17. Yüzyıldan İtibaren Türkçenin Sadeleşme Süreci Ve Yaşadığı Zorluk

17. Yüzyıldan İtibaren Türkçenin Sadeleşme Süreci Ve Yaşadığı Zorluk
  • 3
    0
    0
    0
  • Osmanlı Türkçesi: Osmanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesinden sonra gelen dönemdir. Eski Anadolu Türkçesi hem eski unsurları hem de İslamiyet’in etkisi ile Arapça-Farsça dillerin unsurlarını, mefhumlarını içinde barındıran bir yazı dili olduğundan dolayı Osmanlı Türkçesinin dili de bu şekillenmeler ile beraber kendi dilini daha özgü bir şekilde inşa etmeye başlamıştır. Osmanlı devrinde Arapça dili daha çok medreselerde eğitim dili olarak kullanılırken Farsça ise daha çok şiirde, sanatta kullanılıyordu. Bu iki dil arasında hem eğitim alan hem de sanat öğrenen kişi sayısı çoğaldıkça “Osmanlı Türkçesi” de bu şekilde ortaya çıkmıştır. İşte bu nedenden dolayı yüzyıllar boyunca öz Türkçe dilimizi Arapçadan ve Farsçadan ayırmak dilde sadeleşme hareketerine doğru ilerlemek, sadeleşme hareketlerine doğru yol almaktayız.

     

    17. Yüzyıla ulaşan Osmanlı Devletinde bir gerileme söz konusudur; siyasi, ekonomik, sosyal gerilemeler bir takım isyanları da beraberinde getirir. Bunun yanında da Batı’nın Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte yeni bir dünya düzeni kurulmaktadır. Osmanlı bu yıllarda sanatta ve şiir de olan dil yapısını korumuş fakat 17. Yüzyıl’ın getirdiği olumsuz şartlar şairlerin, yazarların konusu olmaya başlamıştır. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” eseri dilin sadeleşme bakımından çok önemli bir nesir örneğidir.
    “Seyahatnamenin yazımının yanı sıra kullandığı dilde standart nesir/yazı dilinden ayrılmaktadır. Evliya’nın Arapça kurallarla istediği gibi kelime türetmesi, Farsça ekleri Türkçe kelimelerle eklemesi şaşırtıcı olmuş, hatta onun uydurmacılığı’nı pekiştiren bir ön yargıya yol açmıştır.” (Tezcan,2010:577) Ayrıca “Dildeki yazım kurallarının yanı sıra Arapça, Farsça gramer kurallarına karşı aldırışsız tutumunun, dilde var olan kelime oyununu alışkanlığa dönüştürüp dille istediği gibi serbestçe oynamasının ve bunu tutarlı bir şekilde kullanarak bu tutumdan üslup oluşturmasının onun özgünlüğü olduğu söyleyebiliriz” (Tezcan,2010:577) Bu açıklamalarda da görülmektedir ki Seyahatname dil bakımından Arapça-Farsça unsurlardan sıyrılıp Türkçe kelimelerin yer alması ve sadeleşme bakımından mühim bir eser olması söz edilebilir bir niteliktir. 17. Yüzyıl'ın sadeleşme hareketi Seyehatname ile baş göstermeye başlamıştır.

     

    18. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devletinde gerileme devam etmektedir. Lale devri bu yüzyıl içerisinde yaşanmış ve bu dönemde matbaa gelmiştir. Dönemin en parlak şairleri Nedim ve Şeyh Galiptir. Bu dönemin bilhassa önemli bir hususu “Sebk-i Hindi” akımının yeridir. “Hindistan’da, Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Sebk-i Hindi etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir şiir söylemişlerdir.” (Yıldızer,2018:2) Yani bu akım daha ağır ve yapay bir üslup kurmaya çalışan bir dil anlayışını benimsemiştir. Bu akım bağlamında şiire yansıma şekli “Sebk-i Hindi üslubunun başlıca özellikleri belagat ve fesahat kurallarından uzaklaşmadan yeni, orijinal ve girift mazmunlar, ince hayaller, anlam kapalılığı, az kelime ile çok şey ifade etme olarak belirtilebilir. Aşırı dereceye varan mübalağa, irsali mesel, istiare, teşhis, kinaye, ve mecaz sanatları da bu tarz şiirde çok kullanılmış ve geliştirilmiştir.” (Yıldızer,2018:3) Yani şiirde mana ve hayal gücünün ön plana çıkışı, şiirin karmaşık bir üslupla açıldığı göstermektedir. 18. Yüzyılın bu döneminde bu akıma karşı çıkan diğer akım ise “Türk-i basit/Mahallileşme” akımıdır. “Türk-i Basit divan edebiyatında Arapça ve özellikle Farsça kelime ve tamlamaların kullanımının artması üzerine Tatavlalı Mahremî ile Edirneli Nazmî’nin başlattığı tamamen Türkçe kelimelerden oluşan ve terkipsiz yazmaya dayanan bir şiir anlayışıdır.” (Uludağ,2009:292) Mahallileşme hareketi Divan şiirinde daha çok karşılığını göremediğimiz şeklinde; gündelik hayatın şiire yansıması, gündelik dilin şiire girmesi, gerçek mekânların, gerçek şahısların, şiire girmesidir. Temsilcilerinden Nedim “XVIII. Yüzyılın başlangıcında Nedim gözlerini kitaptan hayata çevirmek, yaşadığı alemin zevklerini ve heyecanlarını şiir haline getirmekle bu isteğe taze bir ruh kattı. Oldukça sade bir dille yazdığı şarkılarla bu isteği canlandırdı. Hatta bir şarkısında heceyi de denedi. Ve böylelikle ağır ve asık bir yüz taşıyan edebiyata şen ve neşeli bir hayat yolu açtı.” (Levend,1960:77) Bu hususlar Nedim’in şiirlerinde bulunmaktadır. Mahallileşme Divan şiiri için önemli bir kırılma teşkil eder. Dilde sadeleşme bakımından oldukça önemli rolü vardır.

     

       Modern Türkçe (Sadeleşme Evreleri):

           Sadeleşme hareketinde en önemli rol alan dönem Tanzimat dönemi diyebiliriz. Tanzimat “Devlet işlerinde bozulan düzeni yeniden kurmak istediğinden, fikir hayatında da Batı’ya dönmek ve yeni uygarlığın gidişine ayak uydurmak ihtiyacından doğmuş bir harekettir.” (Levend,1960:80) Bu dönemde yazı dili ile ilgili adımlar atılmış ve bir bilim kurulu olan Encümen-i Daniş adında bir topluluk oluşturulmuştur. “Yazı dilinde sadeleşme yolunda ilk teşebbüse girişen Reşid Paşa’dır. Reşid Paşa maarif’in halk arasında kolayca yayılabilmesi için, fenne ve sanata ait kitapların, herkesin anlayabileceği bir dille yazılması gereği üzerinde durmuştur.” (Levend.1960:81) Tanzimat döneminde dilin yenileşme de en büyük katkısı gazetedir; gazete hem halka dil konusunda sadeleşme mevzularını açıklamakta bir araç hem de dilde sadeleşme mevzusu detaylı bir şekilde bu haber kaynağından çıkmaktadır. Zaten yeni Türk edebiyatını başlatan bu “gazete” hususudur. “Türk dilinin sadeleşmesi işinde gazete ve dergilerin hizmeti çok büyük olmuştur. Gazetelerin halk tarafından okunması ve ileri sürülen fikirlerin kolayca yayılabilmesi, yazılarda herkesin anlayacağı sade bir dil kullanmakla mümkün olabilirdi.” (Levend,1960:82) Dilin dönüşümünü sağlayan bu gazetecilik; öncesinde dil şiire yatkın olan bir durumdayken sonrasında nesir türlerine girerek halk ağzının dili ve sadeliğini yansıtmaya başlamıştır. Baktığımız zaman Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi dil mevzusunda sadeleşme olarak gözükse de asıl temel bakış açısı bu gazetecilik unsurudur. Tanzimatta bunu kıran en büyük göstergedir gazete; bir nesir dili olarak ortaya çıkmasıdır. Yani belli bir sonuca odaklanan yazılar, belli bir haber verme amacı güden yazılardır. Buradaki asıl mesele “dili” aktarım aracı olarak kullanmalarıdır. Tanzimat aydınları da toplumsal modernleşmeyle hareket ederek bu türden bir yolu izlemişlerdir. Aydınlarda dili başlı başına bir araç olarak kullanmak gayesinde toplumu modernleşmeye çabalamışlardır. Şinasi’nin Durub-i Emsal-i Osmaniye adlı eseri bu bakımdan çok önemlidir. Çünkü halk arasında atasözlerinin derlenmesi açısından toplumun dilini dikkate alma, yerel dili ön plana çıkarma bağlamında önemlidir. Yine Şinasi’nin Agâh Efendi ile beraber çıkarmış olduğu Tercümanı Ahval gazetesinin ilk sayılarında herkesin anlayacağı bir dilden bahsedilir: “Ta’rife hacet olmadığı üzre, kelam, ifade-i meram etmeğe mahsus bir mevhibe-i kudret olduğu misillü, en güzel icad-ı akl-ı insani olan kitabet dahi, kalemle tasvir-i kelam eylemek fenniden ibarettir. Bu i’tibar-ı hakikata mebni, giderek, umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebe de iş bu gazeteye kaleme almak mültezem olduğu dahi, makam münasebetiyle şimdiden ihtar olunur.” (Levend,1960:83) Bu alıntıda görülmektedir ki Şinasi halka onların anlayacağı sade bir dil sunmak için hizmete giriştiğini göstermektedir. Bunun yanında Namık Kemal'in Tasviri Efkâr da çıkarmış olduğu “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir” adlı makalesi Osmanlı edebiyatını eleştiren bir makaledir. “Dildeki gelişmişliğin medeniyet sahasındaki tesiri de etkilediğini söyleyen yazar, diğer Türk topluluklarla da iletişimin edebiyat sahasındaki irtibat yokluğundan şikâyet eder. Buharalı bir Türk'ün, İstanbul'da bir Fransız kadar anlaşılamayacağını düşünür. Bu durum Türkçe'nin edebiyat sahasına yeterince tesir edememesinden kaynaklanmaktadır. Var olan eserlerin manadan ziyade san'at kaygısıyla yazılması, onları ışığı sönmüş kandiller haline getirmektedir. Hâlbuki san'at ve mana bir araya gelse hem bedene hem de ruha hitap ederek etrafı aydınlatacaktır. Makalede Kemal'in yakındığı meselelerden birisi de halkın başka, yazarların başka dil kullanmasıdır. Bu hali, utanılacak bir durum olarak niteler. Dilde karışıklık oluşturan bu durum, basın hayatına da yansımaktadır.” (Aydın, 2018:155) Yani dil hakkında bazı temel unsurlar; yazı da şekilden çok muhtevaya önem vermek. Arapça ve Farsçadan alınan kelimelerin yazılışlarıyla telaffuzları arasındaki farklar ve bu tür kelimelerin Türkçe de okunduğu gibi yazılması. Eski edebiyatı bütünüyle reddeden ve Avrupa modeline uygun yeni bir edebiyatın yaratılması gerektiğinin düşünceleridir. Ali Suavi’nin de çıkarmış olduğu Muhbir gazetesinde aynı şekilde gündelik konuşma dilini savunan bir yapı ortaya koyar. “Tanzimat’tan sonra Avrupa ile fikir temasının artması, çevirilerin çoğalması, sosyal meselelerin gazete ve dergi sütunlarında yer alması, birçok yeni kavramların fikir hayatımıza girmesine yol açmış, bu kavramlara Türkçe karşılık bulmak ihtiyacını doğurmuştur. Ali Suavi, Muhbir gazetesinin ilk sayısında, yeni terimleri tarif etmek üzere hazırladığı Ta'rifat adlı risaleyi tefrikaya başlıyor.” (Levend, 1960:102) Dolayısıyla Muhbir gazetesinde de Türkçeleşme çabaları dilde sadeleşme durumuna katkı sağlar ve alt taban oluşturur. Ahmet Vefik Paşa’nın Lehce-i Osmani’si sözlük bakımından önem teşkil etmektedir. Birinci ciltte Arapça-Farsça kelimeler, ikinci cildinde ise Türkçe kelimeler vardır. “Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmaniye döneminin diğer sözlüklerinden farklı olarak Arapça ve Farsça kelimelerden başka Türkçe kelimeleri de alması kendisinin dil konusundaki söz konusu hassasiyetine işaret etmektedir. Denilebilir ki Ahmet Vefik Paşa Lehçesine Türkçe sözlükleri de alarak Osmanlı’nın lisan denizine gark olmuş Türkçe kelimelerin çokluğunu ve bunların ehemmiyetini göstermeye çalışmıştır.” (Vural, 2011:8) Bu dönemde çeşitli gramer kitapları vardır. Ahmet Vefik Paşa bu dönemin Tanzimat dil çalışmalarını gösterir. Yani Tanzimatla birlikte dilin sadeleşmesi bu devreye girer. Bu sadeleşme bağlamında da çeşitli dil çalışmaları, gramer çalışmaları, gazeteyle birlikte dilin bir probleme dönüşmesi, sadeleşmenin bir temel amaca dönüşmesi bu dönemde gerçekleşir.

     

      Servet-i Fünun dönemine geldiğimizde ise dil üzerindeki kaygılar geriye dönülmüştür; Tanzimatta devam eden bir sadeleşmenin, yeni bir edebiyatın oluşumuna karşı Servet-i Fünuncular eski edebiyatın dilini savunan ve Fransız edebiyatına özenen, daha çok dili süslü ve ağır, sadeleşmeden uzak bir neticede yazarlardı. “Gerçekten, dil bakımından yapılan itirazların yerinde olduğuna şüphe yoktur. Yazı dili Şinasi’den başlayarak gittikçe sadeliğe yüz tutmuş ve tabiî bir yolda gelişmeğe başlamıştı. Edebiyat dili, şimdi tekrar bu defa başka bir yolda derin bir uçurumla konuşma dilinden ayrılmış oluyordu. Bu, dilde bir gerilemeydi. Serveti fünuncular, bu süslü ve özentili dille, fikirde ve teknikte sağladıkları üstünlüğe bir şey katmış olmuyorlardı. Tersine olarak bu ağır dil, onların en zayıf tarafıydı.” (Levend,1960:195) Servetifünun, Fransız edebiyatının etkisi altında yeni bir edebiyat yaratmak gayretine düşen gençlerin organı olmuştu.” (Levend,1960:195) Tanzimatçılar dili bir aktarma aracı olarak görürken Servet-i Fünuncular ise bir üslup aracı olarak görüp, kullanmaktaydılar. Bunu yaparken yaşayan, güncel dil yerine sözlüklerden bir takım sözcükler almışlardır; yani bilinçli olarak yabancı kelimelere, yabancı dile dönmeyi hedeflemişlerdir. Bazı dilin terimlerini doğrudan doğruya almışlardır; Arapça-Farsça kelimelerden tamlamalar yapıp ve bu tamlamalardan yeni sıfatlar kurmaya çalışmışlardır. Dilde sadeleşme fikri Tanzimatta yaygın hale geldiğinden dolayı Servet-i Fünuncular’ın bu yaptığı o döneme göre farklı gelmektedir. Dilde sadeleşme ile ilgili olarak burada “Dekadanlar” tartışması vardır. Ahmet Mithat Servet-i Fünuncular’ın bu dil yapılarından dolayı dekadanlıkla suçlamıştır ve onların kullnadığı ağır, süslü dili eleştirmiştir. Tenkit bakımından önemli bir mevzudur. “Ahmed Mitat’ın, Sabah gazetesinde çıkan Dekadanlar başlıklı yazısı, yeni bir dedikoduya yol açmış oldu. Edebiyat-ı cedide’yi hele onun dilini kınayanlar, bu yazıdan cesaret alarak hücumlarını arttırdılar. Ahmed Rasim Malûmat dergisinde çıkan Tekâmül-i terakki başlıklı yazısında Süleyman Nesib’e hitap ederek şunları söylüyor: Garib! Biraz da siz düşünün. Ben ‘‘'sâât-ı semen-fam’ın ne olduğunu anlayamazsam kim anlayacak? Hatta Cenap Bey size şerhetmeseydi siz nasıl anlayabilirdiniz? Bu ciheti bırakalım. Bir kere lisanı umumiyet nokta-i nazarından beraberce düşünelim. Acaba yeni fikir, yeni his, yeni hayal kelimattan mı ibarettir ki teksir-i istiare ve mecaza riayetle böyle müşevveşü’l fikir olarak ve İfade edilecek hissi boğarak bir acibe-i hayaliyenin doğduğuna sevinelim. (Levend, 1960:211) Bu dönemde “İkdam” gazetesi bu tartışma içerisinde saf, öz Türkçe hareketini başlatmıştır. “Necib Âsim, ikdam gazetesine yazdığı yazıda Ahmed Mithat’ın fikrini destekliyerek, ‘her nevi ifadede’ yabancı tamlamalardan vazgeçilmesini ileri sürüyor. Buradaki ‘her nevi ifade’ deyimi ile kastedilen anlam geniştir. Necib Asım ‘her nevi ifade’ deyimi ile bütün yazılarda kayıtsız şartsız sade dili istemiş oluyordu. Ona göre, muhtaç olduğumuz yeni kelimeler için dilimizin kaynaklarına doğru gitmek gerekti." (Levend, 1960:196) Fuat Raif Bey’de Arapça-Farsça yabancı dillerin kelimelerin Türkçe olarak söylemesini ve Türkçe kökenli kelimelerin olmasını söyler. Fesahatçılar ise bu düşüncenin karşıtı olan kişilerdir. Fesahatçılar Arapça- Farsça sözlüklerin orijinal şekillerinin sürdürülmesini gerektiğini söyler; Arapça olan bir kelimenin Türkçeleşmesine karşıdırlar. “Bir yandan dilde sadeleşmeye doğru başlayan hareket genişlerken, öte yandan da “fesahat” yarışı devam ediyor. Meselâ “sergi” gibi güzel bir kelime dururken “exposition” yerine “meşher” veya “ma’raz” kelimelerinden hangisinin alınması gerekeceği hakkında fikir yürütülüyor. Mektep dergisinin 1895 tarihli 95. sayısında “meşher” kelimesinin kullanılması üzerine, basılacak eserleri gözden geçirmeğe memur olan “Encümen-i teftiş ve muayene” âzasından bir zat işe karışmayı gerekli buluyor ve “meşher” kelimesinin yanlış olduğunu, Arapçada bunun yerine “ ma’raz” kullanılmakta olduğundan, Türkçede bu kelimenin kabulü gerekeceğini resmî bir dille bildiriyor.” (Levend, 1960:199) Yani fesahatçılarda dilde sadeleşme konusuna oldukça yabancıdır, hatta o kadar yabancıdır ki kendi dillerini yabancı zannedecek kadar.

     

      Meşrutiyet Dönemi: Meşrutiyet döneminde dilde sadeleşme olayı ilk olarak Türk Derneği ile yeniden ve ciddi bir izlenim ile oluşarak işleme girer. “İlk defa 1908’de Yeni gazete idare evinde toplanan Dernek kurucuları, 1909’da çıkarmağa başladıkları Türk Derneği dergisinin başında yayınladıkları ‘beyanname’ ile amaçlarını bildirdiler. Beyannamenin açıklamak istediği fikirler şöyle özetlenebilir: a) Osmanlı Türkçesi bütün Osmanlılar arasında konuşulan milli bir dil olacak ve bu dilleri ayrı fakat gönülleri ve duyguları bir olan bütün Osmanlıları aynı kutsal amaç etrafında toplayacaktır. b) Bu işi sağlamak için Türkçe öğrenimindeki güçlükler kaldırılacak ve bunun için de, Türk dilinin niteliğini meydana koymak üzere bu güne kadar geçirdiği değişme devirleri incelenecektir. Türk Derneği’nin amacı olması gereken ikinci fıkraya hiç diyecek yoktur. Netekim esas nizamnamenin ikinci maddesi şudur: Cem’iyyetin maksadı Türk diye anılan bütün kavimlerin mazi ve haldeki âsâr, ef'al, ahval ve muhitini öğrenmeğe ve öğretmeğe çalışmak, ya'ni TürklerHn, âsâr-ı attkasını, tarihini, lisanlarını, avam ve havas edebiyyatını, etnografya ve etnolocyasını, ahval-i ictimaiyye ve medeniyyet-i hâzıralarını, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırup taraştırup ortaya çıkararak bütün dünyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin açık, sade, güzel, ilim lisanı olabilecek surette geniş ve medeniyyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak, imlâsını ona göre tedkik etmektir.” (Levend, 1960:300/301) Türk Derneği bu bakımdan sadeleşme mevzusunu Tanzimat’a göre çok daha ciddi bir şekilde ele almaya başlar. Türk Derneği ile dilde büyük açıklamalar ve yanılar duyulur yer yer illerde yapılan konuşmalar halkı bilinçlendirme açısından önemlidir. Bu dernekte dil ve folklor çalışmaların üstüne fazlasıyla durulmuş, çok sistemli olmamakla beraber gramer kuralları, yazım kuralları ile ilgili yazılara da yer verilmiştir. “Türk Derneği dergisi, Türkoloji alanında çalışmak isteyenlere merkez olmak ve dil konusu üzerinde yazılan yazıları topluca içinde bulundurmakla en büyük hizmeti yapmış oldu. Bu bakımdan Dernek, Türkiye de Türkoloji çalışmalarının, sistemli olmasa bile, dağınıklıktan topluluğa doğru giden önemli bir evresi sayılmalıdır.” (Levend, 1960:303)

     

     Yeni Lisan Hareketi: 1911 yılında Genç Kalemler dergisinde ortaya çıkan “Yeni Lisan” makaleleri ile damgasını vuran Ömer Seyfettin dilin sadeleşme mevzusunda çok büyük katkılar yapmıştır. Ömer Seyfettin gerçekçiliği ve edebi yeteneği “Bir yandan gerçekle karşı karşıya bulunmak ondaki milliyet duygularını kamçılarken, öte yandan da yabancı dilde okuduğu eserler onun ince zevkinin gelişmesine yol açmış ve onu eski edebî dilden bir tiksinme ile uzaklaştırmıştır. (Levend, 1960:317) Ömer Seyfettin’in en yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem ondan ve “yeni lisan” hareketinden şu satırlarla bahsediyor: “Türkçeye Türk sarfı hakim olmalıdır” iddiasının mücahid ve müdafi idi. (Levend, 1960:317) Bu hareket aynı zamanda Milli Edebiyatın da ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Yeni Lisan makalesinin dil ile ilgili olan temel şartları ortaya koymuş olduğu makale Ömer Seyfettin tarafından kaleme alındığı bilinir. Yeni Lisan makalelerinin ilk on birinde yazar olarak herhangi bir kişinin adı bulunmamaktadır. Genç Kalemler “Tahrir Heyeti” şeklinde imzalanmış olması bunun bir ortak düşünce olduğunu göstermektedir. Bu dil üzerine yazılan metinler sadece dil değil aynı zamanda yeni bir edebiyat anlayışını da ortaya koymuştur. Ömer Seyfettin edebiyatın malzemesinin dil olduğunun farkındadır. Dolayısıyla o milli bir edebiyat yaratmak için “Milli bir dile” ulaşılması gerektiğinin düşüncesindedir. “"Yeni Lisan" makaleleri bugüne kadar her zaman değilse bile çoğunlukla "münhasıran Türkçenin sadeleştirilmesini konu edinen metinler" gibi algılana gelmiştir. Bunda pek makalelerin başlığının yaptığı çağrışım, hem de makaleleri kaleme alanların konuyu "dil" malzemesi üzerinden değerlendirmelerine etkili olmuştur. Elbette "Yeni Lisan" makaleleri "dil"le ilgili çok önemli yeni açılımlar getirmiştir. Hatta XX. yüzyıl Türkçesinin "Yeni Lisan" makaleleriyle atılan temeller üzerine inşa edildiği herkesin bildiği bir gerçektir. Ama bu durum, "Yeni Lisan" makalelerinin yalnızca "dil" konusundaki düşüncelerin dile getirildiği bir metin olduğu anlamına gelmez. Bu metinlerin edebiyata yönelik boyutları da vardır ve bunlar zaman zaman ifade edilmiştir." (Bozdoğan, 2007:253) Bu nedenle dil üzerindeki anlayışlarını ortaya çıkartarak aslında dil üzerinde söyledikleri onların edebiyat görüşlerini ifade etmektedir. Bu makale sonrasında Milli Edebiyat ve dilde sadeleşmenin işlev kazandığını söylemek mümkündür. “Milli edebiyatın bir edebiyat akımı olduğu dikkate alınırsa bu akımın bildirgesinin veya diğer bir ifadeye manifestosunun bulunup bulunmadığı sorusu gündeme gelir. Gerçi sanat, bu arada edebiyat akımlarının tamamının bir bildirgeye sahip olmadıkları bilinmektedir; ama bu istisnai bir durumdur ve edebiyat akımlarının tamamına yakını, o akımın ilkelerinin ortaya konduğu bir ya da ·birkaç bildirge metnine sahiptir. Bu durumda milli edebiyatın da bildirge niteliği taşıyan bir ya da birkaç metnine sahip olması gerektiği söylenebilir. Yeni Lisan makalelerinin "münhasıran milli edebiyat akımının bildirgesi olduğu" gibi çok iddialı bir bakış açısı sergilenmeden, bu metinlerin milli edebiyatın ilkelerini ortaya koyan metinler; yani bildirge metinleri olarak da okunabileceği düşüncesi dillendirilecek ve birinci "Yeni Lisan" makalesi bu bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılacaktır.” (Bozdoğan, 2007:252) Makale temel olarak dört temel üzerine kurulmuştur, bunlar:

     

    1. Durum tespiti
    2. Yapılması ve yapılmaması gerekenler
    3. Gerekli olanların nasıl yapılacağı
    4. Gerekenleri kimin ve niçin yapacağı

      “Ömer Seyfettin bu makalede önce durum tespiti yapmış, arkasından yapılması ve yapılmaması gerekenleri sıralamış, sonra da gerekli olanların nasıl yapılacağıyla bunların kimler tarafından niçin yapılacağını anlatmış. Gerçi büyük oranda bu şekli düzenlemeye uyulmaya çalışılmış; ama söz konusu fikirler makale içinde belirgin şekilde olmasa bile dağınık biçimde verilmiştir. Örneğin baş tarafta durum tespitiyle ilgili değerlendirmeler yapıldıktan sonra "Tasfiye" başlığı altında, yapılması gerekenler anlatılır; ardından da "Nasıl" başlığı altında bunların hangi yolla yapılacağı üzerinde durulur. Ama daha sonra gelen "Milliyete Doğru" başlığı altında cümlesi ile yapılması gerekenler bahsine geri dönülmüş olur. Makalede bu tarz ufak tefek şekil düzensizlik ile karşılaşmak mümkündür; ama bu durum, yazının insicamını bozacak düzeyde değildir.” (Bozdoğan, 2007:257)

     

     

     Cumhuriyet Dönemi: Cumhuriyet dönemi yeni lisan hareketine uygun bir şekilde devam eder. O döneme doğru Cenap Şehabettin ile Süleyman Nazif yeni lisan hareketlerinin hücumları olmuş lakin netice alamamıştır ve 1920’lere yeni lisan hareketinin zaferi ile geçilmiştir. Sadeleşme yerli ve milli bir duruma dönüşmüştür. Örnekle milli mücadele edebiyatı bu dili artık kullanacaktır. Biz bugün Peyami Safa, Halide Edip, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi, Refik Halit gibi isimler bugün Türk edebiyatında klasik Türk romanı dediğimizde aklımıza gelecek ilkisimlerdir. Bu yazarların bu eserleri yüzyıl kadar eski olmasına rağmen biz bu eserleri anlıyoruz; tutup da Tanzimat dönemi Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem gibi yazarların dilini anlamak daha zordur. İşte yeni lisan hareketi böyle bir harekettir; Dili daha sade bir Türkçe haline getirmektedir. Bu dönemde artık sadeleşme yerli duruma gelmektedir. Yahya Kemal Paris’ten Fransız şiirini sindirerek dönüp Meşrutiyet yıllarında yeni bir şiir dili arayan yazar “Beyaz Türkçe” dediği bu yeni şiir dilinde sade Türkçeyi en mükemmel şekilde işleyip aktarmıştır. Meşrutiyetten sonra Türkçenin sadeleşmesi bir döneme evirilmiştir. Türkçe kelime olarak dermeler vs. yapılarak; “Derleme, anket ve tarama çalışmalarının sonunda elde edilen kelimeler "Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları-Tarama Dergisi" adıyla parça parça yayımlıyordu. 1934'te Tarama Dergisinin birinci cildi tamamlanmıştı ve burada 8.000 kadar eski söze 25.000 karşılık verilmişti. Söz gelişi hasta sözünün karşısında ağrık, ağruk, avruk, avrulu, avrulu, avruv, çirli, çorlu, çokel, çôrü, enez, erçel, ışok, iğcil, iğdir, iğli. iğliğ, ihlez, kesel, kesikli, ııaçak, sağlıksız, sağsı; sayrı. savru, sergi, sökeI, sôkelcil, şeklinde tam 36 karşılık vardı. Atatürk bazı konuşmalarını tanımı Dergisinden alınmış bu tür sözlerle yapıyordu. Başbakan İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan gibi devlet adamları da bazen bu kelimelerle nutuk söylüyorlardı. Yazarlardan da bu kelimeleri kullanmaları isteniyordu. " (Ercilasun, 2004:19) Artık bu anlamda sade bir Edebiyat diline dönmüştür. Cumhuriyet sonrasında da aynı etki devam etmektedir. Ancak hukuk da veya terimlerde resmi yazışmalarda Osmanlı Türkçesinden kalan alışkanlıklar sürdürülmüştür. Dolasıyla bunun da aslında düzenlenmesi gerekiyor ve bu noktada ilk etapta Mustafa Kemal’in de bakış açısı sadeleşmekten çok tavsiyecilik yönündeydi. Aslında Harf İnkılabında da temeli biraz budur. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Yabancı sözcüklerin boyunduruk
    diye nitelendirilmesi veya bu yabancı sözcüklerden kurtarmayı dilin istiklali olarak görmüştür. Atatürk’ün bu konuyu milli mesele haline alması milliyetçilik fikrinin gerekliliğini yansıtmaktadır. Harf İnkılabı 1928 de gerçekleşir. Bu harf inkılabının gerçekleşme süreci de tartışma yaratan bir vakadır. Kısacası ani gerçekleşen bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Burada Harf İnkılabı Tanzimat ve hatta ondan önce bile gelen bir durum, harflerin değişmesiyle ilgili Bir takım fikirler vardı ancak o dönem uygulama sahası bulunmuyordu. Bu durum 1928 de ani bir kırılma ile gerçekleşmektedir. O dönemde aydınlar böyle bi düzenlemeye gidilebilir diyor ama Abdullah Cevdet dahi bunun belli bir zaman dilimine yayılarak aşamalı gerçekleşmesinin gerektiğini savunuyor. Abdullah Cevdet dahi dememizin nedeni: Abdullah Cevdet, önemli meşrutiyet dönemi batıcı aydını ve batılılaşma meselesinde uç nokta da fikirleri olan adam aynı zamanda fikirlerine Cumhuriyet düşüncesini kuran bir adamdır. Abdullah Cevdet radikal batılılaşma taraftarıydı. Ancak bu radikallikte olan birisi dahi Harf İnkılabının daha aşamalı gerçekleşmesinin gerektiğini düşünmekteydi ancak o dönemde öyle olmamıştır. Bir akşam da yapılan düzenleme şeklinde basılan kitaplar olmuştur.

     

    KAYNAKLAR

    TEZCAN Nuran, (2010), “Seyyahın Kitabı Evliya Çelebi Üzerine Makaleler”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

    YILDIZER Emre, (2018), "Sebk-i Hindi Style and Naili" TurkBilim International Journal of Social Sciences, 2,1-10

    ULUDAĞ Erdoğan, (2009), "Dilde Sadeleşme ve Türk-i Basit Hakkında Düşünceler" Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 4, 292-329

    LEVEND Sırrı Agah, (1960) "Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri" Türk Dil Kurumu, Ankara

    AYDIN Muhammed, (2018), "Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir Makalesi Üzerine" Notlar, 10, 1-212

    BOZDOĞAN, Ahmet (2007), "Birinci Yeni Lisan Makalesini Milli Edebiyat Akımının Bildirgesi Olarak Okumak" C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2,251-266

    ERCİLASUN B. Ahmet, (2004), “Tarihi Akışı İçinde ve Cumhuriyet Döneminde Türk Dili”, Bal-tam Türklük Bilgisi, 1, 11-23

     

     


     

     

     

     

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.