İnsan yaşamı boyunca birçok kez belli yerleri ya da belli insanları terk eder. Bazen evini, bazen sevgilisini, bazen işini... Bu terk edişlerin kendi içinde oluşturdurduğu sonuçlarla yüzleşmek bizim sorumluluğumuzdadır. Peki bu terk edişlerden hangisinin sonuçları daha ağıdır? Hangisinin sorumluluğunu taşımak daha zordur?
Aslında en zor terk ediş, insanın kendini terk etmesidir. Kulağa tuhaf gelebilir ama biraz düşününce ne demek istediğimi anlayacaksınız. Yaşamımız boyunca belki farkında olarak ya da olmayarak, çoğu zaman kendimizi terk ederiz. Bu terk edişlerin çeşitli sebepleri olabilir. Ağır gelen düşünceler, dış dünyadan gelen zorluklar ya da insanların üzerimizdeki etikleri. En son ne zaman kendinizi terk ettiniz, hiç düşündünüz mü?
Bu soruya yanıt vermek zaman alabilir, sizi hatırlamak istemediğiniz yerlere, zamanlara veya insanlara götürebilir. O yerlere, dönmeden kendimize dönemeyiz. Acıyı arkanızda bırakmak için etrafından dolaşamazsınız; onun içinden geçmeniz gerekir. Kendinize dönmekte aynı yolu gerektirir.
Kendini terk etmek çoğu zaman kolaya kaçmak ya da zayıflık olarak görülür. Kişinin kendisi bile böyle düşünür. Oysa bu düşünce bile bir tür terk ediştir. Bugünün dünyasında sürekli güçlü olmamız gerektiğine dair yaygın bir algı var. "Koşmak zorundasın, devrilen atı vururlar." derler. Ama bizler at değil insanız. Başarısız olabiliriz, zayıf olabiliriz, gücümüzün yetmediği şeyler olabilir, taşımakta zorlandığımız yüklerimiz olabilir. Üstelik hayatın kontrolümüz dışında birçok yönü var. Bu anlarda "Neden ben?" sorusu gelir aklımıza. Fakat fark etmek gerekir ki, her şey bizimle ilgili değildir. Hayat bize düşman değildir. Bunları görmezden geliriz çünkü insanın kendini seçmesi belki de yaptığı en zor seçimlerden birisidir. Oysa bunları kabul etmek, kendimize dönebilmenin ilk adımıdır. Kendine dönen kişi artık bilinçlidir ve kendisi yine terk etse bile nasıl geri döneceğini bilir.
Kendimize dönmek zorlu bir yolculuk. Herkes aynı hızda, aynı güçle ve aynı zamanda yapmak zorunda değil bu yolculuğu. Klişe biliyorum ama herkesin zamanı farklı işler. Kendi hızında ve kendi dinamiğinde. Başkalarını yolculuğuna bakmak bizi kötü hissettirse bile bizden bağımsız bir durumdur. Sonuçta aynı yollardan geçmedik. Hızımızın veya yolda yaşadıklarımızın aynı olması beklenemez. Seçimlerimiz her birimizi farklı yollara yöneltir. Bazen yanlış seçimler yaparız. Yanlış yollara saparız. Bu durumda yaptığımız ilk şey kendimizi suçlamak olur. Ama aynı durumu sevdiğimiz birisi yaşasa, ona şefkat gösterip destek olmaya çalışırız. İşte kendimize dönmek, bu şefkati kendimizden esirgememek demektir. Kendimizi sevmek, sahip çıkmak, hatalarımızla ve acılarımızla barışmaktır. Kendimize döndüğümüzde artık yolumuzu kendimiz seçeriz; ne zaman saparsak, ne zaman düşersek, yeniden kalkmayı biliriz. Ve en önemlisi, artık yalnız olmadığımızı fark ederiz; çünkü kendimizle birlikteyizdir.
Sizde sevdikleriniz gibi bu hayatı ilk kez yaşıyorsunuz. Herkes kadar sizin de hata yapmaya hakkınız var. Başkalarını ne düşündüğü sizi tanımlamaz. tıpkı başkalarının ne kadar hızlı ilerlediğinin sizin hızınızı etkilememesi gibi. Şimdi kendinize sorun: Ben kendimi tanımlarken neyi dikkate alıyorum? Başklarının ne düşündüğünü mü yoksa içimde ki beni mi?



Yorum Bırakın