Sözlü Kompozisyon Teorisi

Sözlü Kompozisyon Teorisi
  • 4
    0
    0
    0
  • 20. Yüzyılda geliştirilen ve hala etkin bir şekilde halkbilimi alanında kullanılan bir kuramdan bahsedeceğiz. Bu kuramın adı sözlü kompozisyon teorisi. Bazı yerlerde sözlü formülsel teori ya da yalnızca sözlü teori olarak da geçer. Sözlü kompozisyon teorisi bağlam merkezli bir halkbilimi teorisi olduğu için yapısıyla, stiliyle daha çok icra kullanım bağlamının içindeki yapısıyla ilgileniyor. Dolayısıyla biz şu anda folklorik mahsullerin nasıl kompoze edildiği, nasıl oluştuğuyla alakalı bir teori üzerinde durmaktayız. Sözlü kompozisyon teorisini anlayabilmek için Homer Meselesi'ni bilmek gerekir. Homer meselesi 19. Yüzyılda ortaya çıkan iki grubun tartışmasından doğmuştur. İki grubun arasındaki tartışmalar şu meseleye dayanmaktadır. Homer'in oluşturmuş olduğu İlyada ve Odessa Antik Yunan çağından günümüze kalmış en önemli eserlerdir. Bu bahsedilen epik destanların Homer tarafindan mı yazıldığı yoksa Homer tarafından sözlü kültür ortamının içerisinde üretilip çağlar içinde başka aşıklarla başka ozanlarla günümüze kadar aktarıldığı mı meselesi tartışılır. Analistler Homer gibi bir sürü ozan olduğunu ve bu destanın sözlü kültür ortamında gelişerek oluştuğunu savunurlar. Yunitaristler ise bu destanın okuma yazma bilen bir ozan tarafından oluşturulduğunu tek bir Homer olduğunu savunurlar. 19. Yüzyıl boyunca yunitaristlerin görüşü hakim olmuştur ama bir süre sonra bu hipotez çürütülmüştür. Çünkü bu bahsedilen destan üretildiği zaman henüz Antik Yunan'ın yazıyı bilmediği ortaya çıkmış ve daha sonra da Homer'in kör ve sağır olduğu dolayısıyla bu bahsedilen destanı yazabilecek durumda olmadığı gibi bambaşka meselelerden de bahsedilmiştir. Bu bahsedilen iki tane kanıtla beraber bu destanın yazılı kültür olamayacağı anlaşılmış ve analistlerin görüşü daha ağır basmaya başlamıştır. Bu fikir gelişmeye başladıktan sonra İlyada ve Odessa'nın sözlü kültür özellikleri ortaya çıkartılmaya çalışılmış, araştırmalar derinleştirilmiş ve artık bu konuyla ilgili herhangi bir çekinceye mahal verilmeyecek kadar açık bir şekilde ortaya koyulmuştur. Yani Homer'in yaratmış olduğu İlyada ve Odessa bir sözlü kültür ürünüdür. Sözlü kültürün içerisinde üretilmiştir ve bu bahsedilen epik destan belki bir kişi tarafından yaratılmıştır ama günümüze gelene kadar farklı ozanlar tarafindan da terennüm edilmiş ve bugüne kadar yansımıştır. Burada artık sorulması gereken bir diğer asıl mesele Homer'in İlyada ve Odessa'sı gibi çok yüksek bir hacme sahip olan bu eserin çağlar içerisinde bozulmadan günümüze kadar nasıl geldiğidir. Yani sözlü kültür ortamı içerisinde üretilip aktarılmış olan bu destanı ozanlar nasıl unutmadan bozmadan aktarmışlardır veya da ne kadar bozulmuştur. On binlerce dizeye sahip olan bir eser oturup ezberlenip hiç bozulmadan başka bir ozana mı aktarılıyordu gibi sorular sorulmuştur. Cevaplarda ise böyle bir durumun mümkün olmadığıyla alakalı çıkarımlara varılmaya başlanmıştır. Daha sonra bununla alakalı araştırmalar yapılmış ve bu tarz soruların cevabı olarak da sözlü kompozisyon teorisi ortaya çıkmıştır. Bu soruları tartışan kişiler yalnızca yunitaristler, analistler ile sınırlı değildi. Bunların içinde Milman Parry de vardı. Parry de yüksek lisans tezinde yazılı kültür olduğunu savunurken doktora tezinde sözlü kültür sayıldığını savunmuş ve bunun nasıl aktarıldığıyla ilgili sorulara cevap bulmaya çalışmıştır. Bununla alakalı olarak doktora tezini şekillendirmeye çalışmıştır. Doktora danışmanının da etkisiyle Milman Parry artık Amerika'dan çıkıp Homer'in yaşamış olduğu kültür bağlamına benzer bir kültür bağlamına gidip saha araştırması yapması gerektiğini düşünmeye başlar. Bunu yaparsa canlı bir şekilde orada yaşayan ozanların epik destanlarını nasıl kompoze ettiklerini gözlemleyebilecek ve oradan yola çıkarak Homer'in İlyada ve Odessa'sını nasıl kompoze ettiği, nasıl aktardığıyla ilgili de bir teori oluşturabilecektir. İlk önce Türkistan ve civarındaki Türk boylarıyla epik destan geleneğiyle alakalı bir gözlem yapmak ister ama o dönemdeki Rusya ve Amerika arasındaki soğuk savaş gibi politik şartlar dolayısıyla bu bahsedilen sahada araştırma yapamaz. Sonuç olarak Yugoslavya'ya gider. Yugoslavya içerisinde de o dönemde Türkistan'da olduğu gibi hala epik destan geleneğinin canlı hir şekilde icra edilebildiği, aktarılabildiği bir ortam bulur. Milman Parry öğrencisi Albert b. Lord ile beraber Amerika'dan yola çıkıp Yugoslavya'ya gider. Yaklaşık 16 ay süren bir saha araştırması ve analizler yaparlar. Bu bahsedilen süre içerisinde çok sayıda destan derlerler. Bunları ses kayıt cihazlarıyla kaydederler ve bunların hepsi de birbirinden farklı değildir. Kimi zaman aynı destanı farklı farklı ozanlardan ve aşıklardan da dinlemişler, bazı destanları aynı ozanlardan farklı zaman dilimlerinde dinlemişler vs. Ve aynı ozandan farklı zaman dilimlerinde dinleseler bile destanın hiç bozulmadan aktarılmadığını fark etmişlerdir. Bu bahsedilen destanın içerisinde ozanın ustalığına bağlı olarak bazı farklılıkların ortaya çıkabildiğini görmüşlerdir. Hem aynı destan farklı ozanlardan dinlendiğinde farklı şekillerde icra edilmiş hem de aynı destan aynı ozandan farklı zaman dilimlerinde dinlendiğinde de farklılıklar ortaya çıkmıştır. Böylece epik destanın yaşatıcısı olan ozanların bu bahsedilen destanları ezberlemedikleri sonucuna varmışlardır. Otomot bir şekilde bunları zihinlerinin içerisine atıp icra zamanlarında bunu ezberden okumuyorlardır. Başka bir şey yapıyorlardır. Farklı yöntemlerle kompoze ediyorlardır. Aşıkları incelerlerken aşıkların bu bahsedilen epik destanı üretme geleneğini öğrenebilmeleri için üç aşamadan geçmeleri gerektiğini fark etmişlerdir. Bunların ilki dinleme ve özümseme ikinci aşaması uygulama son aşaması da eleştirel bir dinleyici önünde icradır. Gözlemledikleri saha araştırmasında araştırma nesnesi olarak gördükleri aşıkların ilk önce küçüklükten itibaren usta aşıkların yanında olduklarını aşık kahvehanelerinde, çeşitli eğlence ortamlarında usta aşıkları dinledikleri sürekli gözlemledikleri, onları taklit ettikleri dolayısıyla da bu bahsedilen epik destan geleneğini oluşturan unsurları zaman içerisinde özümsediklerini fark etmişlerdir. Aşıklar bu dinleme ve özümsemeden sonra yavaş yavaş öğrendiklerini uygulamaya başlamışlardır. Bu aşama da geçtikten sonra en sonunda bir aşığın kendisini aşık olarak ispat edebilmesi için o geleneği bilen eleştirel dinleyicilerin önünde icralar yapması gerekmektedir. Bunu da hallettikten sonra artık epik destan üretebilecek bir aşığa dönüştüğünü fark etmişlerdir. İşte bu dinleme ve özümseme aşamasında aşıkların sadece o bahsedilen destanın temasını, konusunu, ana fikrini değil o epik destanın nasıl icra edileceğiyle alakalı bütün yapısal özellikleri de dinledikleri ve özümsedikleri fark edilmiştir. Ne türden jest ve mimiklerle ne türden ritimler kullanarak kullanılan çalgı aletlerinin anlatıyla ilişkisi ne yönde, dizeler nasıl oluşturuluyor, tekrarlanan sözcükler neler, konular nasıl ilerliyor, kahramanlar nasıl övülüyor gibi. Yani aşıkların birebir ezberlemeden sadece belirli formülleri belirli temaları öğrendikleri ve bunları zihinlerinin bir köşesine atıp destan icra edilirken kullanmak üzere depoladıklarını fark etmişlerdir. Dolayısıyla benim her icram destanın bir yeniden üretimi olarak karşıma çıkmaktadır. Bu bahsedilen keşiften sonra şu sonuca varılmıştır. Aşık destanın içerisinde kullanabileceği anahtar sözcükleri, destanın içerisinde özellikle tekrarlar sırasında kullanacağı formülsel unsurları, destanın kahramanı, kahramanın başından geçen olaylar vs. gibi konu ve ana fikrini yani tematik unsurları öğrenir ve destanı icra etmeye başladığı zaman fikirlerle formülleri mantıklı ve yaratıcı bir şekilde iç içe geçirip icra eder ve böylelikle bu bahsedilen epik destan geleneklerini ortaya çıkarmış olur. Milman Parry öldükten sonra bu çalışmaları Albert b. Lord devam ettirmiştir ve Destanların Söyleyicisi adlı bir kitap yayınlamıştır. Kitabın içerisinde bu bahsedilen teori şekillenmeye başlar. Hocası çalışmaların ortasında öldüğü için öğrencisi bahsedilen çalışmalara devam edip bu kitabı ortaya çıkartmıştır. Kitabın formül kısmında tekrarlar, stok tekrarlar, destan klişeleri, sterotipik ibareler gibi bölümler yer almaktadır. Yani bunlar aşığın ezberlediği kısımlardır. Tema kısmından kasıt ise şudur. Örneğin Bağdat destanının ana teması bir konseyin toplanmasıdır. Yani burada anlatılmaya çalışılan şey Homer gibi epik destanların ezberlenmediği ozanların ezberlediği şeylerin özümseme, uygulama ve eleştirel bir dinleyici karşısında icra aşamalarından öğrenip uygulamış oldukları formülleri ve temaları yaratıcı bir şekilde bir araya getirip icra bağlamında o bahsedilen epik destan geleneklerini icra etmeleriyle ilgili bir çıkarıma ulaşmış olmaları ve bu kuramın adına da sözlü kompozisyon teorisi denmesidir. Özet mahiyetinde şunu söyleyebiliriz. Aşık, öğrendiği ve geliştirdiği formülleri ve temaları yeniden şekillendirmeyi, değişik şekillere sokarak söylemeyi hiç durdurmaz. Bu onun söylediklerini zenginleştirir ve onu sanatında mükemmelleştiren de budur. Duyduğu bir destanı söylemesi istenilen bir aşık onu kelime kelime tekrarlamaz, o destanı kendi seçimi olan kelimelerle yeniden inşa eder ve ona kendi mührünü vurur. Tabii bütün aşıklar bütün bu evreleri başarıyla tamamlayarak bu hale gelemez. Bu gelenekte "yaratıcı usta" noktasına gelemeyen, formüllere dayalı inşayı, tematik yapıyı yeterince bilmeyen ve yeterli hünere sahip olmadığı için bu işi yeterince estetik ve artistik bir şekilde oluşturamayan pek çok aşık vardır. Bununla alakalı şeyleri sözlü kompozisyon teorisi bağlamında çözümleyebiliriz. Dede Korkut da bizim İlyada ve Odessa'mız sayılır ve bununla ilgili de tartışmalar sürmüştür. Dede Korkut mu yazmış yoksa Dede Korkut tarafından icra edilip sözlü kültür içinde mi gelişmiş meselesi vardır. Orada da bununla alakalı güzel çözümlemeler görebilirsiniz.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.