Ulusların Ulaşamadığı "üç Köşeli Dünya" : Natsume Soseki

Ulusların Ulaşamadığı "üç Köşeli Dünya" : Natsume Soseki
  • 8
    0
    0
    3
  •  Gerçek adıyla Natsume Kinnosuke 9 Şubat 1867 tarihinde ailesinin altıncı çocuğu olarak Tokyo'ya geldi. Ailesinin maddi sıkıntıları sebebiyle evlatlık olarak verilmişken, ailenin boşanmasıyla tekrar kendi ailesinin yanına döndü. Soseki yazar olmak istediğine on beş yaşında kara verdi. Kendisine mahlas olarak "inatçı"anlamına gelen Soseki'yi seçti. Yazar olma isteğine karşı çıkan ailesi yüzünden Mimarlık okumaya başlasa da bölümü bırakıp İngiliz Dili ve Edebiyatı okudu. Mezun olduktan sonra ise öğretmenlik yaptı. Akademik çalışmalarına devam ederken hükümet tarafından İngiltere'ye yollanan yazar geçirdiği buhranlı dönemler sonucu Tokyo'ya döndü. Yazdığı eserlerle Modern Japon edebiyatının en büyük yazarlarından biri kabul edilir. 

    Soseki'nin eserlerinden biri olan "Kusamakura" yani Üç Köşeli Dünya bu içeriğimizin konusu olacak. Öncelikle kitap hakkında bilgi vereyim. Kitap Konu Yayınları tarafından bu yıl basıldı. Soseki hayraları olarak bizi çok mutlu eden kitabın çevirisini Burcu Erol yapmıştır. Üç Köşeli Dünya Tokyo'nun keşmekeşinden kaçan bir ressamın kendini dağlara vurarak yaptığı yolculuğu ve tanıştığı insanları anlatıyor. Ressam bu yolculuğu ilhamını bulmak ve resim yapmak için kullanmak istese de bunları yapmamaktan da rahatsızlık duymuyor. Yaşamın anlık bir his olmadığının ve bu hazların bir ömür süreceğinin bilincinde olan kahramanımız tanıştığı insanları da sanatsal açıdan inceliyor. Kitabı elime alıp açtığımda ilk cümleyle kalbim titredi. Gelmiş geçmiş en güzel kitap girişi diye nitelendirdiğim bu satırları sizinle paylaşmak isterim:

    "Dağ patikasını tırmanırken şöyle düşündüm: Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarssan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur. Bu zorluk arttıkça dünyadan uzaklaşmak ve sakin bir yerlere gitmek istersin. Nereye gidersen git bu zorluğun seninle geleceğini anladığın zamansa şiir doğar, resim can bulur."  

    Soseki'ye dair sevdiğim her şeyin dört satır ile anlatılması ve bunların onun yazdığı bir kitabın giriş cümleleri olması bir okur olan benim için ne kadar değerlidir tahmin edebileceğinizi düşünüyorum. Yazarın bütün kitaplarında ucundan köşesinden hatta yer yer "Ben buradayım!" diyerek yansıttığı fikirlerine her zaman hayranlık duymuşumdur. Çağının çok ötesinde olan bir isim olduğunu kalemini titretişinden bile anlayabilrsiniz. O hayatın her anında üçüncü kişi olmanın öneminden bahsederken kendi yaşamınızı tartıp biçerken buluyorsunuz kendinizi. Bu üçüncü kişi olmak hikayesi de şudur ki, Soseki, insanın kendisinin içine düştüğü anlarda durumun iyi ve kötü yanlarının girdabına kapılacağını, anın içerisinde bulunan sanatı gözden kaçıracağını söylüyor. Bu duruma düşmemek içinse kendinizi üçüncü bir kişinin yerine koymalısınız diyor. Böylece sezebilir ve zevk alabilirsiniz diye de ekliyor. İnsanların üstüne yapışan hislerden de bıkmış olan Soseki insanların hissetmeyi bile kalıplara sokmasına son derece kızgın. Üzülmek, kızmak, ağlamak gibi tepkilerin kalıplaştığı ve sanat içerisinde de bunlardan bir zevk alamadığından bahsediyor. Bu yüzden de resim yapmanın yanı sıra şiirler de kaleme alan ressamımız bambaşka hislerin peşine düşüyor. İnsan yüzün girebileceği şekilleri, mimiklerin aktarabileceği duyguları ve gözlerdeki fırtınayı yakalamak ve resmetmek onun asıl isteği haline geliyor. Batı sanatının bir noktadan sonra donuklaşmasının sebeğlerinden birini de bu olarak görüyor. Bir ressam olarak renk kullanımından tutun doğanın tasvirine kadar irdelediği satırlarda batı ve doğu sanatının karşılaştırmasını oldukça fazla yapıyor. Kimi zamanlar yabancı olanı üstün bulurken kimi zaman kendi milletinin bakışını yükseltiyor. Duruma objektif yaklaşmayı da bilen yazar batılı bir ressamın çizdiği Avrupa gökyüzünün renklerini kullanarak, Japonya gökyüzünün çizilemeyeceğinden bahsediyor. Aslında bu yorumun altında binlerce sebep var. Doğa, coğrafya, kültür ne dersek diyelim hepsinin açıldığı kapı "insan" oluyor.  Dünya aynı dünya olsa da iki ucu bir nokta da birleşse de insanlar arasında uçurumlar var. Yaşayış farkı değil sadece bu, hayatı görme şekilleri de oldukça farklı. 

    Soseki karakter olarak da insanların içinde olmayı çok sevmeyen bir adam olduğunu eser içerisinde sık sık gösteriyor. Dağlarda karşılaştığı kesişlerin Tokyo ile ilgili sorunlarına verdiği cevaplar okuru şaşırtacak nitelikte. Ne kadar yaşama farklı gözle bakan bir insan olsa da Tokyo ismini duymak bile onu buza çeviriyor. Kalabalık yazarın kriptoniti olmuş adeta. Bireyin özgürlüğü ve diğer bireylerle sınırları konusunda keskin fikirleri var. Bireyin otorite ile olan ilişkisinde de ezildiğini, haklarının çiğnendiğini savunuyor.  İnsanların birbirlerine yaklaşımlarımdan oldukça muzdarip, şu satırlara bakalım:

    "Bu dünya ısrarcı, zehirli, yaygaracı ve her şeyden önce arsız insanlarla dolu. Özellikle bazılarının bu dünyaya ne yapmaya geldiği anlaşılmıyor. Üstelik bu sadece yüzlerine bakarak ulaştığım bir sonuç değildi. Çoğu sadece yer kaplıyor. Bu geçici dünyadaki alanların çoğunu alıyor ve bunu müthiş bir itibar gibi sunuyorlar. Beş yıl, belki on yıl, insanların peşine dedektif takıp kaç kez gaz çıkardıklarının çetelesini tutuyor ve buna hayat diyorlar. Buradan da cesaret alarak karşına geçip "Sen şu kadar yılda bu kadar gaz çıkardın!" diye umurunuzda olmayan şeyler hakkında konuşabiliyorlar. Yüzünüze söylemektense , ki bunu da yapabilirler, arkanızdan kaç kere gaz çıkardığınızı konuştukları da oluyor. "Yeter" diye söylenmeniz daha çok sadece daha çok söylenmelerine neden oluyor. "Peki" derseniz daha ısrarcı oluyorlar. "Anlamadım" derseniz saymaya devam ediyorlar ve buna "hayata uyum sağlama" stratejisi diyorlar."

    Aslında yazarın burada anlatmak istediği şeyi 21.yy dünyasında yaşayan ve dönemin hoyratlığı yüzünden kalp sancıları çeken bütün naif insanlar anlar. Durumu ilginç kılan onun bu satırları 19.yy''da yaşayıp kaleme almış olması. Toplumun içinde kaybolan birey, özgürlüğünü yitiren birey, eşyalaşan birey gibi kavramlar ona hiç de yabancı değil. Belki de bu yüzden yazar bir sanatçının hayatını ve dünyaya bakışını anlatmak için, onu uzun bir yolculuğa çıkarmak zorunda kalmıştır. Belki de kendisi çıkmıştır. Çünkü Tokyo'da yaşayan bir sanatçıyı, küçük köylerden büyük şehire giden insanları zaten diğer eserlerinde anlatıyordu anlatacaktı. Büyük şehiri bırakma cesaretine kapılan bir sanatçı ise anlatılmıyorduç Bunu başarmayı istemek Soseki'yi düşününce hiç de şaşırtıcı değil. Yazar eserin sonlarına doğru buharlı trenlerle ilgili şu cümleleri kuruyor:

    "Buharlı tren kadar yirminci yüzyıl uygarlığını temsil eden başka bir şey yoktur. Bilmem kaç insanı aynı kutuya sokuyor ve gümbürdeyerek gidiyor. Kayırması yok. İçine tıkıştırdığı herkes aynı hızda gitmek, aynı istasyonda durmak ve aynı buharın tadına bakmak zorunda. İnsanlar buna trene binmek diyor,, bense paketlenmek ve bir kutuya yüklenmek diyorum. Onlar trenle gidiyorum diyor bense nakledilmek diyorum. Tren kadar bireyselliği aşağılayan bir şey yok. Uygarlık önce sınırları ortadan kaldırarak bireyselliği geliştirdi, şimdi de sınırlar getirerek onu ayaklar altında eziyor. Günümüz uygarlığı yetişkinlere dünya üzerinde belli bir alan verip bu alanda istediğin gibi uyuyabilir ve uyanabilirsin diyor. Aynı zamanda bu alanın çevresine demir çitler örüp bunun ötesine bir adım dahi atmak yok diyerek gözdağı veriyor. Kendi alanında dilediği gibi davranan canlıların, çitlerin ötesinde de diledikleri gibi davranmak istemeleri doğanın kanunudur. Acınacak halde olan uygarlık toplumuysa bütün gün ve gece bu demir çiti ısırıyor, çığlıklar atıyor. Uygarlık bireye özgürlük verip bir kaplan gibi onu vahşileştirdikten sonra bu vahşiliiği kafese tıkıyor ve dünyanın huzurunu koruyor.Oysa gerçek huzur bu değil..." 

    Her satırını derin nefes alarak okuduğum, hayatın gerçeklerini yüzüme vuran bir eser olan Üç Köşeli Dünya Natsume Soseki hayranlığımın kat be kat artmasını sağladı. Peki sizin hiç mi ilginizi çekmedi?

    Hadi canım, bir şans verin. Pişman olmayacaksınız. :) 

     

    Özdem Direkçi


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.