Varoluşçuluğun Gölgesinde Absürt Tiyatro

Varoluşçuluğun Gölgesinde Absürt Tiyatro
  • 1
    0
    0
    0
  • Absürt Tiyatro’nun kökenleri, oyunların çoğu 50'li ve 60'lı yıllarda yazılmış olsa da din olgusunun artık birçok kişinin yaşam tarzı olmadığı döneme, 20’li yıllara dayanır. Sahnelenmeye başlandığında daha önceki temsillere göre çok farklı ve ilginç bulunduğu için seyirciyi çok çabuk etkisi altına almıştır. Aslında çoğu oyun "anti-play" olarak da anıldı. Absürt Tiyatro'nun ortaya çıktığı dönemin zihniyetine bakıldığında bu dönemde yazılan oyunların neden bu kadar karanlık olduğu sorusuna cevap bulabiliriz. "Absürt Tiyatro" terimi, eleştirmen Martin Esslin tarafından 1960'ta aynı isimli kitabında, oyunların garip ve ironik sonları olması ve tüm oyunların insanlık halinin saçmalığını vurgulaması nedeniyle verilmiştir. Oysa Esslin, bizler gibi “absürt” kelimesini “gülünç” kelimesi ile eş anlamlı kullanma eğiliminde olmayıp “Akıl veya uyum ile uyumsuzluktan; mantıksız.” diyerek kelimenin orijinal anlamına atıfta bulunur. [caption id="attachment_69920" align="aligncenter" width="900"] "Absürt Tiyatro, varoluşçuluğun teatral bir yapılanması ve tezahüratıdır. Bu kısmen gerçeklik ve kısmen kabustur."[/caption] 1950’ler, İngiliz tiyatrosu için ilginç bir dönemdir. Her ne kadar savaş sonrasında oluşmuş olsa da içerik bakımından hala savaşın etkilerini taşımıştır. Umut olabilecek her şeye karşı umudunu yitirmiş insanların, hayatlarını sorgulamaya başlamaları gittikçe artmıştır. İnsan, varoluşunun bir anlamı, bir amacı olmadığına kendini ikna etmiştir. Yıllardan beri süregelen İngiliz tiyatrosu geleneklerinin aşılmaya başlanması oyunların içeriği ile başlayıp diğer alanları da değiştirerek devam etmiştir. Oyunların artık bir başlangıcı ya da sonu yoktur. Oyunların kesin bir yorumlanması da yoktur, çünkü kesin bir son ya da başlangıcın olmaması farklı bakış açılarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Konular spiral misali kendi içlerine dönüp durmuşlardır, bir çıkış yoktur artık. Absürt Tiyatro, Varoluşçu felsefeden büyük ölçüde etkilenmiştir. Savaş döneminden sonra ortaya çıkmış olan Varoluşçuluk akımıyla paralel düşüncede ilerleyen Absürt Tiyatro, insanlara ve dinlere olan inancının bitmiş olmasından ötürü herhangi bir Tanrı’nın ya da insanüstü bir varlığın var oluşunu reddetmiştir. Öldükten sonra hiçbir şeyin olmadığını ve bizi kocaman bir boşluğun beklediğini söylemekle birlikte hayatımızın da ne kadar karanlık ve korkunç olduğunu vurgulamıştır. Öte yandan Varoluşçuluk da hayatımızın ona bir anlam yüklemezsek anlamsız olduğunu ve her insanın, çevresindeki insanların ve düşüncelerin bir ürünü olduğunu ve bu ölçüde şekillendiğini söylemiştir. Ayrıca, üzerinde bulunduğumuz ve anlamı olmayan dünyaya da yabancı olduğumuzu iddia eder. Absürt Tiyatro'nun felsefesi ile Albert Camus’nun Sisifos Söyleni” (1942) adlı eserindeki felsefe dikkat çekici bir uyuma sahiptir. Camus, insanoğlunun anlamsız ve saçma bir varoluş karşısında niçin intihar etmemesi gerektiği konusunda makul bir cevap sunmaya çalışmaktadır. Bunu yapmak için, bir kayayı dağa itmekle cezalandırılan Yunan mitolojik figürü Sisifos'u kullanıyor. Sonsuz döngüyü tekrarlamak zorunda olan Sisifos'a acımak, üzülmek yerine Camus kitabı, "Sisifos'u mutlu olarak tasarlamak gerekir." diyerek bitiriyor. Özet olarak Camus, tek başına olan yaşam mücadelesinin mutluluk getirdiğini ve esas olarak neden var olduğumuzu bile bilmeden yaşamada anlam bulabileceğimizi de ekliyor. Ancak absürt oyun yazarları, insanın anlamsız varoluş problemini Camus kadar olumlu bir şekilde çözememişlerdir. Genel olarak herhangi bir soruna herhangi bir çözüm önermeyip böylece sorunun nihai olarak cevapsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu akımın en önemli temsilcileri arasında yer alan Samuel Beckett şüphesiz, Absürt Tiyatro'nun babasıdır. Godot'yu Beklerken eseri, Vladimir ve Estragon karakterlerinin çaresiz ve ısrarcı bir biçimde gelip gelmeyeceği meçhul olan Godot'yu beklemelerini anlatır. Diğer bir temsilcisi olan Sartre, savaş sonrası dönemi, kendine özgün varoluşçu dramı ile tanımlamıştır. Çıkış Yok adlı eserinde, "Cehennem başkalarıdır." sözünün, cehennemin bekleme odasında kapana kısılan üç kişi için kaçınılmaz bir mantra haline gelmesiyle seyircide klostrofobi ve absürtlük duygusunu uyandırmıştır. Diğer bir temsilcisi olan Harold Pinter, İngiliz Edebiyatı'ndaki eleştirmenlerce beğenilen oyun yazarlarından biridir ve Aptal Garson, Absürt Tiyatro'ya kattığı harika bir eserdir. Eserde pis bir bodrumda sonraki görevlerini bekleyen iki tetikçi ve yanlışlıkla onlara dahil olup ortamın gerginliğini arttıran aptal bir garsonun absürt hikayesini anlatır. 1950'lerin sonlarında ise Kitchen Sink (sıradan insanlarla ilgili sahne eseri) adı verilen yeni bir hareket başlamıştır ve bu hareketin yarattığı oyunlar sosyal ve politik konuları araştırmıştır. Genellikle işçi sınıfına ve yoksul kesime dikkat çekmiştir. Bu oyunlardaki kahramanların tanımı “kızgın genç erkekler” olarak yapılabilir. Absürt Tiyatro’nun özelliklerinin tek bir karakterde toplanmış olması, karakterin mutsuz, ümitsiz ve hayal kırıklığına uğramış, sıkıntı ve endişeleri olan, düzene ve düzenin temsil ettiklerine ve özellikle burjuva sistemine ve ahlakına karşı gelen genç bir neslin resmi çizilmiştir. Kaynak: 1, 2, 3

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.