Bilim kurgu evrenlerde, özellikle de yapay zeka ve robotları ele alan evrenleri düşündüğümüzde, Ridley Scott'ın 1982 yapımı Blade Runner'ı ve Alex Garland'ın 2015 yapımı Ex Machina'sı arasında evrenler, insanlık, dönem, bellek ve bunların geçirdiği değişimleri gözlemlemek amacıyla bir köprü kurmak mümkün.
İki filmi birbirine bağlayan en temel nokta aslında ikisinin de robot ve insan arasında geçen bir test sürecini anlatıyor olması. Ex Machina da tıpkı Blade Runner gibi anlatısını ve sorguladıklarını tamamen bir test üzerine kuruyor. Ve yine aynı şekilde testin sonu "insanı" ya da "insan olduğuna inandığımızı" sorgulatacak bir noktaya getiriyor. Nasıl Blade Runner'da uzun süre Deckard karakterinin de bir replika olma olasılığı tartışıldıysa Ex Machina'da da Caleb filmin bir noktasında kendisini test etme kararı alıyor.
Filmlerde teste tabii tutulan yapay zekaların ikisinin de kadın olarak yaratılmış olması benzerliği bir yana, testin gelişiminde izlenen yol da oldukça paralel oluyor. Örneğin tıpkı Rachel'ın verdiği iğneleyici cevaplar gibi Ava da Caleb'in cümlelerini tekrarlayarak ona geri sorular yönlendiriyor. Ve yine olayların akışı içerisinde testi uygulayan ve teste tabii tutulan karakterler arasında, duygusal bir bağ kuruluyor. Bu noktada iki filmin de yapay zekaya bakış açılarının, her ne kadar finalleri işleri değiştirse de, benzer noktalarda konumlandığını söyleyebiliriz. En azından finalde yaratılan ayrıma gelene kadar iki film de tekno-fobik bir algı kurma amacıyla değil, aksine yapay zekaların bellekleri kurgu olsa dahi insanlardan daha sahici olabileceği üzerine gidiyor. Karakterler arasında yaratılan duygusal bağ ile beraber, filmler aslında izleyiciyi de yapay zeka fikrine sıcak bakacak ve insanlığa ya da geniş perspektifle düşünüldüğünde yaratıcı olana karşı taraf alacak noktaya konumlandırıyor.
Ex Machina'da aslında ilk sahnelerde, Caleb ve Nathan arasında geçen konuşmayla bize bir yapay zeka yaratmanın insanın kendisini tanrı olarak konumlandıracak noktaya getirdiği mesajı veriliyor ve filmin devamında, Ava ile Nathan arasındaki ilişkinin bir baba kız ilişkisine benzediği gösteriliyor. Blade Runner'da da aynı şekilde baba çocuk ilişkisi Tyrell ve Roy karakterleri arasında açıkça gösterilmişti. İlişkinin ilerleyişi ve çocuğun babaya karşı nefret duyması ve kendini yaratan kişiyi yok olmamak üzerine yok etmesi de iki film arasındaki bir diğer paralellik.
Hikayeyi kurma ve geliştirme bakımından anahtar noktalarda birbirine bağlanan bu iki film, evreni yaratma sürecinde ise dönem dolayısıyla birbirlerinden ayrılıyorlar. Blade Runner çok daha fütüristik bir çizgide ilerleyip bizi siber-punk ve karmaşa dolu bir evren içinde konumlandırırken, Ex Machina'da doğanın içinde oldukça steril bir evde geçen olayları izliyoruz. Bu noktada, her ne kadar biçimsel tercihler ve görsel anlatı farklı olsa da amaçlanan şey aynı: dönemin koşulları ile yapay zeka vücut bulduğunda oluşacak ortama dair heterotopik bir resim çizmek. Blade Runner, 82 yapımı olduğu göz önünde bulundurulursa bu resmi tamamen şehir içinde, küreselleşmiş bir yaşam alanında yani tüm kültürlerin teknoloji sayesinde harmanlandığı ve beraber var olduğu bir ortamda yapıyor, geleceği bu şekilde ön görüyor.
Ex Machina ise aslında döneme çok daha yakın, hatta belki dönem içinde geçen bir film olarak göz önüne alınırsa yapay zekayı doğa içinde konumlandırmayı seçiyor. Çünkü günümüzde, tüketim kültürünün ve teknolojik olan şeylerin hemen hepsi ya kendini doğa içine konumlandırıyor ya da bir şekilde doğa ile bir bağlantı kurmaya çalışıyor. Blade Runner 82'de, yapay zekanın konumlanacağı tüketim kültürünü çok daha karmaşık hayal etse de tüketim kültürü, geçirdiği değişim sonucunda kendini bir "sadeleşme ve doğallaşma" etiketinin ardına saklamayı başardı ve bu nedenle aslında eski tarihlerde daha şaşaalı ya da komplike hayal edilen durumlar, yaşadığımız dünya içinde daha basit ve sade hale geldi. Ex Machina'da bir yapay zekanın yaratıldığı ortamı da doğanın içine hapsetmek, hem dönemi anlatmak açısından hem de yapay zeka ve doğal olanı bir arada barındırarak bir heterotopya yaratmak açısından mantıklı bir seçim.
İki filmi, içindeki oryantalist ögeler üzerinden de incelemek mümkün. Blade Runner'da sık sık dev ekranlarda gördüğümüz Uzak Doğulu kadınlar gibi Ex Machina'da da Nathan ile beraber yaşayan bir Uzak Doğulu karakterimiz var. Ve filmin ilerleyen noktalarında, Ava'dan önce yaratılan yapay zekalara tanımlanan fiziksel özelliklerin farklı milliyetlere ait olduğunu görüyoruz. Bu noktada da tıpkı Blade Runner'da olduğu gibi kültürlerin yapay zekanın mümkün olduğu bir ortamda karma hale geleceğine dair bir mesaj var. Blade Runner'ın içindeki gece kulübü ve dans sahneleri, Ex Machina'da ise Nathan'ın sık sık alkol tüketmesi ve dans etmesi eşlenebilir özellikler olduğundan, iki filmde de oryantalist kültürün getirisi olan diyonizyak dokunuşlar mevcut.
Filmlerin finalleri incelendiğinde ise 82 yapımı Blade Runner bize, replikalara ait bir zafer vermeyip sadece onlara daha sıcak bakmamızı sağlarken Ex Machina, hem yapay zekaya ait bir zafer veriyor hem de bunu tekno-fobiden uzak bir çizgide, belki de hak edilmiş bir zafer olarak yapıyor. Blade Runner'da iyi ve kötü ayrımı çok net olmasa da günümüz filmleriyle kıyaslandığında daha anlaşılabilecek çizgilerle ayrılmıştı. Filmi dönemi içerisinde değerlendirdiğimizde, Deckard'ın Roy'un ölümünden sonra ağlaması bile bir gri bölge yaratabilecek nitelikteydi. Ex Machina'ya bakıldığında ise işlenen iyi ve kötü kavramı sürekli hareket halinde ve final bizi tamamen bir gri bölgede bırakmakta. İzleyici, Ava ile kurduğu duygusal bağ sonucu ve gerçekliğin gösterildiği kadarıyla filmin başlarında yaratıcı olan Nathan'ı karşısına alırken, gerçekliğin diğer yüzünü görmeye başladıkça Ava'yı sorgular hale geliyor. Fakat film, bu sorgulamaları sürekli olarak insan ve robot arasında atlattığı için hem iyi-kötü karakter algımızı hem de kazanan-kaybeden algımızı yerle bir ediyor. Ava'nın yaratıcısını öldürmesi, yapay zeka için bir zafer olarak algılanabileceği gibi, Ava'nın bu güçte olması onu yaratan insanın zaferi olarak da algılanabilir.
Yapay zeka, robot, insan ve gerçeklik meseleleri üzerinde oynayan bu iki filmin de başarılarındaki ortak nokta, anlatıyı dönemin ruhu ile aktarıp kurulan anlatı gibi biçimsel tercihlerini de bu yönde yapmaları.
Yorum Bırakın