuğun sesini tekrar duyuyorsan lütfen onları kaybetme. Sana verebileceğim en büyük tavsiye bu olur. Çünkü onları bir kez kaybedince tekrar bulması çok zor oluyor. Kimse için değişme, kendine ihanet etme. Renklerinden rahatsız olanlara kapıyı göster. Acımasız ol biraz. Gerekirse kendine de acıma, kendini kaybetmemek için. Belki düzelir, belki sonu güzel olur diye başka masalların izinden gitme. Kendi masalını okumaya devam et. En güzeli o. Seni senden çaldılar ve biliyorum bu derin bir yalnızlık. Asıl yalnızlık işte yanında kimsenin olmaması değilmiş Hebun, asıl yalnızlık kendini kendi yanında bulamamakmış. Herkes gidebilir, lütfen sen kendinden gitme. 

    Ve son olarak seni çok seviyorum. Her şeyi daha güzel yapacağına eminim, hataların da olacaksa biliyorum ki muhteşem hatalar olacak.

    Not: yine karamsar başlayıp umutla bitirdim mektubu. Biraz bipolarız sanki. olsun. 😊Sana buraya bir şarkı da bırakıyorum. Bu aralar bana çok iyi geliyor.

     

     

    Kendine çok iyi bak.

    07.2025

    Çanakkale

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.