"Aşk oyunu buna derler güzelim seçmelisin birini, bir şöyle bir böyle derken kaçırıp harcarsın sevgileri” demiş Kenan Doğulu.
Konu karşı cins olunca tanımlanması zor, gözlerin açıldığı, kulakların dikkat kesildiği karmaşık duygular söz konusu. Böyle duygularla karşımıza Natalie Portman, Julia Roberts, Jude Law ve Clive Owen dörtlüsü çıkıyor. Filmde onlar dışında oyuncu göremiyoruz, bu dörtlü harika oyunculuklarıyla hepimize yetiyor. Film 2004 yapımı, türü dram/melodram ve Oscar, BAFTA, Emmy, Altın Küre, Tony ve Grammy ödüllerinin hepsini kazanmak gibi acayip bir başarıya sahip. Mike Nichols ise filmin yönetmeni.
Closer, bir tiyatro olmasına rağmen filme dönüşümü harika olmuş. Senaryo ilişkiler, ilişkilerde dürüstlük ve bunun önemi, taktikler, yalanlar, arayışlar, aldatışlar gibi birçok konuda fikrini düzgünce dile getirmiş ve ayrıca aldatanın aldanan, mağdurun haksız, aşık olanın bağımlı, nefret edenin aşk dilenen durumuna düşmesi çok güzel resmedilmiş.
Filmin bu dönüşü, sakinliğinden yüzümüze gülümsüyor. Diyalogların net, ortamların sakin; müzik kullanımı da aynı sakinlikle işliyor. Diyalogların çoğunda müzik kullanılmamış. Olanlarda ise ortamda çalan müzikler var. Bunların dışında bizi Damien Rice-The Blower's Daughter karşılıyor ki zaten her şey o ağır çekimde birbirine yaklaşmakta olan Alice ve Dan ile başlıyor. Ayrıca filmde ilişkilerin en kritik dönemlerini görüyoruz. Yani başlangıçlar ve bitişler. Araları görmüyoruz ve bence bu filmin izlenebilirliğini arttıran bir kurgu yapısı.
Filmin konusundan bahsetmek gerekirse; asıl hedefi yazarlık olan ama yeteneği olmayan, hayatını gazetelerin ikinci sayfalarında ölüm ilanları yazarak kazanan bir adam Dan (Jude Law). Yaşadığı ilişkinin kötü anılarından kaçarak New York’a yerleşiyor. Bir kaza sonucu yolları Alice (Natalie Portman) ile kesişiyor. Alice ise bir striptizci. Alice ve Dan çok hızlı bir şekilde ilişkiye başlıyor fakat Dan üzerinden çok geçmeden kitabının fotoğraf çekimlerini yapan Anna’ya (Julia Roberts) aşık oluyor. Anna'nın yaptığı fotoğraf çekimi de Dan’in Alice’i anlattığı yani onunla yaşadığı 3 sene boyunca, onun hayatını konu aldığı kitabının çekimidir. Şöyle bir detay da var ki sizin de bildiğiniz gibi sevgili Dan bir kız arkadaşa sahip ve fotoğraf çekimini kitabı atfettiği Alice için... Anna bu sebeple Dan’i reddeder. İçinizden “E zaten böyle olmalıydı!” dediğinizi duyar gibiyim fakat durum hiç de öyle gitmiyor. Reddedilen Dan, buna çok sinirlenip adeta küçük bir çocuk gibi davranarak Anna yerine arkadaşlık uygulamasına kaydoluyor fakat işleri hesapladığı gibi gitmiyor ve uygulamadan tanıştığı Larry (Clive Owen) ile Anna’yı buluşturarak onların evlenmesine neden oluyor. “Neden olmak” tabiri onun tarafından bakılınca kullanılabilir çünkü Anna ve Larry oldukça iyi anlaşıyor ve birbirleriyle her şeyi paylaşıyorlar. Tabii bu sebepten de evlilik doğuyor.
Tüm bunlar yaşanırken aralarına kim, nasıl girerse girsin, Anna ve Dan’in aklı hâlâ birbirlerindedir. Alice'in uçarı tavırları, Larry'nin şiddet ve şehvetle beslenmiş davranışları, Anna'nın dobra ve dürüst tutumu ile soğuk güzelliği ve Dan'ın tutkulu ama kararsız aşık halleri, tesadüflerin birleştirdiği bu iki çiftin ilişkilerini daha da karmaşıklaştırıyor. Oyuncuların başarılı kişiler olması, diyalogların oldukça iyi betimlenmiş olması izleyenleri de içine çekiyor. İzlerken “Aa bu ben!” diye söylendiğiniz sahne mutlaka karşınıza çıkıyor.
Film, belki birçok izleyici için biraz umut kırıcı bir şekilde sonlanıyor. Aldatmak, ihanet belki affedilebiliyor ama saygının yitirilmesine neden olan bencillik ve kararsızlık affedilmiyor. Çok arzu eden, tutkuyla isteyen sanki kazanıyor. Sonuç ise şu: İnsanlar için yabancıların hep bir çekiciliği vardır. Bu yabancılar hayatınızı değiştirebilir hatta altüst bile edebilir. Dan: I love you! Alice: Where? Dan: What? Alice: Show me! Where is this love? I can't see it. I can't touch it. I can't feel it. Fragman için: " target="_blank" rel="noopener">
Konu karşı cins olunca tanımlanması zor, gözlerin açıldığı, kulakların dikkat kesildiği karmaşık duygular söz konusu. Böyle duygularla karşımıza Natalie Portman, Julia Roberts, Jude Law ve Clive Owen dörtlüsü çıkıyor. Filmde onlar dışında oyuncu göremiyoruz, bu dörtlü harika oyunculuklarıyla hepimize yetiyor. Film 2004 yapımı, türü dram/melodram ve Oscar, BAFTA, Emmy, Altın Küre, Tony ve Grammy ödüllerinin hepsini kazanmak gibi acayip bir başarıya sahip. Mike Nichols ise filmin yönetmeni.
Closer, bir tiyatro olmasına rağmen filme dönüşümü harika olmuş. Senaryo ilişkiler, ilişkilerde dürüstlük ve bunun önemi, taktikler, yalanlar, arayışlar, aldatışlar gibi birçok konuda fikrini düzgünce dile getirmiş ve ayrıca aldatanın aldanan, mağdurun haksız, aşık olanın bağımlı, nefret edenin aşk dilenen durumuna düşmesi çok güzel resmedilmiş.
Filmin bu dönüşü, sakinliğinden yüzümüze gülümsüyor. Diyalogların net, ortamların sakin; müzik kullanımı da aynı sakinlikle işliyor. Diyalogların çoğunda müzik kullanılmamış. Olanlarda ise ortamda çalan müzikler var. Bunların dışında bizi Damien Rice-The Blower's Daughter karşılıyor ki zaten her şey o ağır çekimde birbirine yaklaşmakta olan Alice ve Dan ile başlıyor. Ayrıca filmde ilişkilerin en kritik dönemlerini görüyoruz. Yani başlangıçlar ve bitişler. Araları görmüyoruz ve bence bu filmin izlenebilirliğini arttıran bir kurgu yapısı.
Filmin konusundan bahsetmek gerekirse; asıl hedefi yazarlık olan ama yeteneği olmayan, hayatını gazetelerin ikinci sayfalarında ölüm ilanları yazarak kazanan bir adam Dan (Jude Law). Yaşadığı ilişkinin kötü anılarından kaçarak New York’a yerleşiyor. Bir kaza sonucu yolları Alice (Natalie Portman) ile kesişiyor. Alice ise bir striptizci. Alice ve Dan çok hızlı bir şekilde ilişkiye başlıyor fakat Dan üzerinden çok geçmeden kitabının fotoğraf çekimlerini yapan Anna’ya (Julia Roberts) aşık oluyor. Anna'nın yaptığı fotoğraf çekimi de Dan’in Alice’i anlattığı yani onunla yaşadığı 3 sene boyunca, onun hayatını konu aldığı kitabının çekimidir. Şöyle bir detay da var ki sizin de bildiğiniz gibi sevgili Dan bir kız arkadaşa sahip ve fotoğraf çekimini kitabı atfettiği Alice için... Anna bu sebeple Dan’i reddeder. İçinizden “E zaten böyle olmalıydı!” dediğinizi duyar gibiyim fakat durum hiç de öyle gitmiyor. Reddedilen Dan, buna çok sinirlenip adeta küçük bir çocuk gibi davranarak Anna yerine arkadaşlık uygulamasına kaydoluyor fakat işleri hesapladığı gibi gitmiyor ve uygulamadan tanıştığı Larry (Clive Owen) ile Anna’yı buluşturarak onların evlenmesine neden oluyor. “Neden olmak” tabiri onun tarafından bakılınca kullanılabilir çünkü Anna ve Larry oldukça iyi anlaşıyor ve birbirleriyle her şeyi paylaşıyorlar. Tabii bu sebepten de evlilik doğuyor.
Tüm bunlar yaşanırken aralarına kim, nasıl girerse girsin, Anna ve Dan’in aklı hâlâ birbirlerindedir. Alice'in uçarı tavırları, Larry'nin şiddet ve şehvetle beslenmiş davranışları, Anna'nın dobra ve dürüst tutumu ile soğuk güzelliği ve Dan'ın tutkulu ama kararsız aşık halleri, tesadüflerin birleştirdiği bu iki çiftin ilişkilerini daha da karmaşıklaştırıyor. Oyuncuların başarılı kişiler olması, diyalogların oldukça iyi betimlenmiş olması izleyenleri de içine çekiyor. İzlerken “Aa bu ben!” diye söylendiğiniz sahne mutlaka karşınıza çıkıyor.
Film, belki birçok izleyici için biraz umut kırıcı bir şekilde sonlanıyor. Aldatmak, ihanet belki affedilebiliyor ama saygının yitirilmesine neden olan bencillik ve kararsızlık affedilmiyor. Çok arzu eden, tutkuyla isteyen sanki kazanıyor. Sonuç ise şu: İnsanlar için yabancıların hep bir çekiciliği vardır. Bu yabancılar hayatınızı değiştirebilir hatta altüst bile edebilir. Dan: I love you! Alice: Where? Dan: What? Alice: Show me! Where is this love? I can't see it. I can't touch it. I can't feel it. Fragman için: " target="_blank" rel="noopener">
Yorum Bırakın