Batı Türkçesinin Gelişim Evreleri

Batı Türkçesinin Gelişim Evreleri
  • 4
    0
    0
    0
  • Batı Türkçesi; Doğuda “Çağatayca”, Kuzeyde “Kıpçakca”, Batıda ise “Oğuz Türkçesi” olarak temsil edilen yaygın bir dildir; Orta Türkçenin Batıdaki temsili olmaktadır. Ses bakımından birbirine benzer ama ufak tefek harf değişiklikleri bulunan bir yazı dilidir.
    Mesela “Kelimenin başında bulunan “m” harflerini Suvarlarla, Oğuzlar, Kıpçaklar “b’ye çevirirler. Türkler “men bardum”, Suvarla, Kıpçaklar, Oğuzlar “ben bardum” derler… Oğuzlarla onlara yakın olanlar kelimedeki “t” harfini “d” harfine çevirirler. Türkler “deve”ye “tewey” bunlar “devey” derler…” (Ercilasun,1988:39) Batı Türkçesi 12. Asrın ikinci yarısı ile 13. Asrın ikinci yarısından itibaren metinleri günümüze kadar uzanan; 13. Yüzyıldan itibaren Anadolu’da, Azerbaycan’da gelişen yazı dilidir. Batı Türkçesi uzun gelişmeler içinde bugüne kadar iç ve dış yapısının gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil değişiklikleri olup, doğrudan Türkçe’nin olağan gelişmesi ile ilgilidir. Dış yapısı ile Batı Türkçesinde görülen çeşitli safhalar Türkçenin bünyesi ile ilgili olmayıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir. Yani, Batı Türkçesinde yabancı bazı unsurlar (ek, kök, gövde) vardır. Arapça ve Farsça kelimeler; Türklerin İslamiyeti kabul noktasında Türkçeye sokulan unsurlardır. Bu unsurlar bu yabancı diller Türkçeyi bulanıklaştırmıştır. Muharrem Ergin “Bu istila Batı Türkçesinde korkunç bir gelişme göstererek birkaç asır içinde Türkçeyi adeta tanınmaz bir hale getirmiştir.” der. (Ergin,2013:11) Arapça ve Farsça unsurlar Batı Türkçesinde 7 asır boyunca hep aynı olarak kalmamış, çeşitli safhalar göstermiştir. Bu nedenle Batı Türkçesi içerisinde hem Türkçe hem de yabancı unsurlar bakımından çeşitli dönemler vardır. 13. Asırdan itibaren günümüze kadar Batı Türkçesi iç ve dış gelişmeler, değişiklikler bakımından üç döneme ayrılır: 

    1. Eski Anadolu Türkçesi 

    2. Osmanlıca

    3. Türkiye Türkçesi

     

    Eski Anadolu Türkçesi: 13, 14 ve 15 asırlardaki Türkçedir. Kendi içerisinde 3 farklı devre tekabül eder; Selçuklu çağı Türkçesi, Beylikler çağı Türkçesi, Osmanlı Türkçesine geçiş dönemi. Selçuklu çağı dönemi 12. Yüzyıl sonu ile 13. Yüzyıl arasında ele alınır.
    Beylikler çağı 13. ve 15. Yüzyılı kapsar. Osmanlı Türkçesi dönemine geçiş ise 15. Yüzyılın ikinci yarısından sonra gelir, bu dönemde “Klasik Osmanlıca Türkçesi” ortaya çıkar. Eski Anadolu Türkçesi denilen dönem Oğuzların ilk yazı dilidir, burada daha çok Orta Asya Türk lehçeleriyle kurulacak bir ilişki söz konusudur. 11. Yüzyıla kadar Köktürk, Uygur, Karahanlı yazı dilleri olarak tek bir koldan gelişen Türk dili bu yüzyıldan sonra Türk boylarının coğrafi kültür değişimlerine bağlı olarak çeşitli yazı dillerine ayrılır. “Dili gösterdiği değişme ve gelişmeler içinde incelerken belli özelliklerin yoğunlaştığı ve dolayısıyla farklılaştığı noktalarda bir
    takım tasniflere gitmek ve böylece incelenebilirliğini kolaylaştırmak gerekmiştir. Dil tasniflerinde tarih ve coğrafyayla birlikte dilin kendine has ses ve yapı özellikleri de göz önünde bulundurulmaktadır. Tarihî bir tasnifte bugün Türkçe için en çok kabul gören adlandırma, abidelerle başlayan ve Uygur devresini de içine alan Eski Türkçe (ET) devrine aittir.” (Çoşar,2010:247) Bu yazı dilleri çoğunlukla Karahanlı Türkçesinden etkilenmektedir. Anadolu’ya göçeden Oğuzlar kendi konuşma şekilleri ile Orta Asyadaki edebi geleneklerini bir arada buluşturarak yeni bir yazı dili meydana getirirler. Burada ilk dönem oluşan Selçuklu dönemi oluşur. Özellikle Selçuklu Anadolu’da, Beylikler döneminde daha çok gelişme gösterir. Bu da Anadolu’da bir siyasi birliğin oluşmasına netice olur. İslamın yayılması, siyasi birliğin sağlanması, tasavvuf kültürünün etkisi, Beylikler döneminde Türkçenin olgunlaşmasını sağlamıştır. Osmanlı Türkçesine geçiş dönemin 14. Yüzyıla kadar ilk yazılı metinler meydana getiren Anadolu Oğuzcası, Osmanlı devletinin resmi dili olmasıyla önemlidir. Bu dil yavaş yavaş Klasik Osmanlı Türkçesini oluşturur. Azerbaycan sahası ile Anadolu sahasında çok yoğun bir dil ilişkisi vardır. Yani bu dönemde iki lehçenin birbirinden çok fazla ayrılmadığını görmekteyiz; hatta ortak bir dil olarak kullanıldığını söylemekte mümkündür. Misal “geleh-yapah” gibi iki lehçe arasında yüzlerce kelime ortaklığı, bu türden benzerliklere işaret etmektedir. 

    Bu devirler bir oluş, bir kuruluş bakımından çok önemlidirler. Batı Türkçesini Eski Türkçeye bağlayan birçok bağ bu devirde kendini fazlasıyla göstermektedir. Köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları olmasına rağmen birbirlerine çok benzer ek, kökler vardır.
    Eski Anadolu Türkçesi yabancı unsurlar bakımından Batı Türkçesinin en temiz dönemidir. Bu devirde Türkçeye Arapça-Farsça kelimeler girmesine rağmen ağır bir yabancılık yaşanmayıp, sadece yavaş yavaş artan yabancı kelimeler olmuştur. Ama 15. Yüzyılın ortalarında bu yabancı kelimeler Klasik Osmanlıca Türkçesini oluşturmaya ve yazı dillerinde kullanılmasına vesile olmuştur. Gittikçe artan yabancı kelime ve tertipler daha çok nazım dilinde görülür. Nazım dilinin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve vezin, şekil kesinlikleri yüzünden duruluk ve çok muhafaza edilmemiş ve Türkçedeki gelişmeler bakımından dönem daha bitmeden
    artan ve gittikçe daha fazla çoğalan yabancı unsurlar kendilerini belli etmeye başlamıştır. Muharrem Ergin Eski Anadolu Türkçesi ile ilgili: “Eski Anadolu Türkçesi Türkçe hususiyetleri bakımından devrini ancak Osmanlıcanın başlarında tamamlamıştır. Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçenin başlangıçtan bugüne kadar hep aynı kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır. Gerek nesirde, gerek şiirde Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaşılan unsurları yerli yerinde ve doğru cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı yerler dışında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza ederek Osmanlıca devrine girmiştir.” (Ergin,2013:17/18) Eski Anadolu Türkçesinde bazı eserler ise: Behçet’ül Hakayik > Dini ahlaki bir öğüt kitabıdır. Karışık dilli bir eserdir; “b-v” eki ikili şekilde de aynı anda kulanılmıştır. “birmek” ya da “virmek” kullanımları daha çok “b”li şekillerde tercih edilmiştir. Kitab-ı Ferais > İslam hukukunda miras dağılımını içeren bir kitaptır. Kıssa-i Yusuf > Yusuf Peygamber’in hayatını anlatan eserdir. Kıpçak Türkçesi ve Oğuz Türkçesiyle karışık olarak bu eserde kullanılmıştır. Karışık dilli eserdir. 

     

    Osmanlı Türkçesi: Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. Asrın sonlarından 20. Asrın başlarına kadar devam eden bir yazı dilidir. Osmanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi döneminden sonra gelen devirdir. Eski Anadolu Türkçesi hem eski unsurları hem de İslamiyet’in etkisi ile Arapça-Farsça olan dillerin unsurlarını da içinde barındıran bir yazı diliydi; yazım, imla gibi unsurlar o dile tamamen oturmamıştı. Osmanlı Türkçesi devrinde ise bu gibi problemler farklı bir aşamaya dönüşen bir yapı olacaktır. “Türkçe bakımından Osmanlıcada aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçesinden sonra günümüze kadar Türkçenin başlıca şekilleri hemen hemen hep aynı kalmıştır.” (Ergin,2013:18) Devlet’in yapısı, yönetimi, diğer devletlerle olan konum ve ilişkileri, gücü vb. gibi durumlar değişmektedir. Bu gibi değişiklikler, edebiyat ve dil’e yansıdığını da görmekteyiz. Yani Osmanlı beylikten çıkarak bir imparatorluğa dönüştüğü zaman, Osmanlı şiiri, Osmanlı edebiyatı kendi özünde bir yapı kurmaya çalışır. Eski Anadolu Türkçesinin Arapça-Farsça etkisi olsa bile, Osmanlı Türkçesinde daha bir özgü yapı oluşturulması söz konusudur. Bu dönemde Arapça bir medrese, eğitim dili olarak kullanılmıştır. Farsça ise daha çok şiirde ve sanatta kullanılmıştır. Bu iki dil arasında hem eğitim hem de sanat öğrenen kişi sayısı ve git gide artan nüfus çoğaldıkça “Osmanlı Türkçesi” ortaya çıkmıştır. Bu dönemde nesir ve şiir ayrımı vardır. Nesirdeki yazılarda dönemine göre “sadelik” gözükmektedir. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi yazarların o devre göre sade dil sürdürdükleri gözükmektedir. Şiirde ise bu yabancı kaynağın en önemli etkisi “Aruz Ölçüsü” olmuştur. Şiirlerde aruza uyma çabası görülür. “Osmanlı metinlerinin dilinin, anlaşılabilirlik açısından, sade, orta, süslü olarak değerlendirilip sınıflandırılması yaygın bir görüş olmakla birlikte (İz, Nesir, V-XVII), bu sınıflandırmada sade veya süslü olanı neyin belirlediğine dair bir işaret yoktur. Alıntı kelimelerin çokluğu, söz sanatlarının sıkça kullanılması veya cümle yapıları ayrı ayrı veya hepsi birden bu sınıflandırmanın ölçütlerinden olabilir. Süslü nesri oluşturan unsurlar arasında hemen daima zikredilen seci, esasen anlamı örten bir söz sanatı değildir. Secili bir metin pekâlâ orta nesir, hatta sade nesir grubunda değerlendirilebilir.” (Develi,2010:86) Arapça ve Farsçaya uygun bir ölçü birimidir. Şairlerin aruz ölçüsüne uymaları için Arapça-Farsça kelimeler seçtiği görülmektedir. Dolayısıyla sanat artık burada bir süsleme, aşırı estetik bir araca dönüşür. İletişim fonksiyonunu kaybeden şiir artık seçkin bir yapı haline gelir. Osmanlı Türkçesi 15.Yüzyılda İstanbul’un fethi içerisindeki bir dönemdir. Osmanlı Türkçesi asıl bu dönemde başlar. Yeni devletin sınırları oldukça genişlemiştir. Osmanlı devleti bir kurum, kurumlaşma sürecine girer. Medreseler kurulur, kitaplar yazılır, tercümeler yapılması vs. önceki yıllara göre daha fazla artmaktadır. 15. Yüzyılın önemli eserlerinden olan Süleyman Çelebi’nin “Mevlid” eseri vardır. Günümüze kadar ulaşmış olan bu eser Türk-İslam edebiyatının çok önemli metinlerinden bir tanesidir. Hem sade bir dil ile yazılmıştır hem de halk arasında fazlaca beğenilmiştir. Dini bir takım törenlerde kullanılır, okunur ve bu tür törenlerde ilahi eşliğinde okunan tek Türkçe metindir. “Tarih sahnesinde birçok muhtelif din mensubunun, din kurucuları ve büyükleri için çeşitli merasimler düzenledikleri ve bu merasimlerde muhtelif ayinî kutlamalar gerçekleştirerek kurbanlar adadıkları, ayrıca çeşitli türden ilâhîler söyledikleri bilinen bir gerçektir. Örneğin Hıristiyanlar, dinlerini tebliğ için görevlendirilen Hz. İsa’nın doğum gününe Milât adını verirler ve bugünü, çeşitli törenler eşliğinde büyük bir coşkuyla kutlarlar. Aynı şekilde Müslümanlarda İslâm Peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in doğum gününü büyük bir sevinç ve coşkuyla kutlarlar. Müslümanlar bu günde, gerek camilerde ve gerekse evlerde çeşitli törenler düzenleyerek kendilerine Allah’ın dinini tebliğ için gönderilen peygamberlerinin ruhunu şâd etme ve onu bir kez daha hayırla yâd etme amacıyla “Kur’ân-ı Kerim ve Mevlid” okurlar. İslâm dünyasında “Mevlid” okuma geleneği, yalnızca Hz. Muhammed (s.a.v.)’in doğumu münasebetiyle gerçekleştirilmeyip ayrıca nikâh, nişan, sünnet düğünü, ölüm ve kandil kutlamaları sırasında da icra edilir.” (Akdağ,2008:89) 15. Yüzyılda Arapça ve Farsça unsurlar artmaya devam etmektedir. 16. Yüzyılda ise Osmanlı devletinin hem ekonomik hem siyasi anlamda en parlak dönemidir diyebiliriz. Artık bir dünya imparatorluğudur ve sınırları oldukça genişlemiştir. Bu büyüme ile Osmanlı Türk-İslam kültürü merkezi haline gelmiştir. Bu durumdan kaynaklı çok önemli şairler yetişmeye başlar > Zati, Şey İslam, Yahya, Baki, Fuzuli, gibi şairler bu dönemde yetişir. Bu yüzyılda Arapça-Farsça unsurlar daha fazla artmaya başlar. Muharrem Ergin “16. Asrın sonları artık koyu Osmanlıcanın tam bir başlangıcı haline gelmiştir. Bu devre Osmanlıcanın ikinci devresi olup 16. Asrın sonu ile 17. ve 18. Asırları içine alır. Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçeye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça arasında Türkçe unsurlar adeta görünmez olmuştur.” (Ergin,2013:20) Bir yandan bu devirde “Türk-i Basit” diye bir tekke hareketi ortaya çıkmıştır. Bu durum Türk dil tarihinde önemli bir aşamadır. Yani Osmanlı da çıkan bu hareket ilk kez Türkçe de sadeleşme mevzusudur. "“Türkî basit” adı verilen bu manzumeleri aruz ölçüsüyle yazılmış olmakla birlikte, çok sade bir dille kaleme alınmıştır. İçinde hiçbir yabancı kelime yoktur. Bu hareketi divan diline karşı bir tepki sayabiliriz.” (Levend,1960:76) Bu sadeleşme bu dönemlerde maalesef bir yanıt alamamıştır. Bu dönemde artık dil şiirin kontrolüne girmektedir. Yani kelimelerin ve kavramların seçilirken anlamlarından ziyade ses özelliklerine bakılır; Aruz kalıbına uygunluk olup olması fazlaca dikkate alınmıştır. Dolayısıyla Türkçenin sadece eklerle, fiillerle var olduğu görülebilir. 17.Yüzyılda Osmanlının yavaş yavaş gerileme dönemine girmesi söz konusudur. Bu gerileme ekonomik, siyasi, askeri, sosyal gerilemedir. Celali isyanları Anadolu’da patlak vermiş ve devleti zor durumda bırakmıştır. Bunun karşısında Batı’nın Reform ve Rönesans hareketleriyle birlikte yeni bir dünya kurmaya başlaması “Doğu-Batı” karşıtlığını ortaya çıkarmaya başlar. Osmanlı sanatta ve şiirde dil yapısını korumuştur. Bu dönemde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi sade nesir örneğidir. Seyahatname Osmanlı’nın dili, tarihi, coğrafyası, edebiyatı ve sosyoloji vb. bakımından çok geniş kültür hazinesidir. Dil konusundaki sadeliği ile de çok önemlidir. “Seyahatnamenin yazımının yanı sıra kullandığı dilde standart nesir/yazı dilinden ayrılmaktadır. Evliya’nın Arapça kurallarla istediği gibi kelime türetmesi, Farsça ekleri Türkçe kelimelerle eklemesi şaşırtıcı olmuş, hatta onun ‘uydurmacılığı’nı pekiştiren bir ön yargıya yol açmıştır. Dildeki yazım kurallarının yanı sıra Arapça, Farsça gramer kurallarına karşı aldırışsız tutumunun, dilde var olan kelime oyununu alışkanlığa dönüştürüp dille  istediği gibi serbestçe oynamasının ve bunu tutarlı bir şekilde kullanarak bu tutumdan üslup oluşturmasının onun özgünlüğü olduğu söyleyebiliriz.” (Tezcan,2010:577) Bu bakımdan Seyahatname gezi yazısı olduğu kadarda sadeleşme eserinin ilk hareketidir diyebiliriz. 18.Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı devleti ekonomik, siyasi, askeri gerilemeleri daha fazla ve sık yaşamaktadır. Lale devrinin yaşandığı yüzyıldır. Matbaanın geldiği devirdir. Bu dönemde Sebk-i Hindi akımının varlığından söz edilir. “Hindistan’da, Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Sebk-i Hindi etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir şiir söylemişlerdir.” (Yıldızer,2018:2) Yani bu akım daha ağır ve yapay bir üslup kurmaya çalışan bir dil anlayışını benimsemiştir. Bu akıma karşı olan Mahallileşme akımı ise bu dönemde ortaya çıkmış ve gündelik hayatın şiire girmesi, mekânların ve gerçek şahısların şiire girmesini savunmuştur. Bu akımın en önemli, ileri gelen temsilcisi ise Nedim’dir. “XVIII. Yüzyılın başlangıcında Nedim gözlerini kitaptan hayata çevirmek, yaşadığı âlemin zevklerini ve heyecanlarını şiir haline getirmekle bu isteğe taze bir ruh kattı. Oldukça sade bir dille yazdığı şarkılarla bu isteği canlandırdı. Hatta bir şarkısında heceyi de denedi. Ve böylelikle ağır ve asık bir yüz taşıyan edebiyata şen ve neşeli bir hayat yolu açtı.” (Levend,1960:77) Bu hususlar Nedim’in şiirlerinde bulunmaktadır. Mahallileşme Divan şiiri için önemli bir kırılma teşkil eder. Dilde sadeleşme bakımından oldukça önemlidir. 19.Yüzyılda Osmanlı devleti maalesef son zamanlarını yaşamaya başlar. Sosyal, siyasi, askeri ve ekonomik zararlar fazlasıyla devleti yıpratmaktadır. “Bu uygarlığın en son merkezi olan Osmanlı İmparatorluğu da, XIX. yüzyıl başlarında çökmeğe yüz tutmuştu. İdare gevşemiş, ordu nizamını kaybetmiş, hazine boşalmış, içerde güvenlikten, dışarda itibardan eser kalmamıştı.” (Levend,1960:80) 19. Yüzyılın ortalarından 20. Yüzyıl başlarına kadar gelen, yani Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan dönemi kapsar. Bu dönemde kültürel değişim zorunlu hale gelinen bir dönemdir ve Batılılaşmayla birlikte 26 Ocak 1699 Karlofça anlaşmasıyla kaçınılmaz bir yapı haline girmeye başlamıştır. “Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sun’i bir koyuluk göstermekle beraber umumi olarak bir çözülme yoluna girmiş durumdadur.” (Ergin,2013:20)Bu neticede dilin 20.Asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçesine bırakır.

     

    Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugünde devam etmekte olan bu dönem 1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni dönemin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç dönemi mahiyetindedir. Osmanlıca henüz tamamen devreden çekilmiş değildir. Fakat tam anlamıyla son zamanlarını yaşamakta ve dil olarak çıkarak belirli olarak kişiler tarafından tutulmaya çalışılan hususi bir dil durumuna düşmüş bulunmaktadır. Tanzimat yenileşme hareketini ifade eder. “Tanzimat, devlet işlerinde bozulan düzeni yeniden kurmak isteğinden, fikir hayatında da Batıya dönmek ve yeni uygarlığın gidişine ayak uydurmak ihtiyacından doğmuş bir harekettir.” (Levend,1960:80) Bu dönem dilde Divan edebiyatına tepki aşırı bir şekilde artığı görülmektedir. Tanzimat döneminde dil ile sadeleşme meselesini “gazete” ile gerçekleştirmeyi amaçlar. “Türk dilinin sadeleşmesi işinde gazete ve dergilerin hizmeti çok büyük olmuştur. Gazetelerin halk tarafından okunması ve ileri sürülen fikirlerin kolayca yayılabilmesi, yazılarda herkesin anlayacağı sade bir dil kullanmakla mümkün olabilirdi. İlk büyük yazarların bu  yolda harcadığı emek, Türkçenin sadeleşmesine ve bir gazeteci dilinin meydana gelmesine yol açmış oldu.” (Levend,1960:80) Bu bakımdan artık bu dönemde sadeleşme başlar ve tamamen yeni bir devir yeni bir asır yeni bir cemaat oluşur. Muharrem Ergin bu son dönem ile ilgili “Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış son derece sun’i bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yakınlaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş ve sun’i Osmanlıca tarihe karışmıştır. Bu devirde son zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı şiirler yazıldığı da görülmektedir. Fakat ölü dille yazılmış olan bu birkaç şiir şüphesiz ancak tarihi birer hatıradan ibarettir.” (Ergin,2013:25/26)

     

    Kaynaklarımız:

    ERCİLASUN B. Ahmet, (1988), "Batı Türkçesi'nin Doğuşu", Uluslararası Türk Dili Kongresi, TDK:655, 39/45, 

    ERGİN Muharrem, (2013), "Türk Dil Bilgisi", İstanbul: Bayrak Basım

    ÇOŞAR M. Asiye, (2010), "Eski Anadolu Türkçesi Üzerinde Düşünce ve Yorumlar", International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Ankara: TURKEY, Volume 5/1 Winter, SS: 247/262

    DEVELİ Hayati, (2010), "Söze Boğulan Tarih: Osmanlı Tarih Yazıcılığının Dili", İstanbul: Turkuvaz Yayınları. 

    AKDAĞ Soner, (2008), "Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i Üzerine" A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 36, SS: 81/98.

    LEVEND Sırrı Agâh, (1960) "Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri" Türk Dil Kurumu, Ankara

    TEZCAN Nuran, (2010), “Seyyahın Kitabı Evliya Çelebi Üzerine Makaleler”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

    YILDIZER Emre, (2018), "Sebk-i Hindi Style and Naili", Türk Bilim International Journal of Social Sciences, Sayı: 2, SS: 1-10

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.