Bazı acılar, ilaç yerine geçer. -William Shakespeare
Dünya üzerindeki hiçbir insan duygularından, bir diğerine zarar vermedikçe yaşantısından ve doğuştan gelen özelliklerinden dolayı kendini bir kıstas içinde bulmamalıdır. Çünkü uzaktan görülen her zaman hoş, yakından görülen ise sanılanın aksine sadece aldanıştan ibarettir. İnsan zihninin sürekli değiştiğini, tecrübeyle geliştiğini ve kendini her zaman bir tık daha aştığını göz önüne alırsak, insanı insan yapan duyguları ve yaşam tarzını bir kalıba koymak imkansızdır. Bu noktada kişi böyle olmalıdır, şöyle davranmalıdır, doğrusu budur gibi bir algıya kapılmak dünyanın en büyük yanılgısıdır. Doğanın kanununa göre insan yaşadıklarıyla şekillenecek, daha sonra ya yeşerecek ya da solacaktır. Sık sık kullandığımız ''Seni anlıyorum'', bu bağlamda sakarca kurulan bir cümle oluyor. Bir insan başka bir insanı aynı şeyleri yaşamış olsalar dahi tam olarak anlayamaz. Çünkü yaşanılanın iki farklı kişiye hissettirdikleri, etkileri ve bırakacağı izler asla bir olmayacaktır. Hatta ortada bir yaşanmışlık olması da gerekmez. Doğuştan gelen bazı psikolojik durumlar da anlamanın önünde duran koca bir bariyerdir.İnsanın yaşamını içgüdüleri doğrultusunda idame ettirebilmesi için kendini beslemesi gerekir. Bu beslenme bazen çalışmaktır, bazen mutluluğa sebep aramaktır, bazen güçlü görünmek, bazen de tam tersi güç kavramından kendini soyutlamak.
Acı tanımamış olmak, büyük bir acıdır. -Marcus Tullius Cicero

Büyük acılar daha önemsizlerinin hissedilmesini engeller ve tersine, büyük acıların yokluğunda en küçük dertler ve sıkıntılar bile bize büyük acı verir.
Dünya üzerinde olabilecek bütün kötü şeyleri bir araya toplayalım. Bir insan düşünelim, ailesini kaybetmiş, gidecek kimsesi yok, üstelik diğer insanlara çok sayıda kötülük yapmış. Bu insan şartlardan dolayı veya doğuştan kendiyle hesaplaşmamaya, kendini ön plana koymaya meyilliyse, yani gerçek anlamda göz ardı edebiliyorsa ve umurunda değilse, bu insan çok acı çekmiş diyebilir miyiz? Başka bir insan düşünelim, hayatı boyunca sadece bir kişiye kötülük yapmış. Eğer bu insan yaşadığı sürece bu kötülüğü kalbinde hissetmiş ve kendini cezalandırmışsa, diğer insandan daha çok acı çekmemiş midir? Çoğunluk kendini iyi bir insan olarak görmeye meyillidir. Bu sebepten kendini bilmek, kendini görmek, kendini bağışlamak göründüğünden çok daha çetrefilli bir mesele olarak karşımıza çıkar. Sophokles de aynı şekilde acıların en acısını, kendi kendimize çektirdiğimiz olarak tanımlar. Kabullenilmesi gereken şeyler burada üst insana ulaşan basamaklardır. Bahsettiğimiz farkındalık haline gelecek olursak, acının ve melankolinin kişiliğin yoğrulmasında ve meydana gelmesindeki payına bakalım. Van Goethe'ye göre kendi acımız, bize başkalarınınkini bölüşmeyi öğretir. Yani belli bir acıyı ucundan kıyısından dahi tatmamışsak, o acı tadı alan başka birini nasıl algılayabiliriz ki? Bu istemli veya istemsiz kör kalma durumudur. Samuel Johnson da aynı şekilde acı çekmeyenlerin, başkalarının acı çekebileceğini akıllarına bile getirmeyecekleri görüşündedir. Sanki sana dokunmayan şey herkesi teğet geçecekmiş gibi gelir. Hiçbir çukurdan el uzatmadığın için, uzanan eli hiçbir zaman göremezsin. Bir acı, doğruyu gösterir. Çekilen acının sayısı ve ağırlığı arttıkça insan olmanın yükü bir kambur doğurur. Ama dikkat edin, iyi insanlar sırtlarında hep bir kamburla dolaşırlar.Yardıma çağırdığım şey acılardır; çünkü onlar dosttur ve iyi öğütler verirler. -Wolfgang Van Goethe

Yorum Bırakın