Endişelenecek Bir Şey Kalmayacak, "when The Weather Is Fine"

Endişelenecek Bir Şey Kalmayacak, "when The Weather Is Fine"
  • 0
    0
    0
    0
  • Başrollerini Park Min-young ve Seo Kang-joon’un paylaştığı dizinin yönetmenliğini Han Ji-seung yapmıştır. Park Min-young zor bir hayat yaşamış olan Mok Hae-won karakterine hayat verirken, Seo Kang-joon ise Hae-won’a liseden beri aşık olan Im Eun-seob karakterini canlandırmıştır. Dizi büyük şehirde bunalmış ve artık yaşama amacı bulamayan Hae-won’un liseyi okuduğu kasabaya dönmesiyle başlar. Geçmişe dair her şey yeniden canlanacak ve çözülmemiş sorunlar su üstüne çıkacaktır.

    When The Weather Is Fine’ı farklı kılanın ne olduğunu uzun süre düşündükten sonra kesin bir kanıya vardım. Diziye ait iç ısıtan doğallık her şeyi farklı kılıyordu. Hayat gerçekte nasılsa dizide de öyle ilerliyor. Kimse coşkulu duygulara kapılmıyor, yaşam abartılmıyor. Hae Won’un kasabaya dönme sebebi bile o kadar gerçekçi geliyor ki insana. Şehir insanlarının kabalığına ve hoyratlığına katlanamayan Hae-won nahifliği ve kibarlığı yüzünden tutunacak dal bulamıyor. Bir Çellist olan Hae-won artık bundan dahi keyif alamıyor. Düşünecek olursam, kasabaya dönüşünün sebebi hayatta kalma isteği sanırım. Kimse bu korkunç yalnızlıkla tek başına savaşmak istemez sonuçta. Böylelikle Hae-won karlı bir günde, valizini sürükleyerek tepedeki aile evine ulaşmaya çalışırken, tüm ömrünü onu severek geçirmiş biri tarafından izlendiğinin farkına da varamaz.

    Dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en mahzun insan olan Eun-seob, onu görür görmez tanır. Dudaklarına yerleşen mutluluk, her zaman hüzünlü bakan gözleriyle şiirsel bir tezatlık yaratır. Karlı tepeye çıkan yokuşun başındadır evi, manzarası artık mutluluk olmuştur. Eun-seob karakteri aklımı çok karıştıran bir karakter oldu dersem yalan olur fakat bu yalınkat bir karakter oluşundan kaynaklı değildir. Acısında bile temkinlidir Eun-seob, mutluyken bile hüzünlüdür. Dizide olan bir olaya Eun-seob’un nasıl tepki vereceğini anlamak için çok uğraşmazsınız, çünkü aklınıza gelebilecek en onurlu tepkiyi verir her zaman. Güvenirsiniz ona izlerken hayata karşı kırgınlığı son bulsun istersiniz. Eun-seob restore ettiği eski köy evini kitapçıya dönüştürmüştür. Goodnight Bookstore aynı zamanda kendi evidir. Her hafta bu dükkanda, okumayı hayatının bir köşesine de olsa koymuş insanlarla toplanıp masal geceleri düzenlerler. Sıcak kestane ve mandalina kokusu eşliğinde, mutlu kış geceleri geçirilir kitapçıda. Eun-seob’un hayatı belirli bir düzende ilerler. Okur, yazar, kitapseverlerle sohbet eder, iyi yemeye ve iyi uyumaya çalışır, sevdiklerini mutlu etmek için elinden geleni yapmak ister. Hae-won ise onun için her yıl iki bilemedin üç günlük süren bir mutluluğun kaynağıdır. Hae –won’un bu sefer kalmaya geldiğine inanamaz. Dünyanın bir köşesinde yan yana gelmiş bu iki sessiz ruhun ikisi de birbirlerine ihtiyaç duyduklarının farkındadır aslında. Gerçeklik savaşı bu farkındalığı ezer, Eun-seob kendi içerisinde yaşadığı sevgiye tamah etmeye çalışmayı seçer, daha genç bir delikanlıyken üstelik. Onun da zor bir hayatı olmuştur. Bu dünyadan sessizce geçmeyi belki de bu yüzden istemektedir. İşte bu iki zarif ruhun birbirlerine doğru atmaya çalıştıkları adımlar diziyi güzel kılan şeylerdendir.

    Hae-won ve Eun-seob karakterleri kadar yan karakterleri de sevdim diyebilirim. Hae-won’un teyzesi olan, ünlü fakat aksi yazar Moon Jeong-hee, Eun-seob’un kız kardeşi ve yakın arkadaşları, Goodnight Bookstore’un daimi müdavimleri, kısacası dizide bir şekilde görünmüş herkesten bir şeyler hissetmeyi öğrendim. Belki de figüratif yapı için en önemli şeylerden biri başarılmıştı.

    Karakterizasyon zincirinin düzgünlüğünün yanı sıra mekan hikayeleri de inanılmaz güzel düzenlenmişti. Karakterlerin hisleri ve yaşadıkları doğrultusunda düşündükleri, yahut birbirleriyle konuşmak için seçtikleri her yer sanki nokta atışıydı. İnanılmaz güzel doğa manzaraları vardı ve bunlar hissedilen duygularla örtüşüyor, hislerin seyirciye geçmesine yardımcı oluyorlardı. Bu duruma örnek verecek olursam, tüm hayatını duygularını bastırarak, kapana kısılmış ve kendilerinden başka herkes için yaşayan bu iki karakter birbirlerine olan aşklarını bir dağın zirvesinde, olabilecekleri en özgür yerde itiraf ettiler. Yahut Eun-seob ne zaman hayatın derin uçurumlarına yuvarlansa kendisini dağlara vurdu. Günlerce dağın tepesinde bir kulübede yaşadı. Bu "dağ meselesi" onun karakterinin öyle bir parçasıdır ki Eun-seob’un annesi, oğlunun hüzünlü kişiliğinden vazgeçmesi için dağlardan vazgeçmesi gerektiğine inanır, hatta yasaklamaya çalışır.  Kimse Eun-seob’u dağlarda takip etmeyi göze alamaz. Buna ilk cesaret eden kişi, adamın karakterine en aşık olandır; Hae-won.

    Diziye aşık olma sebeplerimden biri de kullanılan müziklerdi. When The Weather Is Fine size mükemmel bir çalma listesi sunacak. Klasik tınılarla dolu, insanın ruhunu sakinleştiren müzikler, dizi bitse bile peşinizi bırakmıyor. Ne zaman sabahın ilk ışıklarını yakalasam arka fonda çalan Hanclef bestesi When The Weather Is Fine’ı duyabiliyorum. Yahut bir otobüsün peşinden koşup yakalayamamışsam ve akşam trafiğinde sakin kalmaya çalışıyorsam A Pray For You’yu işitebiliyorum.

    Hikayeyi size açık etmekten kaçınmak için elimden geleni yaptım. Anlattığım şeylerin izleme keyfinizi kaçırmasından ziyade hislerime özenmenizi sağlamak için uğraştım. Çünkü sevgili okur, senin de en az benim kadar hayatın keşmekeşi içinde boğulduğunun farkındayım. Gel, kendine bir izin ver. “Bugün mutlu hissetmek istiyorum” de. Üstelik mümkünse bunu hayatın boyunca geçireceğin her gün için söyle. Buraya kadar okuduysan şayet, senin de bunu söylemek için can attığını biliyorum.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.