Victoria dönemi görkemli olduğu kadar yıkıcı bir dönemdi. Sınıfsal farklılıkların üst düzeyde olması, ahlaki düşünce şekli ve cinselliğin tam anlamıyla bir tabu haline gelmesinin yanında kadın-erkek arasındaki eşitsizlik hat safhadaydı. İnsanlar soylular ve soylu olmayanlar olarak ikiye ayrılırken, şanssız kısım oldukça sağlıksız bir ortamda yaşıyordu.
Bu dönemde yaşayan Bronte kardeşlerin babası Patrick Bronte bir İngiliz papazıydı. Karısının ölümünden sonra beş kız ve bir erkek çocuğunun bakımını halaları üstlendi. Çocuklar koyu dindar babalarının ilgisi olmadan, mezarlığın yanındaki fazlasıyla sessiz olan evlerinde büyüdüler. Annelerinin ardından Maria ve Elizabeth Bronte öldü. Üç genç kızın tek erkek kardeşleri Branwell ile de araları bozuldu. Öyle ki Branwell kız kardeşleriyle yer aldığı portreden kendisini silmeye çalıştı. Bu davranışların nedeninin Branwell'ın alkolik olmasına bağlandı fakat işin aslı nasıldır bilemiyoruz. Gittikçe sessizleşen evde kız kardeşlerin birbirlerinin yazılarını fark etmeleri üzerine yazarlık serüvenleri başlamış oldu.
Bu dönemde yaşamış birçok sanatçı gibi Bronte kardeşler de bu baskıcı düzenin içinde bulunmanın sıkıntısını çektiler. Yazarlığın zorluğu yanı sıra kadın olmaları her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Öyle ki Emily, Charlotte ve Anne Bronte'nin 1846'da ortak yayımladıkları ve yalnızca iki adet satılan şiir kitabında kendi isimlerinin baş harfleriyle başlayan takma erkek isimleri kullandılar. Eserleri gotik tarzda, ihtiras ve vahşi bir romantizme sahipti.
Emily Bronte (1818-1848): Son derece içine kapanık olan Emily, 1847'de yayımladığı tek romanı olan Uğultu Tepeler (Wuthering Heights) ile tanındı. Romanında aşk ve nefret duygularını iç içe işlerken kadın karakterleri ön plana çıkardı. Dönemin eleştirmenleri tarafından kitabı iç bunaltıcı, anlaşılmaz ve insanları kötü etkilediği söylenerek yerden yere vuruldu. Ne yazık ki, romanının dünya klasiklerinin en ünlüleri arasına gireceğinden habersiz olarak, yayımlandığı yıl tüberkülozdan öldü. Hastalığa, erkek kardeşi Branwell'ın cenazesinde ona saygı duyduğunu belirttiğini düşünerek yalın ayak fırtınanın ortasında yürüdüğü için yakalandığı söyleniyor.
Anne Bronte (1820-1849): Bronte kardeşlerin en küçüğü ve aralarında en dindar olandı. 1847'de Victoria Dönemi İngiltere'sinde yaşanan sınıf ayrılıkları ve mürebbiyelik anılarını anlattığı Agnes Grey adlı romanını yayımladı. Maalesef Anne Bronte'nin eserleri ablalarının eserleri kadar ilgi göremedi ve yalnızca yirmi dokuz yaşındayken tüberkülozdan hayatını kaybetti. Kız kardeşi Emily'den kaptığı hastalığı, iyice ilerleyene kadar herkesten gizledi.
Charlotte Bronte (1816-1855): Üç kız kardeşin en büyüğüydü. Yazdığı Jane Eyre adlı romanla tanındı ve olumlu eleştiriler aldı. Kardeşlerinin ölümünden sonra babasıyla tek kalan Charlotte, 1854'te babasının yardımcısı Arthur Bell Nicholas ile evlendi fakat trajik şekilde hamileliğinin dokuzuncu ayında öldü.
Yaşamları boyunca sınırlı çevre ve insan ilişkileri içinde bulunmaları, maddi sıkıntılar, ölümler, ailevi problemler ve önyargılara rağmen bu üç güçlü kadın, kendilerini ve eserlerini dünyaya unutturmamayı başardılar.
"Bana cazip gelen şey onların yoğun bir şekilde yaşamaları ve yazmalarıdır" -Harman
Yorum Bırakın