"Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık."
Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar adlı romanında geçen bu söz, 19 ve 20. yüzyıl Rus edebiyatının en yaygın düşüncelerinden birini önümüze seriyor. Bilincin bir tür hastalık olduğunu ve bilinçsizliğin insana fayda sağladığını savunan bu görüş, şu an yaşadığımız dünyanın şartlarına ters düşse de o dönemlerde yoğun bir şekilde dile getirilmiş ve benimsenmişti. Bu konuya değinirken, öncelikle dönemin Rus aydınlarının dünyasını tanımakta fayda var. Bu aydınlar ağırlıklı olarak nihilist kişiler olup özellikle Tanrı kavramını büyük bir şekilde sorguluyordu. Bu sorgulama ve düşünme eylemi öylesine yoğun bir boyutta oluyordu ki, bu kişiler sürekli intiharı deniyor ve bu denemelerine gerekçe olarak şu düşünceyi gösteriyorlardı; "Yarın sabah kendimi asacağım. Eğer Tanrı varsa ve benim kaderim onun elindeyse bana engel olur. Ama eğer ölmeyi başarırsam, demek ki Tanrı yoktur ve irade benim elimdedir." * Rus edebiyatının o döneminin temeli, işte bu tür sorgulamaları barındırır. Hayatlarında geçim sıkıntısı yaşamayan aydınlar, tüm günlerini düşünmeye ve sorgulamalara ayırarak bu fikre ulaşmıştır. Çünkü onlar için mutlu olmanın bir yolu yoktur ve sonsuz bir döngüde devam eden bu sorgulamalar, onların hayatın gerçeklerini kavrayarak karamsar ve huzursuz insanlar haline gelmesine yol açmıştı. Örneğin, bu konuyu ele alırken, yine o dönemde yaşamakta olan ülkenin köylü sınıfını da ele alalım. Bu köylüler için hayatın tek gayesi yaşamlarını sürdürmekti. Düşünmez ve sorgulamazlar. Karınlarını doyurup sıcak bir evde uyuyabilecek kadar imkanları varsa mutludurlar. Dolayısıyla "bilinçsizdirler" ve Dostoyevski'nin düşüncesine göre sağlıklı insan olarak nitelendirilirler. Aydın kesimde ise yukarıda değindiğimiz üzere kişisel tatminin bir yolu yoktur ve onlara göre huzursuzluk, yalnızca dünyayı sorgulayan bilince bağlıdır. Bilinç hastalıktır ve bilinçsizlik sağlıktır. Tabii ki bu konuyu Rus edebiyatı dışında ele almamız da mümkün. Örnek vermek gerekirse Avusturyalı yazar Stefan Zweig, Avrupa'da yaşanmakta olan savaş halinden boğulup çareyi Brezilya'ya yerleşmekte bulmuştu. Fakat bu da fayda sağlamadı ve intihar ederek bu dünyayı terk etti. Zweig'in yaşadığı bu bunalımın ana sebebi olarak yine bilinç kavramı öne çıkıyor. Dünyanın sorunlarına karşı duyduğu duyarlılık, onun iç huzurunu bozarak bir tür depresyona sokmuş ve intihara sürüklemişti.

Dostoyevski okurlarının sık karşılaştığı durum. Bilinçli olmanın sınırları olmalı aksi takdirde insanı sonsuz mutsuzluğa sürükleyecektir. Bilgilendirici bir metin olmuş Teşekkürler.