''Unutan iyileşir.'' diyor Nietzsche. Halbuki, unutuş da içinde hatırlama barındırır. Hâliyle, unutuşu dahi unutmak, unutmak istediğimiz şeyden gerçek kurtuluş olacaktır. Çok içtiğimiz bir gecede, duygusal açıdan bizi etkileyen bir durum yaşamışsak ve bu durum olumsuzsa, kendimize geldiğimizde her şeyi baştan aşağı hatırlamak isteriz. Yaşanan bir ayrılıksa eğer, ayrılığın nedenlerini kafamızda iyice oturtmaya çalışırız. Çünkü buna neyin yol açtığını bilmek, onu düzeltmemize de olanak sağlar. Öte yandan, en başından itibaren hiçbir şey hafızamızda yoksa, o zaman da bir boşluk hissederiz, bir şeylerin ters gittiği izlenimine kapılırız. Güneş, her zamanki gibi doğudan doğsa da ışığında bir terslik vardır, aslında doğru olanın güneşin batıdan doğması olduğu hissine kapılırız. İnsan, elinde olmadan unutmak üzerine kurulmuş bir beyne sahiptir, ancak belleğe yapılan dışarıdan müdahale duygusal bir tahribat yaratır. Güzeller güzeli Clementine'ın bunalımı gibi.
Michel Gondry ve Charlie Kaufman ortaklığıyla meydana gelen, unutuş üzerine çekilmiş en etkili filmlerden biri olan Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ın başrollerini; Jim Carrey ve Kate Winslet paylaşıyor. Bu bilgiler sizler için artık sıradan olmakla birlikte, bir analizin gerekliliği olduğu için belirtme ihtiyacını yine de duydum.
Film, hayata sanki yeniden gözlerini açmış, etrafında ne olduğunu anlamayan bir bebeğin meraklı bakışlarına sahip Joel'in uyanması ile başlıyor. Filmin senaristi, benim de en beğendiğim senarist olan Kaufman, karakterin sosyal yaşamında neler yaptığını, onun sevgililer gününe dair yazdığı kısa düşüncelerle seyirciye aktarıyor. Aynı zamanda defter yapraklarının koparılmış olması ve Joel'in de bunun nedenini bilmemesi, merak ögesini tetikliyor ve kendimizi gerçeküstü, bir o kadar da şiirsel maceranın içinde buluyoruz.
Joel, aklına esenleri yapma konusunda pek de becerikli olan biri değilken, bir iç ses yahut dürtü, onu işi ekip Montauk'a gitmeye ikna ediyor. Gittiği yerde ise Clementine ile karşılaşıyor ve harika bir tren yolcuğu sahnesiyle karakterlerin kişilikleri hakkında fikir sahibi oluyoruz. Joel içe kapanık, utangaçlığını nezaketiyle gizlemeye çalışan yalnız bir adamken, Clementine uçarı, renkli, istediğini istediği an yapan sosyal bir kadındır.
Film ilerledikten sonra ise, büyülü dünya yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Clementine'ın onu sildirdiğini öğrenen Joel, ani bir kararla aynı şeyi yapmaya, Clementine'ı sildirmeye gidiyor. Prosedürler işliyor ve zamanı geldiğinde kendimizi artık Joel'in zihninde buluyoruz.
Bilinçaltı, Clementine ile dolu olan Joel, kötü anılar bir bir giderken bir noktada yaşadığı güzel bir an ile karşılaşıyor. O andan itibaren ise aklında Clementine olarak kalan o fikir ya da anı parçasını bilincinde dört bir yana kaçırıyor. Bu kaçırma sekansı esnasında, çocukluk ve utanç anlarının silinmesi ne kadar zor izler taşıdığına dair anlamlar çıkarabilmemizi mümkün kılıyor. Örneğin, Clementine Joel'e, ''Beni utancına sakla...'' dediğinde izleyici, karşısında gizli gizli mastürbasyon yaparken annesine yakalanan Joel'i seyrederken bulur. Joel, o anıyı düşünürken, hâlâ utanmaktadır ancak bastırılmış bir utançtır bu. Freud'un görüşüyle buradaki bastırma, bilinçli bir bilmek istememe durumudur. Anı ve onunla bağlantılı olarak suçlama, vicdan, utanç, kendine güvensizlik gibi semptomlarla yer değiştirir. Duruma böyle baktığımızda, Joel'in içe kapanık karakterine Freudyen bir analiz yapabiliriz.
Clementine ise, hafızasını sildirdikten sonra depresyonlar ve kafa karışıklıkları yaşar. Bu yalnızca romantiklik olsun diye senaryoda yer alan bir şey değildir; aksine gayet bilimsel dayanakları olan bir durumdur. Depresyon ve epilepsi hastalıklarında kullanılan TMS, deneysel olarak hafıza sildirme işlemi için de gerçek yaşamda kullanılmaktadır. Doğru ifade etmek gerekirse, anılar tam anlamıyla silinmese bile soldurulabilmekte ve acısı hafifletilebilmektedir. İnsan beyninin hafıza bölümü kafanın şakak kısmındadır. Görsel hatıra ise arka beyinde. Duyular ise beynin yan kısımlarında bulunur. TMS, bu üç bölgenin buluştuğu noktaya uygulanarak anılarda soldurma meydana getirilir. Ancak bu durum ahlâki dezonformasyona, kişilikte değişime de neden olabilmektedir. Nihayetinde filmde de uygulanan teknikte aynı bölge uyarılmakta, sonunda Clementine, derin bir depresyon içine girmektedir. Aynı şekilde Joel de sabah uyandığında, kendinden beklenmeyecek şeyleri yapmak için içinde garip bir dürtü bulur. Sonuç olarak hiçbir anı tamamen silinmez, ve hisler bir tortu olarak yaşamaya devam eder.
Filmin finali de, solmayan hislerle bağlantılıdır. Nitekim Clementine ve Joel, bu hikâyenin sonunda yeniden birleşirler. Ayrılık kısır bir döngüye yol açar. Duygusal olarak sona ermeyen bir birlikteliğin yalnızca akıl yoluyla bitirilemeyeceği de seyirciye bu poetik seyirlikle anlatılmış olur.
Yorum Bırakın