Uluslararası hukukun varlığı, modern dünyanın en büyük yanılsamalarından biri değil midir? İnsanlığın, “ortak değerler” adı altında kurduğu bu kutsal sözleşme, her defasında güçlü olanın çıkarları karşısında paramparça edilmiyor mu? Bugün Gazze’de, Nasır Hastanesi’nin hedef alınmasıyla birlikte bu yanılsama bir kez daha ifşa oldu. İnsan hayatının en kırılgan, en korunaksız mekânı olan bir hastane, topyekûn imhanın sahnesine çevrildi. Barbarlık yalnızca yaşatılmadı; tüm dünyanın gözü önünde sergilendi.
Bir toplumun yaralılarını, çocuklarını, kadınlarını sığındıkları yerde vuran bir güç, artık askeri ya da siyasi bir aktör olmaktan çıkar, tarihin lanetli kavramlarına karışır. Fakat asıl büyük barbarlık, bu gerçeğin biline biline susturulmasında gizli. Entelektüellerin, sözde evrensel insan hakları savunucularının, ödül kürsülerinde insanlık dersi verenlerin sessizliği, Gazze’nin yıkıntılarında yankılanıyor. Belli ki hakikatin yanında durmak, çıkarların yanında durmaktan daha ağır bir sorumlulukmuş.
Sözde medeniyetin sesi, yalnızca “kınama” cümlelerinden ibaret. Diplomatik nezaketle süslenmiş, hiçbir etkisi olmayan kelimeler… Kınamalar, adeta barbarlığı meşrulaştırmanın incelikli yolları hâline geldi. Çünkü her kınama, ardından hiçbir eylem gelmediğinde, güçsüzün kanının akmasına izin veren bir sus payına dönüşüyor. Bugün Gazze’de çocukların kanıyla yıkanmış taşların üzerinde dolaşan bu cümleler, insanlık tarihinin en büyük utanç belgeleri olacak.
Peki İslam İşbirliği Teşkilatı? Yüzyıllardır ümmet bilincinin kurumsal tezahürü olmayı vaat eden bu yapının, ardı ardına düzenlenen toplantıları, artık bir tiyatrodan farksız. Boş salonlarda tekrarlanan ve hiçbir yaptırım gücü olmayan karar tasarıları, yalnızca Müslüman halkların vicdanını geçici bir süre yatıştırmaya yarıyor. Bu toplantılar, ateş çemberinin ortasına bırakılmış bir topluma verilen sahte tesellilerden öteye geçemiyor. Oysa Gazze’nin çocukları teselli değil, adalet istiyor.
İnsanlığın bize öğrettiği şey, hakikatin kelimelerle değil, eylemlerle doğrulandığıdır. Sözler, ancak karşılığını bulan davranışlarla kıymet kazanır. Gazze’de her şey, bize bu hakikati hatırlatıyor: Sessizlik, sözde evrensel ilkelerin iflasıdır. Ve barbarlık yalnızca bombalarla değil, görmezden gelinen ölümlerle de sürdürülür.
Bugün insanlığın imtihanı, belki de hiç olmadığı kadar açıktır. Tarih, güçlülerin safında duran kalemleri, üniversitelerin susturulmuş kürsülerini, televizyon ekranlarında hakikati eğip büken uzmanları tek tek kaydedecek. Ama aynı tarih, barbarlığın karşısında kelimeleriyle direnmeye çalışan az sayıda vicdan sahibini de kaydedecek. Çünkü hakikat, her zaman önce bir azınlığın sırtında yükselmiştir.
Nasır Hastanesi’nin yıkıntıları arasında yankılanan çığlıklar, bize bir kez daha şunu söylüyor: İnsanlık, değerlerini kaybettiğinde en büyük felaketi yaşar. Binalar yeniden yapılabilir, yollar onarılabilir, şehirler küllerinden doğabilir. Ama kaybolan vicdan, asırlar boyunca geri gelmez. Bu yüzden bugün susan her entelektüel, her kurum, her devlet; yalnızca Gazze’nin değil, insanlığın mezar taşına da bir çentik atıyor.
Artık kelimelerimizin bir deklarasyon niteliği taşıması gerekiyor. Barbarlığı lanetlemek yetmez; bu laneti eyleme dönüştürmek gerekir. Adalet, yalnızca bir ideal değil; aynı zamanda varlığımızın anlamıdır. Gazze’nin acısı bize şunu haykırıyor: Adaleti savunmak, insan kalabilmenin son şartıdır. Ve bugün, insanlık tam da bu şartın sınavındadır.
Boykotun unutulduğu ve artık soykırımın normalleştirildiği ortamda her şeyin sıradanlaşmasına göz mü yummalıyız? Sessiz kalmak, tüketim alışkanlıklarımızı hiç değiştirmemek, aslında zalimin sofrasına oturmaktan farksızdır. Boykot, sadece bir ürün tercihinden ibaret değildir; vicdanın eyleme dönüşmüş hâlidir. Her alınan ürün, bir kimlik beyanıdır: Ya barbarlığa ortaklık ya da onurlu bir reddiye. Bu yüzden boykot, modern dünyanın bireyi yalnızca tüketiciye indirgeme projesine verilmiş en derin cevaptır.
Tarih bize, ekonomik damarlarına dokunulan hiçbir gücün uzun süre ayakta kalamadığını gösteriyor. Apartheid rejimi, sadece sokak direnişleriyle değil, dünyanın dört bir yanında uygulanan boykotlarla çökertildi. Gazze’nin çocukları da bizden büyük stratejiler değil, gündelik tercihlerimizde bile adaletin izini sürmemizi bekliyor. Bir ekmeği nereden aldığınız, hangi kahveyi içtiğiniz, hangi markayı elinizde taşıdığınız, bir milletin kaderine dokunabilir. İşte bu yüzden boykot, sıradan bir tüketim tavrı değil, sessiz bir çığlıktır. Ve o çığlık büyüdüğünde, barbarlığın en güçlü duvarlarını yıkar.
Yorum Bırakın