Uzun yıllardır devam ettikleri müzik kariyerlerine 2010 yılında yayınladıkları Brothers albümüyle yeni bir ufuk açan gitarist Dan Auerbach ve baterist Patrick Carney, Danger Mouse prodüktörlüğünde Nashville’de kaydedilen albümlerini diğer The Black Keys albümlerinden daha farklı metotlar ile hazırladı. Grup ilk defa herhangi bir şarkı veya bir demo üzerinde çalışmadan stüdyoya girdi ve bütün şarkılar albüm hazırlık sürecinde yazılıp kaydedildi. Thickfreakness, Rubber Factory, Magic Portion ve Attack and Release albümlerinde daima daha catchy ve groovy soundlar yakalama fikriyle yukarı doğru bir ivme kazanan grup Brothers albümünde en tepeye koyduğu bu misyonu daha da ilerleterek kendini aşmak için El Camino albümünde yoğun bir çalışma gösterdi.
Daha önceki albümlerinde yakaladığı garage rock soundunu bu albümde de koruyan The Black Keys, bu albümde daha farklı olarak blues temasına daha az yer veriyor. Albümün sounduyla alakalı minimal enstrümantasyon idealiyle hazırlanmış oldukça fazla etkili bir rock soundu dememiz bu noktada El Camino’nun kimliğiyle alakalı yapılabilecek en doğru yorum olabilir. Ayrıca Patrick Carney yaptığı bir açıklamada Brothers albümünde şarkıların soundlarından memnun kalmalarına karşın daha yüksek tempolu şarkılara yer vermek amacıyla El Camino albümünde daha yüksek tempolu parçalar üzerinde çalıştıklarını belirtmiştir.
Albümün açılış parçası Lonely Boy, hit kelimesine tam manasıyla karşılık gelmesiyle beraber grubun tüm zamanlar içerisinde listelerde en fazla yükselen parçası olma özelliğini de taşır. 55. Grammy Ödülleri’nde En İyi Rock Parçası ödülünü de alan Lonely Boy, bend tekniği ile yazılmış harika bir riff ile başlıyor ardından klavye ve davulun uyumuyla harika bir verse bölümü bizi bekliyor. Kendisini bekleten bir aşkın olduğunu iddia eden yalnız çocuğu anlatan şarkı sözleri ile Lonely Boy, çok eğlenceli ama bir o kadar da ciddi klibiyle de beğenimizi kazanıyor.
İkinci parça Dead and Gone bas ve davulun harika temellendirmesiyle başlıyor. Ardından ilk akorla şarkıya giren Auerbach, “Söylenen her kelimeden sonra ölüp gitmiş gibi hissediyorum” dizeleriyle bizi ses tonuna hayran bırakırken, şarkının bridge bölümünde çaldığı ara soloyla da kompozisyon anlayışına bizi hayran bırakıyor.
Üçüncü parça Gold on the Ceiling, zamanla grubun en popüler parçalarından biri haline gelen şarkılardan. Nakaratların ardından gelen overdrive ile çalınmış kısacık bir gitar riffi şarkının en çekici olan kısmı olarak gözümüze çarpıyor. Klibinde hayranları ile bütünleşen grup üyelerini bize sunan Gold on the Ceiling, kendini tekrar tekrar dinleten, albümün en gözde parçalarından biri.
Dördüncü parça Little Black Submarines için gerçekten ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Bir ballad edasıyla başlayıp bridge bölümüyle beraber farklı denizlere yelken açan bu parça sadece grup üyeleri değil prodüktörlük koltuğunda oturan Danger Mouse’a da şapka çıkarmamızı sağlıyor. Dan Auerbach’ın yazım sürecinde sürekli değişiklikler yaparak son haline getirdiği parça birkaç farklı şekilde kaydediliyor. Akustik versiyonlar ve yüksek tempolu versiyonlar arasında bir harmanlama yaparak sentez oluşturmaya çalışan ekip, şarkıyı bu şekilde son haline getiriyor. “Herkes bilir ki, kırık bir kalp kördür.” dizesinin ardından gelen yüksek treble içeren gitar riffleri ve efsanevi solo ile albümün bir başka lezzetini tatma fırsatını buluyoruz.
Money Maker parçasında, eski albümlerin tadını almak mümkün. Solovari bir riff ile başlayan parçada davullar ve gitarların muhteşem uyumu yine yeni yeniden gözümüze parçan en büyük olgu oluyor. Nakarat kısmındaki vokal armonisi şarkının en akılda kalıcı bölümü ve şarkıya asıl havasını katan bölüm tam olarak nakaratın bu kadar çekici olması gibi gözüküyor.
Run Right Back parçası ilk dinleyişte dikkatimizi introsuyla çekiyor. Şarkının introsu komalı notalarla yazılmış bir riff. Başlamasıyla Aşık Veysel’in Kara Toprak coverı dahi sanabileceğimiz bu parça davul ve bas gitarın şarkıya girişi ile beraber bizi bir The Black Keys albümü dinlediğimize tekrar ikna ediyor.
Albümdeki yedinci parça Sister ve dokuzuncu parça olan Stop Stop adlı şarkılar bu harika albümün havada kalmış parçalarından ikisi diye düşünüyorum. Bu iki parçayı genel anlamda puanlarsak 7/10 almaları işten bile değil fakat bu kadar yüksek kalibre bir albümde ekstra bir tını yakalayamayan parçalar doğal olarak gözümüze çarpmıyor.
Sekizinci parçamız Hell of a Season bence albümün underrated kalmış parçalarından biri. Harika bir bas gitar melodisi ile başlayan parça davulların girişi ve Dan Auerbach’ın muazzam vokali ile birleşince tam olarak albüm hazırlanış sürecinde grup üyelerinin yansıtmak istediklerini yansıtan bir parça oluyor. “Daha iyi olacağını söyle, seni sonsuza kadar bekleyeyim. Biliyorsun, beklerim.” dizelerini bize sunan nakarat, armonisi ile beraber sürekli tekrar dinleme ve söyleme isteği uyandırıyor.
Onuncu parça Nova Baby konserlerde neden bu kadar az yer verildiğini anlayamamamızla beraber bizi şaşırtmaya devam ediyor. Şarkı sözlerinde ifade edilen duygunun armoniye çok iyi yansıması, klavyede Danger Mouse’un grup üyelerine çok iyi eşlik etmesi ve şarkının outro kısmında Auerbach’ın harika gitar solosu bu şarkıyı bambaşka bir noktaya taşıyor.
Mind Eraser parçası ile nokta koyduğumuz albüm, 55. Grammy Ödüllerinde En İyi Rock Albümü ödülünü kazanmasıyla beraber grubu başka bir noktaya taşıdı. Bilboard listelerinde iki numaraya kadar yükselen albüm garage rock soundunda seviyenin nerelere çekilebileceği konusunda çok büyük örnek teşkil etti.
Yazı çok iyiymiş. Bu arada çok güzel albümdür dinlemenizi tavsiye ederim.