Romantizm kök olarak “Romance” kelimesinden gelmektedir. Romance kelimesi Roma İmparatorluğun da halkın konuştuğu ve Latincenin bozulmuş hali olan konuşma dilidir. Romance zamanla, halkın ilgi duyduğu olağanüstülüklerle dolu, doğa güzelliklerinin anlatıldığı şiir ve nesir türü eserler’in bu niteliğini belirten sıfat olmuş ve söz konusu nitelikler için kullanılmaya başlanmıştır. Bu sebeple “romantik” kelimesinin ilk anlamı “eski şövalyelik romanlarını, saz şairleri çağını hatırlatan” kelimedir. Romantizm “Almanya’da klasisizme karşı uyanmış bir eğilimin Almanca deyimi olan ‘Die Romantik’ kelimesinden gelmektedir. Fransa’ya Mademe de Stael tarafından, on beş yıl sonra sokulan bu kelime 1800 sıralarında doğmaya başlayan yeni bir edebiyat hareketinin adı olmuştur” (Yetkin, 1967:29). Yani ilk önce Almanya da ortaya çıkmış, İngiltere de rağbet görmüş, Fransa da gelişmiş ve kuralları konulmuş bir akım haline gelmiştir. Romantizmin doğuşunda en önemli faktör Fransız İhtilalidir (1789). Bu sebeple klasisizm, nasıl mutlak monarşi döneminin eseri ise romantizm de tam olarak bunun zıt durumundaki hürriyet, eşitlik, demokrasi arzularının eseridir. “Klasik edebiyata göre akıl, her şeydi. Romantik edebiyatta ise duygunluk, bütün görüşleriyle her şey oldu.” (Yetkin, 1967:30) Fransız ihtilali; milletleşme olgusunun belirgin bir şekilde ortaya çıkması; dolayısıyla her toplumun kendi kimliği ve tarihine dönmesine fayda sağlayarak bu ortamda gerçekleşmesini sağlamıştır. “Fransız İhtilali bu mutlak monarşiyi yıktı. Kilisenin ve kralın hâkimiyeti sona erdi. Hürriyet ve eşitlik fikirleri efendi köle ilişkisine dayanan sistemi çökertti. Hürriyetçilikle birlikte ferdiyetçilik fikri de önem kazandı. Artık her insan bireydi. Halk bilinçlenmiş kendi kültürüne ve millî değerlerine yönelmişti” (Kara, 2010:79) Romantizmin büyümesinin nedenleri arasında okuyucu kitlesinin zamanla genişlemiş olma durumu da göz önüne alınmalıdır. Sanat ve Edebiyat daha geniş halk kitlelerine yönelmek, onların dili olmak durumdadır. Klasisizmin akılcılığına, kuralcılığına, katı akılcı duruşuna karşı bir edebi akımdır. Romantizm XVIII. Yüzyılda kelime anlamında bir kayma olduğundan dolayı “gerçek dışı, hayali, duygusal” anlamlarında kullanılmıştır; Umumiyetle insana şiirlerdeki ve romanlardaki manzaraları tahayyül ettiren yerlere denen bir akımdır. Romantik kelimesini ilk olarak Cenevreli filozof ve yazar olan Jean-Jacques Rousseau kullanmıştır. “Rousseau, sosyal hayatta itibarını kaybeden bir insanlığın düşkünlüklerini tabiat haline karşı koyarken, öncüsü bulunduğu romantizm ilk çağların saf tabiatında doğan, hünerin bozmadığı o içten eserlere dönüyordu.” (Yetkin, 1967:33) XIX. Yüzyıla gelindiğinde romantizm Avrupa’yı tesiri altına alan bir edebi akım haline gelmektedir ve bu dönem romantik akımla insan, “Tanrı merkezli evren anlayışından, insan merkezli evren anlayışına geçişi ifade eder. Değerlerin kaynağı ve ölçüsü olarak kabul edilen insan, duyguları ile ön plana çıkmalıdır.” (Şengül, 2010:535) Romantizm hiçbir kısıtlama, sınırlama ve kuralı kabul etmez; aksine ona kesin bir hürriyet vermektedir. Victor Hugo romantizmi: “Edebiyat olan Fransız İhtilalidir” der. (Yetkin, 1967:30) Edebiyattaki ferdiyetçi özgürlüğü vurgulamaktadır. Romantikler her şeyin şiire, sanata, romana girebilmesini söyler; şair özgürdür, kurallar ve ölçüler yoktur, hatta edebiyat türlerinin ayrımını bile reddetmektedir. Hüzün ve melankoli romantizm akımının temelidir. Bu melankoli ve hüznün temeli; insanın tutunduğu bütün sosyal, ahlaki, tarihi manevi değer ve kurumları, Fransız ihtilalinde bu manevi değerleri romantikler kendi elleriyle yıkmaları hüzün ve melankolik özlemeler, yaralar bırakmaktadır. Romantikler bu memnuniyetsizliğini “Kaçış Teması” üzerine yüklerler, çoğu zaman hayali yerlere, ıssız, kimsenin olmadığı yerlere yani bir nevi doğaya kaçmak isterler. “Lirizmin, şüphe ve melankolinin arkasından tabiatı düşünmemeğe imkân yoktur. Çünkü kötümserlik ve şüphe anlarında şairin sığınacağı tek yer odur. Rene ölmeyen sıkıntısını tabiatın kucağında avutur; Lamartine acısını dindirmek için ona koşar; Kara günlerin Hugo’su sükûnet ve tevekkülü tabiatın kollarında bulur. Tabiat, bütün romantikler için tükenmez bir ilham kaynağıdır.” (Yetkin, 1967:32) Romantizm ile birlikte tarihi romanın önem kazanmasının sebebi, söz konusu kaçış arzusunun da aranması gerekmektedir. Ölüm ve intihar bile romantikler için bir kurtuluş yolu olmuştur. Eserlerini “kutupluk” yani karşıtlık durum üzerine kurarlar; iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi zıtlıklar eserin kurgusunu oluşturmaktadır. Doğaya olan hasretleri ve ona verdikleri değer, anlam önemlidir. “Coşkun akışı üzerinde her şeyi, güzeli ve çirkini, biçimliyi ve biçimsizi, anlamlıyı anlamsızı birlikte sürükler götürür.” (Yetkin, 1967:35) Doğayı bir boş levha (tabu larasa) olarak değerlendirirler ve tabiata dönmek isterler. Doğa sanki dünya yeni yaratılmış ve romantikler de ilk görenlermiş gibi, yepyeni bir ilgiye yönelirler. Hayal gücünün yardımı ile doğanın gözle görünmeyen özünü, ruhunu yansıtmaya çalışırlar. Doğa onlar için, sükûnet, huzur ve saflıktır.
YETKİN, Suut Kemal, (1967), “Edebiyatta Akımlar”, İstanbul: Remzi Kitabevi.
KARA, Ömer Tuğrul, (2010), “Toplumsal Olayların Etkisiyle Gelişen Üç Büyük Akımın Türk ve Dünya Edebiyatında İzleri”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 73/96
ŞENGÜL, Mehmet Bakır, (2010) “Romanda Mekân Kavramı”, Uluslararası Sosyal Araştırma Dergisi, 3/11, 528-538
Yorum Bırakın