Yüzyıllardır toplumun çoğunluğunu etkileyen birçok siyasi ya da sosyal olay yaşandı. Bireyler ise bu etkiye maruz kaldığı dönemlerde kolektifin tepkilerine uygun yansımalar oluşturdular.
Önce bireylere ardından, topluma sirayet eden bu toplumsal olay, bir siyasi partinin yönetimden ayrılması ya da bir salgının dünyaya yayılması olabilir. Sosyologların ve psikologların incelemelerine göre, birbirinden oldukça farklı olduğu zannedilen bu olaylar aslında kitlelerde aynı tepkimeye yol açıyor: Panik ve telaş.
Salgın hastalıklarla, siyasi ya da sosyal reformlarla kitlelerin nasıl başa çıktığını orta çağlardan bu yana yaşanan tecrübelerle incelemek mümkün. Son zamanlarda dünyayı etkisi altına alan Coronavirüs salgını, bu durumu bizzat gözlemleyebileceğimiz bir diğer olay olarak da zihinlerimize kazındı. İşte tam da salgının ülkemize ve dünyaya yayıldığı bu süreçte, bilgilenmemizin oldukça faydalı olacağı alan, kitle psikolojisidir. Çünkü artan bilgi kirliliği ya da endişe hali bireylerin zihnine bir salgın hastalık gibi hücum ediyor ve bireylerden kolektife yansıma gösteriyor.
Tehdit unsuruna karşı birey
Öncelikle Coronavirüs'ün insanlığı etkisi altına alan ve toplu ölümlere neden olan, ne ilk hastalık olduğunu ne de araştırmalara dayanarak son hastalık olacağını hatırlatmak isterim. Bunun en büyük örneği, 1347 ila 1351 yılları arasında Avrupa'da büyük yıkıma yol açan veba salgınıdır. Avrupa nüfusunun üçte birinin hayatını kaybetmesine neden olan veba salgınının yanı sıra, I. Dünya Savaşı yıllarında da benzer şeyler yaşadık. Bu dönemde dünyayı sarsan tifüs, kolera yanı sıra ekonomik yetersizlikler birbiri ardına toplumu etkilemiştir. İnsanların büyük çoğunluğu bazı dönemlerde ekonominin çöküşü ile sağlıklı beslenememiş ve birçok hastalık nedeniyle vefat etmiştir ya da insan eliyle ortaya çıkan salgınlar topluma bulaşmış ve felaketlere yol açmıştır. İnsanlar kolektifi tehdit eden olaya/olguya karşı -aynı bireysel psikolojide olduğu gibi- ya reddeden/yok sayan ya da çok kolay evhama kapılan bir bilinç düzeyine evrilirler. Freud'a göre bu, kişinin bilinçli yaptığı bir davranış değildir çünkü yayılan salgın hastalık gibi, kişiden kişiye bulaşım (sirayet) eden bir bilinç akışı mevcuttur. Tehdit altında olan bireyler, önce birbirlerini daha sonra toplumu etkisi altına alabilir hale gelirler. Yanı başımızda meydana gelen COVID-19 tehditine karşı insanların panik yapanlar, uyarıları harfiyen yerine getirenler, abartanlar ve uyarıları dikkate almaksızın aynı şekilde hayatına devam edenler olarak ikiye ayrıldıklarını gördük. Virüs salgınının alarm seviyesinin yükselmesi aynı evde, aynı mahallede, aynı şehirde ve aynı ülkede hatta dünya çapında olmak üzere insanların benzer tepkiler vermesine neden oluyor. Salgının henüz başlarında olduğumuzu var sayarsak, bireyler yakın iletişim halinde oldukları (örn. aile üyeleri) tepkimelerine göre şekil aldıklarını gözlemleyebiliriz. Bu durumda evler ve mahalleler önemli bilinç akışı sağlar. Ancak durum giderek ciddileştiğinde İtalya'da olduğu gibi, toplumun çoğunluğu kurallara uyum sağlamayı seçer ve bu kez daha büyük toplum tepkimesine neden olurlar."Çünkü toplumsal korkunun vicdan denilen nesnenin çekirdeğini oluşturduğunu hayli zaman önce ileri sürmüş bulunuyoruz." Sigmund Freud - Kitle Psikolojisi (sy.30)
Zihinlerin kolektife yansıması ve bireyin ödevleri
Le Bon'un kitle ruhu tanımı, şu an maruz kaldığımız tehdit çerçevesinde nasıl düşünmemiz gerektiğini irdeler. İncelemenin yanı sıra, anlatılanın farkında olmanın da bu günlerde çok işimize yarayacağına inanıyorum. Bilinçlenme ve akışa müdahale etme konusunda fayda sağlayabilecek konu, kitleyi hedef alan unsura karşı bireylerin ödevleri olduğudur. Le Bon'un bu anlamda bireye düşündürmek istediği ve kitle psikolojisinin kuramsal ödevi olan sorular şunlardır:- Tanıdığı bireyin duygu, düşünce ve davranışları, belli bir koşul gerçekleştiği, yani birey psikolojik bir kitle özelliği kazanmış bir topluluk içinde yer aldığı zaman nasıl olup da beklenilene uymayan bir doğrultu izlemektedir?
- Tehdit unsuru kitle ve bireyin ruh yaşamını böyle derinlemesine etkileme gücünü nereden almaktadır?
- Kitlenin bireyde zorla sağladığı ruhsal değişimin iç yüzü nedir?
Gustave Le Bon - Kitleler Psikolojisi (sy.13)
Burada Freud, Le Bon'un atladığı bir noktayı vurgular. Bireylerin kendi aralarında kaynaşıp kitle yaratması için onları birbirine bağlayan bir bağın olması gerekliliği vardır. Bu bağ doğum anından itibaren gelen genetik kodların yanı sıra, dış bir etken olarak da gözlenebilir. Günümüze dönecek olursak, Coronavirüs salgını tüm dünya insanlarını birbirine bağlayan önemli bir bağdır. Virüsün hem bulaşıcı kaynaklı olması hem de insanlığın birbirinin yardımına muhtaç kalması onu bireysel etki alanından çıkarıp, kitlesel etki düzeyine yükseltmiştir. Burada kişiler birbirlerinin aklına muhtaç kalır, desteklenmeye ve huzursuzluğunu gidermeye ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle kendi akıllarından ziyade diğer bir aklın boyunduruğu altına girebilirler. Her birimiz dünya insanıyız, tamamımız Türkiye vatandaşıyız, bir kısmımız İstanbulluyuz ve örneğin üç kişilik bir ailemiz var. Bütün bu saydığım toplumun parçası olan gruplarla temas halindeyiz ve bizi tehdit eden unsura karşı kitle ruhuna bürünmemiz şaşırtıcı olmasa gerek. Ödev 2: Tehdit unsuru kitle ve bireyin ruh yaşamını böyle derinlemesine etkileme gücünü nereden almaktadır? İkinci ödevimizin cevabı kitle birey ile birey de kitle ile etkileşim halindedir. Cevap ancak bu kuralı unutmadan açıklanabilir. Le Bon'un konuya yanıtı şöyledir, "Tek kişinin bireysel yoldan edindiği özellikler kitle içinde silinip gider, bireyin kendine özgü karakteri kaybolur. Ayrı türden (heterojenite) olan, aynı türdenlik (homojenite) içerisinde eriyip gider. Bireyden bireye pek değişen ruhsal üst yapılar kaldırılıp bir kenara atılır; bireylerin tümünde homojen özellik gösteren bilinçsiz yapı gün ışığına çıkar." Aslında tehdit unsuru burada işlevsiz haldedir, belli bir alarm düzeyine eriştiğinde kitlelerin bireyleri, bireylerin de kitleleri galeyana getirmesini tetikler. Burada işleyen düzen tamamen iki tarafın birbirleriyle etkileşimidir. Yani doğru bilgi ya da yanlış bilgi ile iletişimdir. Eğitim seviyesi yüksek toplumlar, kolektifi etkileyecek olaya karşı doğru etkileşim sağlar ve tehdit unsuru ortadan kalkar. Kitle refaha erişir ve endişe bozuklukları kaybolur. Ancak bilincin kapandığı ve çoğunluğun davranışına göre hareket edildiği olay sırasında, toplum yeterli farkındalığa erişmemişse tehdit unsuru bir "canavar" gibi görülebilir. İşte bu noktada, kitleler olayın "piyonu" olur. Oysa insan yeryüzünde düşünebilen tek varlıktır. Kendi gücünün farkında olmayan insan artan endişe düzeyi ile beraber, sorumluluk duygusunu tümüyle üstünden atar ve toplumun kalbi olan vicdan çürür. Tam da bu sırada birey kitleden ayrılır, vicdan ve sorumluluk duygusundan uzak "Anonim" bir karaktere bürünür. Bu yüzdendir ki anonim olmak, kimliğini açıklamaktan daha zordur. Bu durumda savunmasız kalan toplum bundan sonra tehdit unsuru onu nereye savurursa oraya evrilecek, eğilecek ve yok olacaktır. Bu gibi durumlarda "değişim rüzgarları"nın estiğini söylemek bu yüzden mümkün olabilir. Çünkü kolektifi ya yıkıma uğratacak ya da yeniden diriltecektir. Yani ya insan oluruz, ya anonim... Bir diğer neden ise, bulaşım (sirayet)'dır. "Kalabalıkta her duygu, her davranış bulaşıcı, hem de ileri derecede bulaşıcıdır; bireyin kendi kişisel çıkarlarını kitle çıkarına feda ettiği görülür. Bu ise, ancak kitlenin bir parçasına dönüşüm sonucu ele geçirilen ve bireyin doğasına düpedüz aykırı düşen bir yetenektir." Ego bireyden ayrı tutulamaz bir ruh bilincidir. Bu nedenle her birimiz gün içerisinde kendi çıkarlarımıza uygun davranışlarda bulunuruz. Ancak tehdit unsuruna karşı birey, kolektif için kendini feda edebilir seviyeye gelebilir -egosunu parçalar-. Öyledir ki, arena içerisinde bir çarpışma düşünün, kölelerin birbirleriyle çarpıştırıldığı M.Ö. 1. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar süren o eleştirdiğimiz zamanlara gidelim. İnsanların bir kısmı bunun her ne kadar etik olduğuna inanmasalar da, izleyiciler arasındayken bir süre sonra topluluğun alkışlarına ve "Öldür!" emirlerine uyum sağlarlar. Çoğunluğun hissiyatına dahil olup, doğrunun/gerçeğin bu olduğuna kendi zihinlerini ikna edebilirler. Bu sadece bulaşım dediğimiz olaya örnektir ancak kişi kendi düşüncesini yok sayarak, diğerleri için bir nevi kendini feda etmiştir. Kişinin kendini ve egosunu toplum için harcayabileceği örneği, çok basit bir sınıf başkanı seçimi bile olabilir. Açık bir oylamada birey, çoğunluğun aday gösterdiği (güçlü olan) tarafa oy verecektir, ister azınlığın aday gösterdiği (güçsüz olan) tarafı desteklesin isterse çekimser görüşte olsun. Bu kısımda karşımıza telkine yatkınlık, kavramı çıkıyor. Aslında telkine yatkınlık, bulaşım sürecinin bir sonucu olabilir. Telkine yatkınlık, toplumun birey üzerinde yarattığı başarılı etkidir. Bu durumu Freud, hipnotize etmeye benzetir. Çünkü hipnotize sırasında da, kişinin bilinci kapanır ve hipnotizörün etkisiyle eyleme geçer. İstem (irade) ve ayrım gücü tamamen ortadan kalkar. Kişi büyülü bir şekilde çoğunluğun kabul ettiği bilginin peşine gider ve o yönde düşünmeye başlar. "Kitle içinde birey davranışlarının bilincinde olmaktan çıkar, ipnotize edilen kişideki gibi bazı yetenekleri silinip giderken, bazıları alabildiğine güçlenir." Kişi bu sırada kitle tarafından bir zorlamaya maruz kalır. "Çünkü kitlelerde bireyi egemenliği altında tutan telkin, bireyler arası etkileşim sonucu güçlenerek büyür." Ödev 3: Tanıdığı bireyin duygu, düşünce ve davranışları, belli bir koşul gerçekleştiği, yani birey psikolojik bir kitle özelliği kazanmış bir topluluk içinde yer aldığı zaman nasıl olup da beklenilene uymayan bir doğrultu izlemektedir? Bilinçli kişiliği kaybolan birey, bilinçsiz kişiliğin (kitlenin) egemenliğine geçti. Duygu ve düşüncelerini birbirine bulaştıran bireyler arasında, telkin yatkınlığı meydana geldi. Telkinle aldıkları direktifleri sorgulamadan gerçekleştirmeye ve iradeden yoksun bir "otomata" dönüşmeye başladılar. Peki, buradan sonra kişi nasıl olur da yanlış kararlar uygular ya da yanlış kararlar alan kitleden ayrılabilir? Tam olarak cevabını vermemiz gereken sorunun bu olduğuna inanarak, hepimizi toplum vicdanıyla düşünmeye davet ediyorum. Bu konu hakkında psikolojinin iki önemli ismi Le Bon ve Freud birçok kez münazara etmiştir. Freud incelemesinde, Le Bon'un bahsettiği telkine yatkınlığın, bulaşımın bir sonucu olduğu fikrine inanmamıştır. Bu ikisinin birbirinden ayrı incelenmesi gerekir ki, bulaşım, iletişimin farklı bir boyutudur, daha masum kabul edilebilir. Birçok konuda birbirimize his ve düşüncelerimizi yansıtabiliriz ancak birbirimizin his ve düşüncelerini kayıtsız, şartsız kabul edemeyiz. Telkine yatkınlık yani hipnotize olma hali, bulaşımdan çok daha ürkütücü bir etkileşimdir. Hele ki, toplumda panik ve endişeye yol açan tehdit unsuru yükselmeye devam ediyorsa, iki seçenek vardır. Ya baskısından kurtulamadığımız kitlenin algı biçimi doğru olacak, toplum eğitim bakımından belli bir seviyenin üzerinde yer alacak ve gerçek kişiler, gerçek bilgilerle kitleyi yönlendirecek. Böyle bir toplumdan söz etmiyorsak, birey de ödevlerinin farkında ve bilincinde değilse; kitle tarafından yanlış yönlendirilmek, doğru eylemlerden uzak durmak, evhamı ve endişeyi arttırmamak mümkün değildir. Ya da kitle her ne kadar baskın olursa olsun, düşünsel izolasyon sağlanmalı ve birey kendini toplumdan soyutlamalıdır. Bu durum anarşiyle eş değer tutulmamalı, toplumdan ayrılan birey kendini marjinal görmemelidir. Aksine, belli bir bilinç ve idrak düzeyini korumak, ayrıca kitleye doğru etkileşim sağlamak adına, bireye çokça iş düşüyordur. Toplum vicdanını hiçe saymayan, anonim olmayı seçmeyen birey, doğru kararlar almak adına kitlenin yanlış düşünse tarafında fayda sağlamak (doğru yönde bulaşım yapmak) için çabalamalıdır. Ancak psikologlara göre, bu pek de istikrarlı bir süreç değildir. Çünkü kitlenin gücü gözardı edilemeyecek kadar fazladır, bireyin kitleye adaptasyonu ile kitlenin bireye adaptasyonu aynı kolaylıkta olmayacaktır. Bu nedenle yalnızca birey değil, kitle içerisinde yer alan tüm bireylerin farkındalık ve bilinç düzeylerini arttırmaları önemli bir adım olarak görülür. Yanı sıra, tehdit unsuru alarm vermeye devam ederken kitle telaş ve panik seviyesi nedeniyle sağlıklı düşünemez. Bu tür dönemlerde, "Gerçek olmayana her zaman, gerçek olandan önce yer verilir." Kaynakça:- SIGMUND FREUD, "KİTLE PSİKOLOJİSİ" Say Yayınevi, 2015 "KİTLE PSİKOLOJİSİ ve EGONUN ANALİZİ" Gece Kitaplığı, 2019
- GUSTAVE LE BON "KİTLELER PSİKOLOJİSİ" Sayfa Yayınevi, 2012
Yorum Bırakın