“Ne yaparsan yap, daima pişman öleceksin. Belki yaptıklarından, belki de yapmadıklarından.” -Dostoyevski
Bugün farkında olmadan yüzlerce seçim yaptık. Ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi, hangi koltukta oturacağımızı bile. Belki bazıları önemsizdi, kararı vermek bir salisemizi bile almadı. Bazıları için şu anlık sorun yoktu, ileriye yönelik zararları vardı. Ya da tam şu an, umulmadık şekilde zarar verecekti belki. Hangi seçimin nereye savuracağını tahmin etmek imkansızdır. Sonu iyi mi kötü mü bilmek imkansızdır. Doğru mu yoksa yanlış mı, hepsi imkansız... Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard'a göre, zorunda olduğumuz seçimleri iyi mi kötü mü olacak korkusuyla hiç yapmadığımız zaman umutsuzluğa düşmüş oluruz. Bu korku ve umutsuzluk hayata karşı bizi zayıflatır, zihnin kaygıyla dolmasına sebep olur ve yeni fırsatların suratına kapıyı kapatır. Bu görüş sık sık duyduğumuz, en kötü karar kararsızlıktan iyidir, çerçevesine dahil sayılabilir. Kierkegaard, önümüzdeki seçim yollarının sonsuz, karmaşık ve bilinmez olmasına karşın şöyle söylemiştir: “Eğer evlenirsen, pişman olacaksın; eğer evlenmezsen, bundan da pişman olacaksın; evlen veya evlenme, ikisinden de pişman olacaksın; dünyadaki aptallıklara gülsen de pişman olacaksın, ağlasan da pişman olacaksın; gül veya ağla, ikisinden de pişman olacaksın…” Bu pişmanlıklar kaçınılmaz olarak sık sık uykumuzla münakaşa edecek, yüzümüzdeki kasları hakimiyeti altına alacak ve üç dişli mızrakla dürtüp duracak bizi. Başka yoldan gitseydim nasıl olurdu? Öyle demeseydim daha mı iyiydi? Gitmeli miydim? Kalmalı mıydım? Peki ya söylemeli miydim? Bütün bu sorular kocaman bir melankoli havuzunda toplanır. İhtimaller sonsuz, havuz olabildiğine derindir. Nietszche, bu havuzda boğulmamayı tercih eden isimlerden. Bu çıkmazdan Amor Fati (Latince, kişinin kaderine duyduğu aşk) felsefesini benimseyerek kurtuldu. Amor Fati, yaşanan her şeyi acı ve tatlı fark etmeksizin kabullenmek ve onları kucaklamak anlamına geliyor. Bu görüşe göre yaşanan her şey kişinin bir parçasıdır, onu bütünüyle var etmiştir. Hayatı boyunca mutluluk için çabalamak yerine her olaydan salt zevk almaya çalışarak derin bir ruhu amaçlayan Nietzsche'nin bu evrimi şu cesur cümleleriyle beliriyor: ''Yalnızca ıstıraptır ruhun nihai kurtarıcısı. Bu tür bir ıstırabın bizi daha iyi bir hale getireceğinden şüpheliyim; ancak biliyorum ki bizi daha engin kılacaktır.'' Nietzsche'nin bu tavrı, acıyı arzulamak veya mazoşist bir tavırla bundan zevk duymak anlamına gelmiyor. O, sadece belli bir yazgının varlığını kabul eder, değiştiremeyeceği şeyler olduğuna inanır ve isyan etmez. Çünkü sürekli geçmişe dönmek insanı hırpalamaktan başka bir işe yaramaz ve keşkeler insanı yorar. Bu duruma bir nevi Tanrı'ya teslim olmak da denebilir. ''Benim için insan yüceliğinin formülü Amor Fati’dir: [zamanda] ne ileride ne geride, sonsuza kadar farklı olmak için hiçbir şey istememek. Mukadder olana kuru kuruya katlanıp, onu gizlemekten kaçınmak değil — tüm idealizm mukadder olan karşısında yalancıdır — ona aşk duymaktır.'' Velhasıl, her şeyin ötesinde zaman bizi kabullenmeye götürmelidir. Aksi takdirde Attila İlhan’ın da dediği gibi, “Her ölen, pişman ölür.”
Bugün Ferhat Jack Icoz'un kitabında bu tabirle karşılaştım. Dovmesi yapilacak bir ifade diye dusundum. Sonra derinlemesine araştırırken bu yazıyla karşılaştım. O kadar güzel ifade edilmiş ki hayran kalmamak elde değil. Enfes bir yazi olmus. Kaleminize sağlık👏