Hayatta Kalabilmek Uğruna Feda Ettiklerimiz: The 100

Hayatta Kalabilmek Uğruna Feda Ettiklerimiz: The 100
  • 3
    0
    0
    1
  • Yıllardır neden ve nasıl dahil olduğumuzu bilmediğimiz bir sistemin içinde psikolojimizi, bedenimizi, ölümden sonrasını, yaşamdan öncesini anlamaya çalıştığımız bu sorular yığınında, her şeyin böylesine bulanık olduğu bu hayatta, neden olduğunu bilmediğimiz bir şekilde deli gibi hayatta kalmak istiyoruz. Kimi zaman başkalarını, etik değerlerimizi, hatta insanlığımızı feda ediyoruz bu amaç uğruna. İşte bu en insani içgüdüyü, başlıca teması yapan bir dizi The 100.
    İlk insan var olduğundan beri, en büyük gaye hayatta kalabilmek, varlığını sürdürebilmek. Toplum olmak, kabileler kurmak, aile olmak hepsinin altında bu temel içgüdü yatıyor: Var olmak ve insan varlığını devam ettirebilmek. 
    Başlarda CW'nun genç ve güzel insanları toplayıp zayıf bir konu ve kötü oyuculuklar etrafında şekillendirdiği teenage dramalardan biri gibi görünse de zamanla çok daha karanlık bir hal alan, sorular sorduran bir dizi haline gelmeyi başardı The 100. Sadece genç kitleye hitap eden klasik CW işlerinden hem ele aldığı cesur hikayeler hem de bunları işleyiş tarzıyla sıyrılmayı başardı.
    Görece daha hafif ve bir gençlik dizisi havasında başlasa da ilk sezonun ilerleyen bölümlerinde kendisini kanıtlamayı başardı. İleriki sezonlarda ise oldukça cesur kararlar ve karanlık hikayelerle bu algıyı büyük oranda yıktı.
    Dizi, apokaliptik bir evrende geçiyor. Dünya, bir nükleer patlama sonrası yaşanamaz hale gelmiş ve insanlar tek çareyi bir uzay istasyonu (Ark) kurup orada hayatlarını sürdürmekte bulmuş. Fakat bir süre sonra onları hayatta tutan kaynaklar tükeniyor, bu uzay istasyonunun ömrü bitmeye yaklaşıyor. Ark'ın yönetimi ise dünyanın yaşanabilir hale gelip gelmediğini anlamak için belli suçlardan dolayı gözetim altında tutulan gençleri yeryüzüne göndermeye karar veriyor ve hikaye bundan sonra başlıyor.
    Merak unsurunu hep diri tutması, yaptığı plot twistlerle ilgi uyandırması, güçlü karakterler yaratmış olması izleyiciye oldukça keyifli ve heyecan dolu bir seyir sunuyor. Her sezon kendini dönüştürüyor, tekrara düşmüyor. Özellikle sezon finallerinde, seyirciyi yepyeni soru işaretleriyle baş başa bırakıyor.
    Dizinin en büyük artılarından biri, gücü elinde bulunduran, halka liderlik eden, zeki kadınlar yaratması. Ne yazık ki hala çok zor denk geldiğimiz bu durum, diziyle ilgili beni en çok mutlu eden şey.
    Dizide yüzde yüz kötü ya da yüzde yüz iyi diye kategorilendirebileceğimiz karakterler yok. Herkesin gri alanda oluşu, tüm karakterlerin zaman zaman hayatta kalmak ve insanlarını korumak uğruna yanlış kararlar verebilmesi, çok ütopik ve ulaşılamaz karakterler yerine ete kemiğe bürünmüş karakterler izlememizi sağlıyor.
    Dizi, baş karakterlerini ilahlaştırmıyor, her zaman en doğruyu seçen kahramanlar haline getirmiyor. Hatta hikayenin genelinde "doğru" bir taraf olmadığını, herkesin yaşamını sürdürebilmek için çabalayan gerçek insanlar olduğunu hissediyorsunuz.
    İzleyicinin bir taraf seçmesini zorlaştıran bu durum, hikayenin ana damarlarından biri. Dizinin karakterleri de bu griliği sık sık sorguluyor. Hatta iyi ve kötü taraf olmadığını, bu mücadelede siyah beyaz keskinliğinde bir ayrım yapılamayacağını fark edişlerine de tanık oluyoruz.
    "I tried to be the good guy."
    "Maybe there are no good guys."
     "İyi olan taraf olmaya çalıştım."
     "Belki de iyi taraf diye bir şey yoktur."
    Hayatta kalmak, güç savaşı, kendi klanından olan insanları korumak gibi oldukça evrensel ve zamansız temalar görüyoruz dizide. Yaşamı için savaşan insanların ne kadar ileri gidebildiğine, ne kadar karanlık tarafa çekilebildiğine, feda ettikleri değerlerine, bölümler içinde yaşadıkları değişime tanık oluyoruz.
    Konu kendi hayatı veya sevdiklerinin hayatı olunca insanoğlunun sınırları olmadığını farkediyoruz. Bazen bu uğurda, izlemesi dahi zorlayıcı olan ağır tercihler yapılışını görüyor fakat aşılan limitlerin altında yatan sebepleri de görüp kendimizi hak verir halde bulabiliyoruz. Çünkü dizi, hayatta kalabilmek için verilen savaşın kutsal olduğunun ve sizi tanımlamadığının altını sık sık çiziyor.
    "Who we are, and who we need to be to survive, are very different things."
    "Olduğumuz kişi ve hayatta kalabilmek için olmamız gereken kişi birbirinden çok farklı şeyler."
    Yaptıkları ağır şeylerden sonra kendilerini sorgulayan kahramanlar görüyoruz dizide. Kendisinin ve yaşanan olayların farkında, duygu değişimlerini en ağır şekilde yaşayan kahramanları izleyebiliyoruz.
    "After everything we've done, do we even deserve to survive?"
    “Yaptığımız onca şeyden sonra, hayatta kalmayı hak ediyor muyuz?" 
    Dizinin halihazırda beş sezonu bulunuyor ve devam etmekte. Kendisine oldukça tutkulu ve sağlam bir fan kitlesi yaratmış durumda. Özellikle sosyal medyada büyük bir etkiye sahip.
    Akıcı, ilgi çekici bir bilim kurgu arayışındaysanız The 100'a bir şans verebilirsiniz!

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.