Sanat piyasası, 15. yüzyıl başlarından 17.yüzyıl’a kadar uzanan zaman diliminde Medici ailesinin öncülüğünde müzecilik ve koleksiyonerlik kavramlarının modernize edilişine tanıklık eder. Bu kavramların literatürde ilk olarak M.Ö. 1. ve 2. yüzyıl’da Antik Yunan eserlerinin yağmalanarak Roma İmparatorluğu'nda toplanıp tapınaklara sunulmasıyla görülmektedir. Devam eden süreçte koleksiyonlara dönüştürülerek sınıflandırılması ve eserlere değer biçilmesiyle bildiğimiz anlamda ilk sanat piyasası oluşturulurken kullanılmıştır. Sanat tarihinde Roma döneminde de öncesi ve sonrasında da sanatın ve sanatçının tanımı içinde bulunduğumuz 21.yy da dahil olmak üzere her dönemin sosyokültürel, ekonomik yapısına göre değişiklik göstermiş ve bu yapı dahilinde birbirinden farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Medici hanedanlığı da hüküm sürdüğü dönemde sürdürdükleri sanat politikalarıyla uzun süre varlığını koruyacak bir saltanat inşa etmişler, özellikle koleksiyonerlik ve müzecilikle alakalı yeni girişimlerde bulunarak modern bir sanat piyasası oluşturmuş, Museé de Luxembourg’un kuruluşunda ve Louvre’un müze haline getirilmesinde etkili olmuşlardır.
Mediciler soylu değillerdi fakat Gombrich’in de deyimiyle ailenin hükümranlığının sürdüğü dönemde izledikleri sanat politikaları sebebiyle önemli mevkiler elde etmişler ve dönem içerisinde bir çok çığır açan yeniliklere imza attıklarını biliyoruz. Francis Haskell’in “geçici müzeler” diye adlandırdığı ve kimi zaman dinsel festivallere eşlik eden, Akademi’nin gözetimi dahilinde düzenlenen sergilere, 1706 yılında Ferdinand’ın düzenlediği sergi, bu sergilerde önceliğin sanatı teşhir etmek olması sebebiyle eşik olmuştur. Bu gibi yeniliklerle de birlikte sanatçı ve zanaatçi ayrı sınıflarda yer almaya başlamış, Mediciler sanatın modernleşme sürecinin zeminini hazırlamışlar, beraberinde Rönesans’a öncülük ederek Floransa’nın da etkili bir kültür, sanat ve ticaret merkezi olmasına olanak sağlamışlardır. Elbette Mediciler’in sanatsal ve siyasi egemenliğinin arkasında oldukça güçlü ve sistematik bir ticaret ve finans ağı, ve bu yapıya eklemlenen bir himaye sistemi mevcuttu.
Medici hanedanlığıyla başlayan modern müzecilik ve koleksiyonerlik anlayışının önderliğinde gelişen sanat piyasası, özellikle 16.yy sonrası Hollanda’da, ve yine Medici ailesinden gelen Fransız Kraliçesinin döneminde modern müzeciliğin özellikle de en seçkin ve kilit örneklerinden biri olan Louvre’un da müzeye dönüştürülmesi, daha sonra 18.yy’da halka açılarak devam eden bu sürecin takip eden yıllarda galerilerin de kurulmasıyla sarayın ve akademilerin boyunduruğu altında zanaat ve sanat kavramlarını aynı sınıfta değerlendiren geleneksel düşünce biçiminden vazgeçilerek “güzel sanatlar” kavramının da çıkmasıyla, sanatçı kendini daha spesifik bir sanat anlayışı içerisinde ifade edebilmiş, sanat, felsefe ve edebiyat gibi entelektüel disiplinler arasında kendine yer bulabilmiş ve takip eden dönemde sanatın özerkleşmesine olanak sağlanmıştır.
18.yy ve takip eden yüzyıl içerisinde sanayi devrimiyle birlikte endüstriyelleşen toplum, gelişen teknoloji, beraberinde yeni disiplinler oluşturmuş, kültürel ve sanatsal alanda meydana gelen devinimler ile dönemin koşulları çerçevesinde üretilen form ve biçimsel unsurlar da değişime uğrayarak yeni sanatsal ideolojiler ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Bu bağlamda baktığımız zaman endüstriyelleşmeyle beraber fikirsel anlamda gelişim avangardı doğurmuş buna paralel olarak sanat alanında temsilden uzaklaşılarak daha ‘salt sanat’ anlayışıyla üretime başlanmıştır. Ali Artun’un da ifadesiyle; 19.yy gelindiğinde toplum yapısında meydana gelen değişiklikler ve ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle romantizmin de filizlenmesiyle beraber sanat özerkliğini duyururken bir yandan da çeşitli disiplinlerde özerkliğini organize etmeye başlamış, burjuvazi ve kapitalizm gibi mücadelesini verdiği özerkliğe göz diken otoritelere başkaldırdığı, modern sanat estetiğinin ve modern sanatın oluşum süreci takip eden dönemde kendini göstermeye başlayacaktır.
Sanayi Devrimi sonrasında bir dizi pratiğin sonucunda gelişen kapitalizm, sanat eserinin çeşitli kurumların gözetiminden çıkmasıyla birlikte sergilenmenin değer kazanmasıyla, para ile buluştuğu bir süreç içerisinde sanat eserini tüketilen bir ürün, meta haline getirmeye başlayacaktır. Bu süreçte etkili olan müzayedeler, galeriler, fuarlar gibi sanat marketleri çağdaş sanat piyasasını sermaye ile doğrudan ilişkilendirerek postmodern sanatçıların isimlerinin de markalaşarak sanat eserinin etiketiyle birlikte satılmasına zemin hazırlayacaktır.
Sanat, zaman içerisinde özellikle de sanatın özgünlüğünü de kaybetmek üzere olduğu, Andy Warhol’un distopik ve saplantılı “fabrikalaşma” rüyasının yaşandığı düşük ücretler ve yoğun çalışma tempoları içersinde “sanat eseri üreten işçiler”in varolduğu bu yüzyılda sanatın metalaşmasının yanı sıra içeriğinde metalaştığı çağdaş sanat piyasasında çarpık bir tüketimcilik anlayışının hüküm sürdüğü müphem bir süreçte olduğunu görmekteyiz.
Kapitalizmin gelişimiyle kentlerde yaşanan değişim, fabrikalaşma, meydana gelen yeni üretim, iletişim ve ulaşım teknikleriyle birlikte toplumsal çerçevede baktığımız zaman gündelik yaşamı da etkileyen icatlara, yeni ideolojilere, ekonomik, kültürel değişimlere, büyük etkilere sebep olmuştur. Ahu Antmen sanat akımları üzerine yazdığı yapıtının girişinde, insanın kendi gerçekliğine dair algılarını dönüştüren bu gelişmelerin tümü, modernliğin sahnesi olan kentlerde, tren istasyonundaki kalabalıkların, yeni alışveriş merkezlerinin, tiyatroların, kısaca yepyeni bir yaşam biçiminin yarattığı yeni sahnede yaşanmıştır, bu yeni sahnenin yeni sanatçıları, Baudelaire’in de dediği gibi birer “hayat arşivcisi” olarak gözlemlerini sanata yansıtmalarından bahsediyor. Bununla birlikte 21. yy’a doğru sanatçı da endüstriyelleşme sonrasından başlayarak çeşitli kültürel, toplumsal, sosyo-ekonomik, dalgalanmaların sanat piyasasında meydana getirdiği değişimle birlikte, tüketim ve metanın da kültürel değer kazanmasıyla kapitalist düzenin girdabına giderek daha fazla girmiş oldu. Bunun bir sonucu olarakta baktığımız zaman postmodern sanatçı bir anlamda özgürlüğünü yitirerek piyasanın talebine uygun ürün geliştirmek üzere çaba sarf etmeye başlayarak sanatçının tasarımcıya dönüşmesi, meta kültürüne hizmet ederken bir yandan da ilginç bir biçimde finansal uzmanlık kazanır oldu.
Evet, sanat piyasasının haz veren sanat eserini para kazandıran ürüne dönüştürmesi hızlı olmadı, yeni de değil. Fakat bu değişken yapının içerisinde sanat yapıtının değerini ve sanatçının yerini anlamak konusunda biraz geçmişe giderek izlediği yolu incelemek belki faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
Yorum Bırakın