Hz. Mevlânâ’nın 752. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri kapsamında, Şeb-i Arûs münasebetiyle kaleme aldığım ve bir hatıra olmasını dilediğim bu yazıda; Sultan Veled’e atfedilen, Mevlevî ayin repertuarında önemli bir yere sahip olan ve “Zehî aşk, zehî aşk” mısralarıyla başlayan gazeli ele almaya gayret ettim.
Şeb-i Arûs (Mevlânâ’nın vuslat gecesi), Mevlevî kültürünün en mühim günlerinden biridir. Mevlânâ’nın, kendi ölüm gecesini bir düğün gecesi olarak kabul ettiği bu gece, her yıl Hazret’in hatırasını diri tutan pek çok merasim ve etkinlikle 7-17 Aralık tarihlerinde anılır.
Aşağıda ele aldığım gazel, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in Rebâbnâme adlı eserinde yer almakta olup, Mevlevî semâ ayinlerinin üçüncü selâmında icra edilen metinler arasındadır.
Bu incelememin amacı: metnin orijinal biçimini ve akademik Türkçe çevirisini şerh etmek; beyit beyit Mevlevî usul ve adabına göre açıklamak; son olarak Şeb‑i Arûs perspektifinde metnin işlevini sizlere sunmaktır. İlk olarak metnin orijinal hâlini aşağıda sizlere sunuyorum. Sonrasında da beyit beyit incelememi aktaracağım.
Zehî aşk, zehî aşk ki mâ râst Hudâyâ
Ki mâ râ vü cihân râ bi‑yârâst Hudâyâ
Çi bezmest, çi sâkîst, çi bâdest ki hordîm
Çi naklest, çi nuklest, çi hurmâst Hudâyâ
Çi lutfest, çi zevkest, çi bûyest, çi rûyest
Çi halkest, çi hulkest, çi sîmâst Hudâyâ
Veled ră mesel‑i gûy devânîş be çevgân
Bedân sû ki ne deryâ ne sahrâst Hudâyâ
Görüldüğü üzere, mânâlarının tamamına vâkıf olmasak dahi, beyitlerdeki şiirsellik ve iç ahenk son derece güçlü ve derinden hissedilir şekildedir. Aşağıda, beyitleri sırasıyla ele aldığım şerhleri aktarıyorum.
1. Beyit: “Zehî aşk zehî aşk ki mâ râst Hudâyâ
Ki mâ râ vü cân râ bi-yârâst Hudâyâ”
(Bizdeki ne yüce aşktır, ne yüce aşk, yâ Rab!
Bizi de canımızı da süsleyen Sensin, yâ Rab!)
Bu başlangıç beyiti, aşkı ontolojik bir ilke olarak ilan eder. “Zehî” nidası, hayranlık ve yücelik vurgusuyla aşkın sıradan bir duygulanım değil, varlığı kuşatan asli bir hakikat olduğunu dile getirir. Beyitte aşk, hem ferdî hem de kozmik bir mahiyet kazanır. “Zehî” kelimesinin “Ne yüce! Ne muhteşem!” anlamı, tekrar yoluyla şiirselliği derinleştirirken, Mevlevî ayini içerisinde zikrî bir ritim de oluşturur.
Mevlevî âdâbı açısından bu beyit, semâda devrin ağırlaştığı ve iç derinliğin arttığı anlarda söylenir. Âdâb-ı semâ’ya göre burada semazen, kalbindeki niyeti yeniden teyit eder: aşkı evrensel bir kudret olarak kabul eder ve dönüş hareketine yani semâya bu aşkın rehberliğinde adım atar.
Bu bağlamda “aşk”, Rab ile kul arasındaki karşılıklı bir hâl olarak değil, varoluşun bizatihi ilkesi olarak tecelli eder. Mevlevî kozmolojisinde bu anlayış, Mevlâ’nın aşk vasıtasıyla varlığı sürekli kıldığı ve âlemi diri tuttuğu fikrine karşılık gelir.
2. Beyit:
“Çi bezmest çi sâkîst çi bâdest ki hordîm
Çi naklest çi nuklest çi hurmâst Hudâyâ”
(Bu ne bezmdir, bu ne sâkîdir; içtiğimiz ne bâdedir!
Bu ne sohbet, ne mezedir, ne de hurmadır, yâ Rab!)
Bu beyitte “bezm”, “sâkî” ve “bâde” motifleri vasıtasıyla dünyevî imgelerin, bilgi ve vecd düzleminde yeniden anlam kazandığı görülür. Söz konusu olan, maddî bir içki yahut dünyevî bir meclis değil; ilâhî cezbenin kuşattığı mânevî bir hâl ve aşk sarhoşluğudur. Tasavvufî bağlamda bu sarhoşluk, aklın hudutlarını aşan ve idraki aşka teslim eden bir vecd mertebesini temsil eder.
Mevlevî âdâbı açısından bu beyit, semânın üçüncü selâmının orta safhalarında, semazenin vecde daha fazla yaklaştığı ve dönüşün hızlandığı anlarda tesirli biçimde okunur. “Sâkî” imgesi burada yalnızca sunan değil, irşad eden bir makamı temsil eder; bu yönüyle Şemsî rehberlik figürüne de işaret eder ve ilhamın kaynağının kabullenilmesini vurgular.
Beyitte geçen “hordîm” fiili, içilmiş olma hâlini ifade eder. Tasavvuf diliyle bu, ilhamın henüz taze olduğunu, beden ve ruh üzerinde etkisini sürdürdüğünü; hatırlama, içselleştirme ve yekûnlaşma süreçlerinin devam ettiğini gösterir.
3. Beyit:
“Çi lutfest çi zevkest çi bûyest çi rûyest
Çi halkast çi hulkast çi sîmâst Hudâyâ”
(Ne lütuftur, ne zevktir, ne kokudur, ne yüzdür!
Ne yaratılıştır, ne tabiat, ne de sîmâdır, yâ Rab!)
Bu beyitte güzellik, katman katman açılan bir tecellî alanı olarak tasvir edilir: lütuf, zevk, koku, yüz; yaratılış, ahlâk ve sîmâ… Veled, aşkın yalnızca tek bir idrak yoluyla değil, farklı epistemolojik ve duyusal kanallar aracılığıyla tecrübe edildiğini gösterir. Bu safhada hayranlık makamı derinleşir; idrak, açıklamaktan ziyade hayrete teslim olur. Artık her görülen şey, aşk ve hayranlıkla seyredilen bir tecellîye dönüşür.
Mevlevî âdâbı açısından bu tür tasvirler, semâ esnasında semazenin geçirdiği içsel dönüşümün dışa vuran işaretleri olarak okunur. Semazenin yüzünde beliren incelmiş ifade (sîmâ), hâl ve tavırlarındaki zarafet (hulk) ve ruhunda hissedilen mânevî lezzet (zevk), bu beyitte dil bulan hâllerdir.
Beyitte geçen “bû” (koku), tasavvufta çoğu kez zikr-i kalp yahut mânevî yakınlık yoluyla sezilen marifet tadına işaret ederken; “rûy” (yüz), tecellînin görünür hâlini temsil eder. Burada tecellî, yalnızca insan yüzünde değil, bütün âlem sathında geçerli kılınır. Beyit, adeta şu mânâyı fısıldar: “Yaratılmışlara bahşedilen her güzellik katmanı yaratılış, ahlâk ve sûret hepsi Senin tecellîlerinin eseridir.” Bu yönüyle beyit, hayranlıkla yoğrulmuş bir şükür ifadesi olarak tamamlanır.
4. Beyit:
“Veled râ mesel gû devânîst be çevgân
Bedân sû ne deryâ ne sahrâst Hudâyâ”
(Veled, çevgânın önünde yuvarlanan bir top misali;
ne denizin ne de ovanın olduğu yöne doğru sürüklenmektedir, yâ Rab!)
Bu beyit, hem metaforik hem de doktrinel bakımdan gazelin zirve noktalarından biridir. İnsân-ı kâmilin hâli, çevgân oyunundaki top mecazıyla tasvir edilir. Bu imge, açık biçimde vahdet-i vücûd telakkisine yaklaşan bir vurgu taşır. Çevgân; golf ve poloya benzer biçimde, keçi derisinden yapılmış bir topun sopalarla sürüldüğü bir oyundur. Burada topun kendi iradesi yoktur; hareketi, vuran elin iradesiyle belirlenir.
Sultan Veled bu mecaz üzerinden şu mânâyı en derin ve ezoterik biçimde dile getirir: “Kişi kendi kudretiyle dönmez; hareket ettiren Hak’tır. Topun döndüğü saha da Hak’tır, oyunun kendisi de tecellîden ibarettir.” Böylece fiil, fâil ve mekân arasındaki ayrım silikleşir; varlık bütünüyle ilâhî iradenin oyun alanına dönüşür.
Mevlevî âdâbı açısından bu beyit, ayinin doruk noktasına yaklaşılan safhalarında, semazenin vecd ve teslimiyet hâllerinin belirginleştiği anlarda terennüm edilir. “Top” mecazı, semazenin artık kendi kontrolünden çıktığını; hareketin tamamının ilâhî sanat ve iradenin parçası hâline geldiğini gösterir. Bu safha, semazen için fenâ tecrübesinin idrak edilip bekâ ufkunun sezildiği bir eşiktir.
Son olarak, beyit beyit şerh etmeye gayret ettiğim bu gazeli; mânâ bütünlüğünü ve şiirselliğini muhafaza ederek, günümüz Türkçesiyle bir şiir formunda aşağıda toplamak isterim:
Ne yüce bir aşktır bu, ey Allah’ım!
Bizi de, bütün âlemi de o aşk ile donatan Sensin.
İnsanı ve kâinatı, varlığın öz cevheri olan aşkla düzenleyen yalnızca Sensin.
Ey Allah’ım, biz nasıl bir ilâhî mecliste bulunduk,
Bize nasıl bir sâkî tecelli etti,
Nasıl bir manevî şarabı içirdin bize!
Ne incelikler, ne tatlılıklar, ne ruh gıdaları tattırdın bize!
Hepsi Senin lütfettiğin hakikat ikramlarıdır.
Ey Allah’ım! Ne büyük bir lütuf, ne derin bir manevî zevk,
Ne ince bir koku, ne parlak bir tecelli,
Ne hikmetli bir yaratılış, ne yüce bir ahlâk,
Ne mükemmel bir görünüş bahşettin yaratılmışlara!
Tüm güzellik katmanları Senin tecellilerin ürünüdür.
Veled (insan-ı kâmil), çevgân sopasıyla döndürülen bir topa benzer:
Sen onu kendi kudretinle devindirirsin.
Öyle bir saha içindedir ki, ne çöldür ne deniz;
Yani ne nefs âlemiyle sınırlıdır ne de kâinatın genişliğiyle kuşatılabilir.
Onu hareket ettiren, alanı tayin eden ve oyunu var eden yalnızca Sensin.
Bu gazel, tasavvuf kültürünün kolektif hafızasında ezelden beri var olduğu kabul edilen aşk bilgisini yeniden hatırlatır. Şeb-i Arûs töreni böylece yalnızca bir anma merasimi olmaktan çıkar; coşku, hürmet ve teslimiyetle örülü canlı bir hatırlama tecrübesine dönüşür. Hazreti Mevlana'nın "Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi kaldı." sözüne istinaden bu şerhinde haddi ortadadır. Söz burada tamama ererken, aşk yolunda yürüyen ve gönlüyle dinleyen tüm canlara selâm olsun.
Arda Keskinkılıç




Yorum Bırakın