Sinemamızın ‘’Köyde Yaşayan Yönetmeni’’ : Ahmet Uluçay

Sinemamızın ‘’Köyde Yaşayan Yönetmeni’’ : Ahmet Uluçay
  • 0
    0
    0
    0
  • ‘’Selam sana sinemam, benim koca sevdam! ‘’

    Sevgi çok büyük bir duygu. Sevince her şeyi göze alırız. Aşık oluruz ve gözümüz ondan başkasını görmez. Aşk, sadece iki insan arasında yaşanmaz elbet. Her şeye aşık olabiliriz; onları arzularız, çok ama çok isteriz. Bunların tamamı Ahmet Uluçay’ın sinemaya duyduğu tutkunun yarısı kadar eder ancak. Kütahya’nın Tepecik Köyü'nde dünyaya gelen Uluçay, engelli doğduğu için babası tarafından hep ötekileştirilmenin acısını yaşamış yüreğinde. Küçüklüğünden beri fotoğraflara ayrı bir ilgisi varmış. Çevresine "Bi de şunlar gımıldayıverse" dermiş hep. Okula gittiği bir gün, karşısında sinema cihazını görür. Kendisine Metin Erksan’ın "Kuyu" filmi izletilir ve hayretler içine düşer. Uluçay'ın hayali gerçekleşmiş, o anları "resimler gımıldayıp duru" şeklinde dile getirmiştir. Bu anısını yıllar sonra anlatırken şunları da ekler: "Lumiere Kardeşler sinemayı keşfetmeseydi mutlaka bizim köyde keşfedilirdi." Bunu söylemesinin bir anlamı var elbette. Resimleri kımıldatan aleti gördükten sonra, yakın arkadaşı olan İsmail Mutlu ile birlikte sinema cihazı yapmaya karar verirler ve yaparlar. Hatta yapmakla kalmaz, kasabadan getirdikleri filmleri, cihazı yaptıkları ahırda köylülere izletirler. Yaptıkları cihaz yetmez onlara ve bir arkadaşlarının tavsiyesi ile film çekmeye başlarlar. Engelsin "İhtiyaç, keşfin anasıdır." sözünü doğrulayacak bir mücadele vermiştir yönetmen Ahmet Uluçay Büyük bir yoksulluk içinde yaşayan Uluçay, bu yokluğa rağmen sinemaya olan inancını hiç yitirmemiş, aksine daha da sarılmıştır. Hiç kuşkusuz Kütahya’nın bir köyünde yaşayıp sık sık Ankara ve İstanbul’a gitme ihtiyacı duyması, ona yorgunluk verse dahi, bu yolculukların ona çok şey kattığını söyleyebilirim. Mesela, tek uzun metrajı olan "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filminin Nihal karakterini yani Boncuk Yılmaz’ı bu yolculuklardan birinde görmüş, yanına gitmiş ve hiç tanımadığı halde "Sen Nihalsin!" demiş. İstanbul’a bu kadar sık gitmesine rağmen kapılar yıllarca kendisine kapalı kalmıştır. Daha sonra verdiği bir röportajda bu konuyla ilgili "İstanbul’da yıllarca kapı kapı dolaştım." diyerek sabırlılığını ve inatçılığını bu sözle dile getirmiştir. Zaten filmografisine baktığımızda onlarca ödül almış toplam 11 kısa filmi vardır Uluçay'ın. Buna rağmen yapımcılar kendisine yanaşmaktan hep uzak durmuştur. Belki okul okumadığı için, belki çok açık sözlü olduğu ve onların istediği gibi birilerine yalakalık yapmayacağı için ya da kendisinden "köylü yönetmen" diye bahsedilmesi ki Ahmet Uluçay en çok buna karşı çıkar ve "Ben köyde yaşayan yönetmenim." der.  Belki de Uluçay’ın güncesinde bahsettiği gibidir sinema sanatını sömürü sektörü haline getiren insanlar. "Bu adamlar gevşek. Bu adamlarla yapılacak sinema gevşek, yavşak ve yumuşak bir sinema olur. Dünyamı başıma yıktılar. Bana suçlu muamelesi yapıyorlar. Korkunç başım ağrıyor." Nedenini tam olarak bilemesek dahi şunu açıklıkla söyleyebilirim ki; Ahmet Uluçay, okumamış bir Tarkovsky’dir. Ahmet Uluçay’ı anlamak ve bilmek için bir yazı asla yetmez. Onun için filmler dahi çekmek lazım. Bu büyük ustayı, büyük sinema aşığını, büyük emekçiyi en iyi anlamak ve nasıl bir hayatı olduğunu görüp kendimizi dahi sorgulamamız için güncesini okumanızı tavsiye ediyorum. Sinemayla ilgili veya ilgisiz olunması hiç fark etmez. "Tutku nedir? Tüm aksiliklere ve yokluklara rağmen nasıl iyi bir insan olunur? Ve yaşama nasıl tutunulur?" Bu soruların cevabı Küre Yayınları'ndan çıkan, "Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi?" kitabında mevcut.  Bazı insanlar, "Şu film/kitap beni çok etkiledi. Günlerce etkisinden çıkamadım." derdi de pek mümkün gelmezdi bana. Günlerdir etkisinden çıkamadığım tek kitap bu kitap oldu. Ahmet Uluçay, çok sevdiği sinemasında sadece bir tane uzun metraj çekebildi, daha fazlasına sağlığı el vermedi. Henüz 55 yaşında beynindeki tümör ve zatürre hastalığı sebebiyle hayatını kaybetti. Geriye ise tamamlayamadığı "Bozkırda Deniz Kabuğu" kaldı. 2002 yılında tamamlanmasına rağmen anca 2004 yılında vizyona giren filmi "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" ise, Türkiye'de ve dünyada sevilerek izlendi ve onlarca ödül aldı. İyi ki Ahmet Abi! İyi ki!
    SİNEMA İÇİN BUNCA ACIYA DEĞER Mİ?

    "Çiğnediğim, saygısızlık ettiğim, sevgisine karşılık veremediğim, istemeyerek de olsa selamını yarım ağızla aldığım birisinden beni bağışlamasını istemek fırsatını bulamazsam eğer..."

    "Nuri Bilge benim hep şikayet ettiğimi söylüyor. Benim bir günlük yaşamımı öğleye kadar götürebilecek mi bakalım?"

    "Bej renkli pantolonumun fermuarı bozuldu. Yolculukta en korktuğum şeydir bu… Ceketimi çıkarıp sürekli kucağımda tutup durdum, bozuk fermuarım görünmesin diye."

    "Gerçekten insanın başının üstünde akmayan bir damın bulunması öyle ucuz mutluluk değil. Bunun kıymeti bilinmeli."

    "Havalar olabildiğine soğudu. Artık kollarımı yorganın dışında tutamadığım için kitap da okuyamıyorum. Kendimi bildim bileli şöyle sıcacık odalarda yaşayamadım. Pencerelere ihmal etmeyip naylon raptiyelemeliyim. Oda çift cam takılı gibi sıcacık oluyormuş."

    "Tarkovsky’nin İtalyası, İsveç’i vardı dedim İdris’e, benim kimim var?"

    "Ezel Akay’a telefon ettim. ‘Çerçeveyi (mikrofon gibi) yabancı cisimlerden nasıl temizleriz’ diye sordum. Vereceği cevabı biliyordum aslında. İçim rahatlasın istedim. Beş dakika sonra seni arayacağım dedi, aramadı."

    "İlker’le konuştum. Fransa’ya gidecekti, gitmemiş. Yani, Bilge’yle çalışmıyor. Hiç şaşırmadım. Çalışsaydı şaşırırdım zaten. Bu adamlara asla güven olmaz. Mayıs Sıkıntısı’ndan sonra benden temelli uzaklaştı. Senaryoya olan katkımı unutmuş görünüyor. Hatırlamasına da ihtiyacım yok zaten. Hatırlaması bana sıkıntı verirdi."

    "Yaşadığım yoksulluk utanç verici. Ayşe’den, çocuklardan ve bütün köyden utanıyorum. Bu yaşam katlanılır değil. Bu yaşam, insanı her aşamada rencide ediyor. Onca beceriksiz ve sümüklü insan, çoluk çocuğuyla hovardaca bir lüks içinde yaşıyor. Bu düzeni asla affetmeyeceğim. Bu ülkede, bu koşullarda yaşamak ağrıma gidiyor."

    "Sinema, işte bu insanlarla dolu. Üretmeyen, üretemeyen, yalnızca üten, tek yeteneği bu olan… Yalnızca sinema mı, tüm ülke, kıllarının arasında bit, pire ve kene barındıran köpek sırtı gibi. Bu ülke yalnızca parazitler için mümbit, üretenler içinse yer demir gök bakır."

    KAYNAKÇA: Ahmet Uluçay (2018) ''Sinema İçin Bunca Acıya Değer mi? '' , İstanbul, Küre Yayınları 1 , " target="_blank" rel="noopener">2  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.