Salustiano Garcia Cruz ve Sinan Demirtaş. Farklı kültür ve deneyimlerden beslenmelerine rağmen benim benzerliklerini yakaladığım ve üzerine düşünmeye değer bulduğum iki “hiperrealist” sanatçı. Fakat bahsi geçen sanatçılar bu terimin karşısında durarak, hiperrealist sanatçıların duygudan çok detaylarla ilgilendiklerini, yani fotoğrafın bir noktadan baktığını ve hiperrealistlerin de o noktadan hareket ettiklerini kendilerinin ise daha duygusal bir amaç peşinde olduklarını söylüyorlar. Bu noktada benim de fark ettiğim şey resimlerine konuk ettikleri modellerle de duygusal bir bağ içinde oldukları. Örneğin Salustiano’nun model olarak seçtiği insanlar aslında anonim fakat bir noktada onları özel olduklarını hissettiği için seçiyor. Bir defasında da kendi oğlunu resmetmiş, Demirtaş’ın ise resimlerinde kızlarını kullanıyor olması benim için birleştirici bir nokta. Aslında iki isim biçimsel ve içerik olarak da birbirlerine oldukça yakın isimler ve buna dair öngörülerimi sunmadan önce, iki ismin sanat yaşamlarından biraz bahsedelim.
Demirtaş 1966 İstanbul doğumlu, bir dönem Aksanat Özgün Baskı Atölyeleri yöneticiliği yaptıktan sonra 77’de kendi litografi atölyesini açıyor. İlk kişisel sergisini Milli Kütüphane Sergi Salonunda açan sanatçımız, mezun olduktan sonra kendi başına kaldığını, tuval üzerinde uğraştığını dile getirirken, tuvalin gerçekliğiyle ilgili de bazı araştırmalara başlıyor.
İlgi alanları, benimsediği, kendini besleyen, desteklediği şeyler üzerine yoğunlaştıkça resmin plastiğinin gerçekliğiyle kendi gerçekliği üzerinde sorgulamalara gidiyor. Yol temalarıyla bu yolculuğa başlayan sanatçının sürekli seyahatlerdeyken yolun birey üzerindeki etkisi üzerine gidiyor ve bir keşfetme sürecine giriyor. Sanatın büyüklüğü ile ilgili buna ne katabileceği üzerine düşündükçe, tuvali hayatın içine dahil etme noktasında biçimsel desteklerle, tuvaldeki resmin mekan olarak malzeme olarak kullanıldığını, tuvalin heykel boyutunda bir nesne olabileceği üzerine çalışmalara başlıyor. Çerçeve ve kompozisyon üzerine tuvale dokunan figürlerle daha iyi ifade edebileceğini düşünerek tuval mekan figür üçlemesi üzerinde kompozisyonlara gidiyor.
Sanatı kendini tanımlamak, kendini nasıl ifade ettiğini anlamak için kullanıyor ve bununla ilgili keşiflerinde, yakın çevresinden temas ettiği insanlardan başlamaya karar veriyor. Figürü tek bir bakış açısından değil çoklu bakış açısından yakalamaya çalışarak anlamaya çalışmış, bununla beraber bu çoklu bakış açısından kendini de görmeyi arzulamış, aslında her resminde kendini keşfe çıkmıştır Demirtaş. Çeşitli üretim dönemlerinde kendi kendiyle baş başa kalmış ve bunlar üzerine girdiği sorgulamalarla yine kendiyle ilgili keşiflerinin sonucunda resime olan teması daha ciddileşmiş ve kendinden emin üretimleriyle konuşulmaya başlanmıştır.
İspanyol ressam Salustiano García Cruz ise Universidad de Sevilla'da güzel sanatlar okumuş, ABD, İspanya, Japonya, Rusya, Kore ve İsviçre'de kişisel sergileri ile konuşulan bir isim. Ayrıca ARCO ve Art Miami gibi dünyanın en prestijli sanat fuarlarında ve Moskova, Tokyo, Frankfurt ve Şanghay'da uluslararası sanat fuarlarında da düzenli olarak yer alıyor. Hockney , Holbein ve Francis Bacon'a hayranlık duyuyor ancak ilhamı kendi deneyimlerinden geldiğini dile getiriyor sanatçı. Salustiano fotoğrafik gerçekçilik üzerinde bazı deformasyonlara gitmiş, hayal gücünü katarak hiperrealist görüntüden biraz daha fazlasını arzu etmiş mekan-figür ilişkisi kurmuş, ve renklerin derin anlamından faydalanmıştır. Salustiano’nun portrelerinde kendini göremeyen, daha doğru ifade etmek gerekirse kendini bulamayan insan yoktur belki. Figürle aynı duyguları yaşadığımız, bizi de derdine dahil eden bir andır seyrimiz. Sanatçı tamamen tuval arkaplanını ortadan kaldırıyor ve temsil edilen kişiye, özellikle de yüze, ruhunu ortaya çıkarmak için odaklanıyor.
Sanatçıların dile getirdiği gibi insan figürü duygu biçimlerini en iyi ileten araçlardan biri, bununla birlikte mekansal boşluk figürlerin kendi dünyalarıyla bizim dünyalarımız arasında bir köprü ve aynı zamanda bir çizgi oluşturuyor bence. Ne bizden ayrı ne bizimle birlikte. Galiba bu fikir bile başlı başına etkileyici. Demirtaş figürlerin araf bir bölgede olduğunu onların sınırlarıyla bizim sınırlarımız arasında bir boşlukta yer aldıklarını ifade ederken Salustiano’nun ise düşüncelerini daha doğrusu sunmak istediği fikirler için tuvalde mekansal bir temizlik yaptığı kanısındayım. Zaten kendi ifadesiyle tüm aksesuarları kaldırarak mümkün olan en az elemanla ifade etmeyi tercih ettiğini bir nevi gereksiz dalları budadığını söylüyor. Şunu da eklemek isterim ki Demirtaş’ın çocuksuluk ve olgunluk arasında ki belirsizliklerini, Salustiano’nun cinsiyetsizlik üzerine işlediğini görebiliriz. Kadın mı? Erkek mi? Modellerin cinsiyetini bilme ihtiyacı neden varolsun?
Bir başka nokta ise seçtikleri renkler. Salustiano her zaman kırmızı bir renk kullanıyor, son zamanlarda siyahla da karşımıza çıktığını görebiliriz fakat biraz kırmızı üzerinden gidelim, kırmızıyı biraz daha sembolik bir renk olarak kullanıyor, içinde bir çok çağrışım ve niyet barındırdığı için, kanın, dinin rengi olduğu için diye ekliyor da kendisi. Yine bizi duygu akışına bırakacak bir seçim. Demirtaş’ın beyazı ile ilgili Ümit İnatçı’nın bir yorumu var “ Renklerin maksimumu olan ve ışığı temsil eden beyazın içinde saydam varlıklar gibi boşlukta kendine yer edinen bedenler tanımsız mekanlarda rol tutan, oynayan aktörlerdir.” Işık içindeki ışığa karışan figürler..
[caption id="attachment_173980" align="alignright" width="211"] Salustiano G. Cruz[/caption]
[caption id="attachment_173981" align="alignleft" width="204"] Sinan Demirtaş[/caption]
Demirtaş’ın ise çok özel bir ayrıntısı daha var ki o da figürlerin bir şekilde tuvalin sağında solunda bir yerden tablolara dayanıyor olması. Sinan Demirtaş, Homo Ludens sergisindeki eserleriyle ilgili olarakta resmin iki boyutlu alanını kırmayı seçtiğini ve sınırlar üzerinde kurduğu oyunlarla tuvalin gerçekliği ve yanılsama arasındaki ilişkiyi sorgulamasını figürlerin tuvalin sınırlarına teması üzerinden anlatıyor. Yine bahsettiğimiz figürlerin ve bizim aramızdaki sınır-sınırsızlık, onların mekanı-bizim mekanımız ve arafta bulunmalarına dair mekanla ilişkili figürler üzerine insanın yaşamsal varlığını sorgulamayı hedefleyen bir çalışma olduğunu daha net anlayabiliyoruz.
Sinan Demirtaş ve Salustiano G. Cruz’un insan-mekan ilişkisini foto-gerçekçilik üzerinden deformasyona giderek ürettikleri eserlere baktığımızda, bu “oyun” kavramı iki sanatçınında en büyük ortak noktası gibi görünüyor. Figürlerle oynarken mekansal boyutta sorgulamayı da beraberinde yürütmesi, izleyicinin de dahil olduğu noktada iç-dış, mimesis, deformasyon gibi kavramlar üzerinde düşünmeye sevk etmesi onları daha derin ve kalıcı işler haline getiriyor.
Kaynak: 1, 2, 3, 4, 5
Yorum Bırakın