Xavier Dolan'ın Cannes Film Festivali'nde, Jüri Özel Ödülü almasını sağlayan başyapıtı Alt Tarafı Dünyanın Sonu (It's Only End of the World); ailesini geride bırakarak kendine yeni bir yaşam yolu çizen yazar Louis'in, ailesiyle yüzleşmesini konu alıyor. Film, Jean-Luc Lagarce'ın aynı isimli tiyatro oyunundan beyaz perdeye taşınıyor.
Terk etmek, yeni bir yol çizmek, hepimizin zaman zaman aklından geçirdiği bir şey. Bazen ortada hiçbir şey yokken dahi, olmadığımız o yerin bizi daha mutlu edeceği inancı yeşeriverir içimizde. Bu inanca kapılarak yeni bir hayata başlamak ile olduğumuz yerde kalmak ve bir şeyleri düzeltmek fikri; kuzeylerin fırtınası gibi sessiz ancak soğuk biçimde kavurup durur yüreğimizi. En nihayetinde, gücümüz olmadığını fark ettiğimizde; olduğumuz yerde kalır, bir şeylerin değişmesini bekler, deyim yerindeyse kendi kentimizde peygamber olmaya çalışırız. Ancak her şeyi göze alan birinin önünde hiçbir bağ, ilişki yahut sevgi duramaz. Kaybedeceği tek şey gitmemek olan kişi için kalmak, var oluşsal olarak kendini öldürmekten farksızdır. Nihayetinde, her şey geride bırakılır, yaşamın tüm zehirli yanları göze alınır; gözyaşına, hasrete ve belki de pişmanlığa gebe olarak başka bir şehre, başka bir yaşama adım atılır. Geride kalanlar nedenini anlamaz belki; anlaşılmamak yüreğin çökeltisidir, damarlarda gezinip zaman zaman bilinci yoklar. Fakat artık gidilmiştir. Louis gibi...
Alt Tarafı Dünyanın Sonu, tüm bu hislerle ailesinden ayrılan Louis'in, yakında öleceğini söylemek için 12 yıl sonra ailesinin yanına dönüşünü konu alıyor. Tiyatro metninin sahibi Jean-Luc Lagarce, ailesini geride bırakıp yanlarından ayrıldıktan yıllar sonra, AIDS nedeniyle hayatını kaybediyor. Senaryo için, Jean-Luc Lagarce'in kendiyle ve pişmanlıklarıyla yüzleşmesi demek yanlış olmayacaktır.
Filmin henüz başında, Louis uçaktayken iç sesini duyuyoruz...“Ben ayrılalı 12 yıl oldu. “Pek geçinemiyorsunuz sanırım?” Geçinmek? Sonuçta aile. Kan bağı dahil herhangi bir şey paylaşmayı hayal dahi edemediğim bir aile. Bu yüzden seve seve ayrıldım. 12 yıl. Ve birdenbire bir davet. Kaybolan vakti telafi etmek için mi? Ya da kalan zamanı açıklamak. 12 yıl uzun. Bihaber geçti. . Ama neden onlardan korkuyorum? Hoş olmalı aslında. Tıpkı o romantik romanlarda olduğu gibi… Sonsuz aşk, şaşkın kahkahalar. Hataları unutacaklar. Veya hiç affetmeyecekler. Gözyaşları ve haykırışlar, sırlar, keder, garez… Peki ya onlara gideceğimi söylediğimde? Zamanın sonuna dek? Sonsuza dek hatıralarında kalacağımı. Sonrası? Öngörülemez. Yine de… Bu sadece bir aile yemeği, dünyanın sonu değil.” Louis, içinden bu düşünceleri geçirirken, arkasında oturan ufak erkek çocuğu Louis'in gözlerini kapatır. Bu an, onun çocukluğunu da göz önüne alarak; içinde bulunduğu hisleri, nasıl zihninden geçirdiğinin bir göstergesidir. Ailesinin yaşadığı yere arabayla gelirken, yolda gözüne ilginç nesneler çarpar. En ilginci ise, duvara çizilen bir iskelettir. Bu iskelet, Louis'in ölüm düşüncesiyle ailesinin yanında gittiğini işaret eder.
Louis eve vardığında Suzanne (Lea Seydoux), Anne (Nathalie Baye), Catherine (Marion Cottilard) ve Antoine (Vincent Cassel) karşılar. Suzanne, hayal meyal hatırladığı abisini gördüğü için heyecanlı; Anne, her şeyin mükemmel olması için telaşlıdır. Antoine ise, öfkesini gizleyemez hâlde Louis'i beklemektedir. Louis, henüz eve geldiğinde Catherine ile yeni tanışır. Abisinin düğününü ve yeğenlerinin doğumunu dahi kaçırmıştır. Sakinlikle Catherine'i dinlerken Antoine'ın sataşmalarına maruz kalır. O anlarda Catherine bir terslik olduğunu anlar.
Louis, aileyle birlikteyken nasıl iletişim kuracağını dahi bilemez, onlardan haber almamış, onlarla bir şey yaşamamıştır. Dolayısıyla ortamda edilgen biçimde durur; aile fertlerini dinleyip onlara gülümsemekle yetinir. Özellikle Suzanne ile yaptığı konuşmayla beraber, yıllardır gebe olduğu pişmanlığın doğum sancıları başlar.
Louis, ailesinin yanına dönerken tek sorunun onlara sonsuza dek gideceğini söylemesi olduğuna inanır; ancak içlerine girdiğinde, senelerdir bastırdığı her şey yavaş yavaş gün yüzüne çıkar. Her ne kadar her şeyi göze almış, seçimi sonunda ona iyi bir kariyer getirmiş olsa da, zaman içinde eksikliğini hissettiği şeyler olmuştur; bu da ailedir. Ne kadar uzağa giderse gitsin, görünmez bağlarla bağlandığı ailenin yarattığı o duygudan kopamamıştır. Belki de aileyle yüzleştikçe, gidişinin bir hata olduğunu kavramaktadır. Çünkü artık yalnız ölecektir ve zaman onun aleyhine geçmektedir.
Louis, Antoine ile araba gezisine çıktığında, onunla konuşmak adına geçmişe referans vererek bazı konulardan bahseder ancak Antoine'ın sert tepkisiyle karşılaşır. Antoine'ın içinde, bütün ailenin yükünü çekmek zorunda olmanın biriken öfkesi vardır. Louis aklına eseni yaptığı için, Antoine'ın manevra şansı azalmış, hatta yok olmuştur. Buna rağmen aile tarafından bozguncu, agresif hatta aptal olarak nitelenmekten kaçamamıştır. Louis'in uzaklarda bir idea gibi durması, herkesin gözünde Louis'i kusursuzlaştırmıştır. Ancak Antoine, her şeyle mücadele etmesine rağmen ailenin gözüne bir türlü girememiştir. Bunun suçlusunun da Louis olduğuna inanır ve öfkesiyle bunu belli etmeyi seçer. Yükü çeken insanın olanca yorgunluğu vardır üzerinde...
Louis ile Antoine eve döndüğünde Antoine, olacakları hissetmiştir. Dolan'ın müzikle ve ağır çekimlerle kurguladığı planlar, her şeyin bitmek üzere olduğu hissini, duygusal olarak içimize yerleştirir. Guguklu saatin kuşu ötmeye başlar artık. Ve Antoine, Suzanne'a filmin en çarpıcı repliklerinden birini söyler... ''Mutsuzsun, çünkü böylesi daha kolay...'' Bu söz yalnızca Suzanne'a söylenmemiştir. Louis'nin ailenin yanından ayrılmadan önceki hâline de söylenen bir sözdür. Olduğu yerde mutlu olmaya çalışmayıp tüm yükü Antoine'a bırakan Louis'e karşı, söylenememiş son sözdür belki de. Mutsuzluk gerçekten daha kolaydır... Hiçbir çaba sarf etmeden elde edilebilecek nadir şeylerden biridir hatta. Yalnızca düşünerek bile ona kavuşulabilir. Yataktan çıkmak, hayata karışmak gerekmez. İnsanın elinin altında, baş ucunda duran bir lambadır. Tek bir hareketle, diğer tüm şeylerden daha basit şekilde mutsuz olunabilir. Ancak her şeye rağmen mutsuz olmak belki de mutlu olmaktan daha zordur. Artık sizi kendinizden kaçmaya yönelten, sağaltılmayan, kanser gibi tüm tedavilere ve ilaçlara rağmen büyüyen o tümörle yaşamak; mutluluk için çabalamaktan daha ıstıraplıdır. Sonunda elde edilecek hiçbir şey yoktur üstelik; elde kalan sadece kabulleniştir. O kabullenişle başka şehirlere gidilir; kendini daha az hissetmek, özünü daha kolay yadsımak için. Yine de geri dönüldüğünde kaçmanın illüzyondan ibaret olduğu anlaşılır. Şimdi, doğurulan pişmanlıktan af dileme vaktidir.
Louis, ailesiyle olan akşam yemeğinde, ateşini kaybeden bağları yeniden harlamak için artık tekrar tekrar görüşmek istediğini söyler. Suzanne'ı ve Antoine'ı yanına çağırır. Ancak bunları yaparken gitmesi gerektiğini söyler. Cümlenin sonunu getirmeden Antoine telaşla Louis'i yerinden kaldırır ve havaalanına bırakacağını söyler. Gerçeği sezen Antoine, kimseye bir şey belli etmeden olayı çözmeye çalışır. Ailenin diğer fertleri Antoine'a kızarken Antoine onlara hiçbir şey bilmediklerini söyler. Yağmur dinmiş ve artık güneş açmıştır. Etrafı sımsıcak bir ışık kaplar. Louis kapının eşiğinde yalnız kalmışken guguklu saatin kuşu ötmeye başlar. Kuş canlanır ve yuvadan uçup sağa sola çarpmaya başlar. Bu sürreal an, Louis'nin tüm macerasını anlatmaktadır. Sonunda kuş yere düşer ve can çekişerek nefes alır. Eve geri dönememiştir. Louis çıkmadan önce Catherine'e sus işareti yapar. Ölüm onların sırrıdır. Işığa doğru ilerler... Bu onun sonsuza dek gidişidir.
Yorum Bırakın