Umberto Eco ile Orta Çağ Avrupası'na Eleştirel Bir Bakış: The Name of the Rose

Umberto Eco ile Orta Çağ Avrupası'na Eleştirel Bir Bakış: The Name of the Rose
  • 2
    0
    0
    2
  • Profesör, filozof, tarihçi, estetikçi, Orta Çağ uzmanı Umberto Eco. Biraz olsun yukarıda bahsedilenlerle ve özellikle kitaplarla ilgilenen herkes bu isme ya aşinadır ya da elbet bir yerlerden duymuştur. Bunun sebebi de özellikle eserlerindeki başarısıdır. Tıpkı The Name of the Rose romanında olduğu gibi. Kendisinin ilk romanı olan The Name of the Rose yani Gülün Adı yayımlandığı tarih olan 1980'de büyük ses getirmiş ve hala da ses getirmeye devam etmekte. Türkçe'ye 1986 yılında çevrilen bu yapıt, aynı yıl yönetmen Jean-Jacques Annaud tarafından sinemaya uyarlanmış ve her ne kadar kitap kadar olmasa da hatrı sayılır derecede beğenilmiştir. Gerek oyuncuların performansları, gerek zaman zaman polisiye filmleri aratmayan sahneleri ve görselliğiyle seyirciyi içine çekmeyi başaran bu film, aynı zamanda tarihsel gerçekliğiyle de eğitici bir görev üstleniyor. Film 1327 yılında İtalya'nın kuzeyinde bir manastırda işlenen bir cinayet üzerinden yola çıkarak dönemin sosyal ve siyasal yapısını ele alıyor. Manastırın başrahipi Abonne işlenen bir cinayetten ve sonrasındaki yaşanan huzursuzluktan dolayı, kendisi eski Engizisyon yargıcı ve saygın bir rahip  olan William of Baskerville'yi yardım istemek için manastıra çağırtır. Filmde Sherlock Holmes vari bir karakteri oynayan William'ın soyadı Sir Artur Conan Doyle'a şöhretin kapılarını açan yapıtlardan biri olan Baskervilles Tazı'sına yapılan bir göndermedir. William babası tarafından kendisine eğitilmesi için verilen genç çömezi Adso of Melk'i de alarak manastıra gelir. Adso of Melk aynı zamanda anlatıcı rolündedir. Kendileri gibi Fransiskenlerden oluşan manastırda cinayet üzerine araştırmalar yapmaya başlayan William ve Adso bilgiye ulaşmakta zorluk çekerler. Fransiskenler İsa ve Havarilerinin yoksul olduğunu, bu nedenle de yoksul bir yaşam sürmenin gerekli olduğunu savunur. Bu yüzden dönemin imparatoru kendilerine bir yakınlık hissetmiştir. Buradan da o dönemde Papalık ve İmparatorluğun ilişkilerinin pek de iyi olmadığını da ayrıca görüyoruz. William ve Adso manastıra geldikten sonra birkaç cinayet daha işlenir. Olayların çözülmesinde ve bilginin ilerlemesinde büyük rol oynayacağı düşünülen ''yasaklı kitaplar'' olarak bahsi geçen kitaplar manastırda bir labirent şeklindeki kütüphanede gizlenmiştir. Labirentten şöyle bahsediliyor: ''Tinsel bir labirent olduğu kadar, dünyasal bir labirenttir o. İçeri girebilirsiniz, ama dışarı çıkamazsınız.'' Filmde yaşlı kütüphaneci Jorge ve yardımcısı haricinde bir kişinin bile, bahsi geçen kütüphaneye girmesi yasaktır. Bu yüzden de William ve çömezi Adso farklı yollar arayacaklardır. Bu labirent ve Jorge karakteri dönemin bilginin ilerletilmesine olan baskısını ortaya koyuyor. Filmde de bahsedildiği gibi onlar bilgiyi ilerletmek gibi bir amaç gütmezler, onu sadece muhafaza etmekle görevlidirler. Ayrıca filmde önemli bir yer tutan Aristo'nun Poetikası'nın kayıp olan 2. cildi güldürü unsuruna sahip olduğu için yasaklanmıştır. Gülmenin insanın Tanrı'ya karşı olan inancını, ciddiyetini zedelediğini düşünen ve temelinde Aristo'ya büyük saygı duyan, destekleyen Papalık ve dönemin rahipleri, nasıl olur da Aristo gibi bir filozof bu tarz bir kitap yazmıştır düşüncesiyle birçok eser gibi bu eseri de gizlemektedirler. William'ın da amacından saptığını düşünen ve bilgiye ulaşmasındaki mantığından rahatsız olan manastırın başrahipi, kendisi engizisyon yargıcı olan Bernardo Gui'yi manastıra çağırır. Film bize gösteriyor ki o dönemde bilgiye ulaşılmaması ve bilginin ilerletilmemesi için her türlü sınır zorlanmıştır. Belirli dogmatik dinsel inanışlar, uymayanlara gösterilen ağır yaptırımlar ilerlemenin önüne koyulmuş büyük bir engeldir adeta. [caption id="" align="aligncenter" width="803"] William & Adso[/caption] Ayrıca filmde görülen kadın karakterden de söz etmek gerekiyor. Dönemin, kadınları cadı olarak nitelendirdiğini ve onları şeytanla eş tuttuğunu görüyoruz. Bu da din adamlarının çoğunlukla erkeklerden oluşması ve erkek egemen bir dünya olmasının bir sonucu. Kadının adının olmaması da akıllara filmin adı olan The Name of the Rose'a bir gönderme olabileceğini akıllara getiriyor. Filmdeki bazı sahnelerden kilise dışındaki halkın da, yoksul olduğunu ve oldukça hor görülüp aşağılandıklarını görüyoruz. Nitekim kadın olan karakter de kilise dışındaki yoksul halkın bir mensubu. Filmde William ile sorgucu Bernardo Gui'nin çatıştığı bazı diyaloglarından dönemin akıl ve inanç ilişkisine dair bilgiler de ediniyoruz. Bu çatışmanın sonucu, kilisenin hakimiyetini derinden sarsacak, ilerleyen dönemde Protestan inanışın ortaya çıkışına ve aydınlanma çağının temelinin atılmasına vesile olacaktır. Başrollerini Sean Connery ve Christian Slater'in oynadığı bu filmde özellikle usta aktör Sean Connery'nin performansı dikkat çekici. Ayrıca kendisini Spider-man filminden hatırladığımız Elya Baskin ''Severinus'' rolünde. Michael Londsdale ''The Abbot'', Ron Pearlman ''Salvatore'', Feodor Chaliapin Jr ''Jorge de Burgos'', F.Murray Abraham ''Bernardo Gui'' rolünde. Yönetmen Jean-Jacques Annaud ve oyuncu kadrosu, Orta Çağ Avrupası'na ışık tutan bu eseri tüm çarpıcılığıyla gözler önüne seriyorlar. Ayrıca görsel açıdan da tatmin edici bir yapım. Her yönüyle kitabının başarısına gölge düşürmeyen ve izleyicileri hayal kırıklığına uğratmayan gerçekçi ve eleştirel bir film The Name of the Rose. Kaynak [eafl id="105597" name="" text="1"]

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.