Tüm zamanların en iyi sit-comlarından biri olarak anılan The Office'i duymayanınız yoktur. Başkası adına utanma hissini iliklerinize kadar hissettiren, efsaneleşmiş karakterlerle dolu, bu absürt komedi harikasının içinde; belki de tüm zamanların en gerçek, en bizden, en çok sevilen ve gelmiş geçmiş en iyi çiftlerden biri olarak kabul gören bir aşkı barındırması oldukça ironik.
The Office'in yayında kaldığı süre boyunca en çok konuşulan, merak uyandıran ve sevilen dinamiklerinden biriydi Jim ve Pam'in aşkı. Dizi, hiçbir zaman bütün hikayeyi bu ikili üzerine oturtmayı seçmedi ve bu aşkı alttan alta küçük dokunuşlarla, hayranlarını boğmadan işlemesi bu ilişkiyi izleyici için hep canlı kıldı.
Jim ve Pam aşkının böylesine ikonik hale gelmesinin, dizinin finali üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hala her çiftin onlarla karşılaştırılıyor olmasının, çıtayı bu kadar üstlere taşımalarının pek çok nedeni var tabii ki.
Jim, oldukça başarılı işlere imza atan şimdilerde kendisini yönetmen ve senarist olarak da kanıtlayan başarılı oyuncu John Krasinski tarafından canlandırılıyor. Hatta canlandırılmamış, yaşanmış desek daha doğru belki de. Geçen yıllara ve Krasinski'nin süregelen başarılarına rağmen herkesin gönlüne Jim Halpert olarak kazınmış olması da bunun kanıtı olsa gerek.
Jenna Fischer ise Pam Beesly'e hayat veriyor. Jim ve Pam'in yarattığı etki öyle güçlü ki, iki aktör de hayatlarında başka insanların olduğunu hala kabullenemeyen hayranlar ve her yeni projelerini bu aşkla karşılaştıran insanlardan sık sık söz ediyorlar.
Fischer ve Krasinski rollere seçilme süreçlerini anlatırken tanıştıkları ilk andan itibaren Jim ve Pam'e hayat vermesi gereken ikili olduklarını hemen hissettiklerini, hatta yapımcıyla konuşmaları sırasında sordukları ilk sorularının "Jenna/John rolü alabildi mi?" olduğunu söylüyorlar.
Kendilerinin de en başından beri hissettiği bu kimya sayesinde, bize tam dokuz sezon boyunca; en güzel yazılmış ve canlandırılmış ilişkilerden birini, bu unutulmaz aşk hikayesini sunmayı başardılar.
Bu ilişki izlediğimiz klasik dizi aşklarının arasından sıyrıldı. Bize daha önce dizilerde çok rastlayamadığımız gerçekçilikte ve naiflikte bir hikaye verdi. Sürekli bir drama yaşatmadan, birbirine zarar veren insanların tutkulu ilişkilerini işlemeden, sezonlar boyu olacaklar mı olmayacaklar mı gerilimine girmeden de merak uyandırıcı bir hikaye yaratılabileceğini gösterdi.
Jim ve Pam'in güzelliği; özlerinde en yakın arkadaş olan, birlikteyken eğlenebilen, konuşmadan da anlaşabilen iki insana odaklanmasıydı. Biz bu ilişkide hiçbir zaman çok büyük jestler, gerçek hayatla ilişiksiz olaylar görmedik. Aşklarını hep küçük jestlerde, kamera onlara odaklı değilken bile arka plandaki hallerinde hissettik.
Jim'in henüz sevgili bile değilken Pam için hazırladığı yılbaşı hediyesi, onu ne kadar iyi tanıdığını kanıtlayan küçük küçük şeylerle dolu o mavi çaydanlık çoğu dizinin büyük olaylarla kanıtlamaya çalıştığı aşka hepsinden daha çok inandırıyor bizi. Pam omzunda uyuyakaldığında yüzü aydınlanan ve o andan itibaren çok da kötü bir gün geçirmediğini söyleyen Jim yazılabilecek birçok sahneden daha çok hissettiriyor o duyguyu.
Pam'in röportajı sırasında, Jim içeri girip yemek yemeyi teklif ettiğinde; gözleri dolu dolu kameraya dönüp "Soru neydi?" deyişi ya da annesi "Hangisi Jim?" diye sorduğunda zar zor görebildiğimiz Jim'in o gülüşü pek çok şatafatlı sahneden daha etkili olabiliyor. Benim için bu ilişkiyi açık ara farkla izlediğim en güzel aşk yapan şey işte bu naiflik. Kamera onlara odaklı olmadığı anlarda bile kendini hissettiren o gerçek duygu.
İlişkinin temelinde çabuk yanıp sönebilecek saf bir cinsel tutku yerine gerçekten birbirinin varlığından hoşnut olma hali var. Jim ve Pam izleyicinin ilgisini ayakta tutmak için gereksiz kargaşalara, sağlıksız iletişime, asla bitmeyen yanlış anlamalara ihtiyaç olmadığını hatırlattı bize.
Birlikte gülebilmek, birbirine sonsuz güven duymak, en yakın arkadaş olabilmek gibi etmenlerle yoğurulmuş bir çift de eğlenceli ve izlenesi olabilirdi elbet, kargaşaya ve seyirciyi çileden çıkaran iletişimsizliklere gerek kalmadan hem de.
Pam anne babasının ayrıldığını öğrendiği sahnede ilişkilerine olan inancını şöyle ifade ediyor: "Çocukken anne babanın ruh eşi olduğunu farz edersin. Benim çocuklarım bu konuda haklı olacaklar."
Her şey devamlı böyle sorunsuz da işlenmedi tabii ki. Kavgalarına da şahit olduk, kopuşlarını, uzaklaşmalarını da izledik. Böyle bölümleri seyretmek ne kadar hüzünlü olsa da ilişkinin gerçekliğini bize buram buram hissettirdi.
Dizinin finalinde Pam, başlarda neden sıkıcı ve tekdüze bir kağıt firmasının belgeselinin çekildiğini anlayamadığını söylüyor sonradan vardığı sonucu ise şöyle açıklıyor: "Sıradan şeyler içinde büyük güzellikleri barındırıyor, asıl olay da bu değil mi zaten?"
The Office; ne kadar absürt olursa olsun özünde daima sıradan şeylerin, günlük, olağan hayatların, gerçek insanların hikayesiydi. Bu dizinin en büyük aşkı da ona yakışır şekilde sıradanlıkların içindeki o güzelliği gösterdi bize ve evet, belki de asıl önemli olan buydu.
Yorum Bırakın