Cronenberg, algılanan gerçeklik teması üzerinde oyunlar oynarken teknoloji ve insan vücudunu kendine has stiliyle birleştirmeyi seven bir yönetmen. İşte 1983 yapımı Videodrome da bu oyunların kült örneklerinden biri.
Sineması çoğu zaman metinlerarası olan ve bence filmleri içinden tek bir film izlemek yerine birkaç film izleyip ortak bağlamda tartışması daha keyifli olan Cronenberg'in Videodrome'unu her ne kadar tek başına ele almak mümkün olsa da, aslında diğer işleriyle beraber değerlendirildiğinde anlamlandırmak çok daha kolay.
Cronenberg'in, sinemasında insan vücudu ile sıkça oynadığını, ona teknolojik alet ya da parçaları monte ettiğini, insan vücudunu değiştirip dönüştürdüğünü görüyoruz. Bunlar bazen bir sisteme girmek için, bazen de sadece insanların "canı istediği" için yerleştirilen implantlar. Örneğin 1999 yapımı Existenz adlı filmde, insanların bir simülasyona girebilmek için vücutlarına delikler açıp bir kablo yardımı ile o evrene geçiş yaptığını görüyoruz. Fakat Crash (1996) filminde, insanlar ve otomobiller ya da teknolojiler arası kurulan bağlantı, arzu üzerinden yürümesiyle daha keyfi bir nitelik taşıyor. Videodrome'da ise Cronenberg, teknoloji ile gerçekleşen bu birleşmeyi hem Max karakterine karnın içinde açılan bir yarıktan kaset yutturarak hem de Max'i tamamen televizyon evrenine hapsederek yapıyor. Filmde gördüğümüz vücutla birleşen teknoloji sahneleri bir tarafa, Max'in Videodrome'a ilk maruz kaldığı andan sonra televizyonu arzulaması bile, aslında Cronenberg'in kurduğu en güçlü teknoloji-insan vücudu bağlantılarından biri. Peki Cronenberg'in insan vücudunu teknolojiye bağlamakla bu derdi ne ve neden bunu hep cinsel çağrışımlar üzerinden yapıyor?
Aslında sorunun cevabı hayli basit. Film metinleri postmodern olduğu müddetçe, çok farklı noktalardan okumak mümkün olsa da Cronenberg, genelde film içindeki cinselliği en basit anlamda bir bağımlılığı anlatma aracı olarak kullanıyor. Tıpkı Crash'de, görünürde tekdüze sevişmelerden sıkılıp otomobil ve otomobil kazalarını bir fetiş haline getiren karakterlerimiz gibi, Cronenberg evrenindeki karakterler genelde içinde bulundukları arayışları yeni bağımlılıklar ile sonlandırıyorlar. Bu bağımlılıkların vardığı nokta teknolojik evrenlerde olurken bağımlılık teması ise, psikolojik açıdan çok net bir şekilde gözlemlenebilir olduğu için olsa gerek, cinsellik üzerine kurulmuş oluyor.
Videodrome'da Max karakteri, porno yayınlayan bir kanalın sahibi. Bir süre sonra yeni arayışlar içine girince "Videodrome" sayesinde bazı videolara ulaşıyor. Videodrome ile tanıştıktan sonra, Max'in tüm gerçeklik algısı alt üst oluyor ve karakter halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Aslında bu halüsinasyonlardan çok daha önce Cronenberg, film içinde birkaç noktada geçirdiği sohbetler ile bize, televizyonun kurmaca gerçekliği üzerinden gerçeklik algımızı sorgulatmaya başlıyor. Videodrome ortaya çıktığında ise Max, Videodrome'da gördüğü her şeyin gerçek olduğunu öğreniyor ve arkasında bir felsefe yatıyor olması nedeniyle de, gerçek olmayan diğer televizyon şovlarından daha tehlikeli olduğu doğrusuyla karşılaşıyor. Fakat filmin ana fikri ve sorguladığı nokta, daha sonra bir replikte duyacağımız üzere, "kendi algıladığımız hakikat dışında hiçbir gerçekliğin olmaması". Brian O'Blivion'un söylediği ve hemen üzerine güldüğü bu replik, aslında Cronenberg sinemasını, hatta ona çok benzer tutulan David Lynch sinemasını da anlamak için, hazmetmenin zorunlu olduğu bir cümle bence. Algının bir sınırının olmadığı postmodern evrende, gerçekliğin kesinliğinden söz edemeyiz ki zaten bu nedenle, filmde Max'in gördüğü halüsinasyonlar onu bu denli zorluyor. Tıpkı Lynch'in Lost Highway'de ya da Mullholland Drive'da anlattığı karakterlerdeki gibi, gerçekliği algılamada ve olayları konumlandırmada yaşanan sıkıntı, aslında karakterlerin deliliğinden dolayı değil, sunulan anlatının içerisinde gerçekliğe yer olmayışından dolayı. Cronenberg'in filmlerinde Lynch'e ek olarak getirdiği ve bizi de ikiye bölen tek faktör ise teknolojinin gerçekliği.
Somut olarak teknolojik aletlerle bağlantı kuruluyor olması, fakat bu bağlantının alışıldık bir bağlantı olmaması izlerken seyirciyi zorluyor. Filmin fantastik evrenini bir saniyeliğine dışarıda bırakacak olursak, aslında Videodrome filmi özellikle günümüzde, tıpkı Cronenberg tarafından yapılan bir öngörü niteliğinde. Şu anda hayatımızın hemen her alanında filmin açılışını yapan "yatağınıza götürebildiğiniz" televizyon sahnesini görebilir durumdayız. Aplikasyonlardan, izlemesi gündelik bir rutin haline gelen youtube videolarına kadar... İnsanların teknoloji ile kurduğu ilişkinin güçlenişi, bunun bir bağımlılık olduğunu fark ettirmeyecek bir seviyeye ulaşmış durumda ve bu nedenle de çoğu insan, kendi bireysel gerçeklik algısı içinde yaşadığını unutuyor. Belki daha da önemlisi insanları, kendi gerçeklik algısının en kesini olduğuna inanır hale getiriyor.
Bireyselliğin zirveye ulaştığı postmodern dönemde, yaşadığımız sancılar Cronenberg karakterleri kadar fantastik olmasa da, hemen herkesin tutunacak bir gerçeklik olmayışı dolayısıyla sık sık psikolojik sıkıntılar yaşamasının temeli, aslında Videodrome'da sunulan anlatıdan farklı değil.
Yorum Bırakın