Fransızcada 'okulu asmak' anlamına gelen 400 darbe deyiminin, bir gün elitist eleştirmenlere de darbe vuracağı kimin aklına gelirdi?
François Truffaut tarafından yönetilen, okuldan kaçan küçük bir çocuğun hikâyesinin anlatıldığı, 1959 yapımı bir filmdir Les Quatre Cents Coups. Antoine Doniel isimli bir çocuğun her gün okulu asması ve yaptığı yaramazlıkların artık tahammül edilemez bir hale gelmesi yüzünden ilk olarak hapse, ardından da ailesi tarafından bir çocuk ıslahevine gönderilmesini anlatır.
Filmde asıl tartışmalara yol açan kısım, Yeni Dalga akımının takipçilerinin, filmin son karesini yorumlayışıyla başlar. Gönderildiği ıslahevinden, tellerin altından geçerek kaçan Antoine, hayatında ilk kez gördüğü okyanusa doğru koşar. Okyanusun kıyısına gelince durur ve kameranın objektifine bakar. Kameraman görüntüyü yakınlaştırır ve film biter.
Truffaut, 1960'larda artık bir kamera yokmuşçasına çekilen, sadece estetik kaygılar güden ve filmi beğenilip beğenilmeyecek bir malzemeye indirgeyen elitist yaklaşıma, kameraya bakan bir çocukla karşı çıkar. Çünkü emek sadece bize gösterilen değil, kadrajın dışında kalanların da emeğidir.
Antoine, ıslahevinden kaçmasıyla aslında yasalardan kaçmanın bedelini, okyanus gibi bir bilinmezlikle buluşarak öder. Gerçeklik illüzyonunun sınırı olan okyanus ise, aslında eleştirmenlere bir eleştiri niteliğindedir. Film, hayatın içinden çıkıp seyirciyle buluşmazsa, sadece belli bir kitlenin elinde tutulursa maalesef ki bir zindanda hapsolur. Bunu değiştirecek olan da bundan kaçıp, gerçekliğin okyanusuna doğru koşacak olan, seyirciyle ve gerçek hayatla buluşmak isteyen senaristlerdir.
Filmin sonunda, Antoine'ın kameraya baktığı anda donan sahne ve seyirciye kitlenen bakışlar, bize artık yalnızca filmin gerçek olmadığını ve bu filmin dışında da bir hayatın olduğunu gösterir. Film, bize bu bağlamda gerçekliği sorgulatır. Gerçek, zannettiğimiz şey mi, yoksa bizden gizlenen midir?
[caption id="attachment_113801" align="aligncenter" width="500"] Sanırım şimdi de sonra da yalan söyleyeceğim. Bazen onlara doğruyu söylüyorum ve bana halen inanmıyorlar, bu yüzden de yalan söylemeyi tercih ediyorum.[/caption]
Jim Carrey, Truman Show'un merdivenlerini çıkarak bu illüzyonu bize göstermeden yıllar önce, Antoine okyanusa koşmuştu. Böylece Yeni Dalga, elitist sanat eleştirilerini değiştirmekle kalmamış, ardından gelecek akım ve filmlere de yeni bir form kazandırmıştı. Bu bir fikri savunma meselesiydi ve gelecekte de direnişe dönüşecekti.
Sanatta burjuvalaşmanın son noktası olarak, belki de Charles de Gaulle hükümetinin Paris sinematekini kapatıp saraya bir sinema açmasıyla, Paris sinematekinin kurucusu Langlois işsiz kalmıştı. Bunun ardından ayaklanan bu orta sınıf sanatseverler -genellikle yeni dalgacılar- ileride hükümetin otoritesini de eleştirecek ve grevdeki işçileri destekleyecek bir direnişe başlayacaklardı: Mayıs 1968.
[caption id="attachment_113803" align="aligncenter" width="2048"] Mayıs 1968 direnişçileri.[/caption]
Kaynaklar:
1
Yücel, Fırat. Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik. "Paris Sinemateki'nden Emek Sineması'na Seyir ve Direniş", s. 269, İletişim Yayınları: İstanbul.
Yorum Bırakın