Fourier Ütopyasından Bohem Yaşamın İbadet Yerine: Chelsea Hotel

Fourier Ütopyasından Bohem Yaşamın İbadet Yerine: Chelsea Hotel
  • 3
    0
    0
    0
  • Kış ayları siyaset ve ideolojiler içindir. Daha sert bir hava ister, biraz karanlık ve biraz da yağmurlu olması mühimdir. Takdir edersiniz ki kış ayları boyunca yetecek kadar siyaset ve siyaset tarihi içerikli sayısız yazı mevcut ve yine takdir edersiniz ki yaz aylarının en sevimsizi sayılabilecek temmuz ayındayız. Korkunç derecelere yükselen sıcaklığın ve birazda etkisini hala atlatamadığımız seçimin sayesinde yüksek doz siyasetten kendimizi kaybetmememiz adına farklı bir konuyla çıkıyorum karşınıza. İçinde samimiyet, sanat, bolca sanatçı, biraz da hüzün barındıran bir binadan bahsetmek niyetindeyim. 1960’lar ve 70’lerin Amerikan sanatına biraz olsun ilginiz varsa kesinlikle kulağınıza çalınmış bir isim olacak bahsedeceğim binanın adı. Pek çok müzisyenin, şairin, ressamın ve heveslilerini barındıran Chelsea Otel şarkılara, kitaplara ve filmlere konu olmuştur. Nedir Chelsea Hotel’i bu kadar benzersiz kılan? Bir güruh tarafından lanetli olduğuna inanılan bu otelin diğerlerinden farkı neydi?

    Her ne kadar 60’lar ve 70’lerden bahsetmiş olsam da Chealsea Hotel’in tarihi bundan daha gerilere uzanıyor. Lüks bir otele dönüştürülmeden önce mimar Philip Hubert tarafından bir deney ve bir ütopya olarak tasarlandı otel. Hubert, Fransız filozof olan Charles Fourier’in sunduğu ütopyayı baz alıyordu Chelsea’yi yaratırken. Fourier kapitalizmi insanları engelleyen ve uyumsuzluk doğuran bir sistem olarak tanımlamıştı. Fransız filozof için uyum, insanların tutkularını özgürce yaşayabileceği ve değişik kişilik özellikleri ile kimliklerin takdir gördüğü bir toplumda bulunabilirdi. Komünde çalışmak gönüllülük esasına dayalı olmalıydı ve üretimin ortak olarak paylaşılmasıyla kimse yemek ve barınma problemi çekmezdi. Fourier için bu toplum Falanster ismini almıştı, Hubert için ise Chelsea.

    Hubert bunu Fourier-vari bir deney olarak sundu. New York’un en uzun binasının yapımı için çalışan herkese – inşaat işçisinden iç mimarına kadar- birer oda tahsis edildi. İşçilerin yanı sıra, sanatçılara da 15’ten fazla stüdyo ayrıldı. Ne yazık ki Hubert’in ütopyası Chelsea 1905 yılında bir finansal krize girerek iflas etti. Bu tarihten sonra da bir palas olarak hizmet vermeye başladı. Yine de bu değişim, binanın ruhunu pek etkilemişe benzemiyordu. Pek çok sanatçıyı çekmeye devam etti Chelsea Hotel. Sanatçılar kimi zaman kira yerine tablolarını sunuyorlardı, kimi zaman ise bedavaya yaşıyorlardı. Bohem yaşamın ibadet bölgesi olarak tabir edilebilirdi.

    Jackson Pollock, Dylan Thomas, Arthur Miller, Robert Mappletorpe, Patti Smith, Sid Vicious, Bob Dylan, Andy Warhol, Jack Kerouac, Edie Sedgwig ve daha nicesine ev sahipliği yaptı Chealsea. Patti Smith’in belki de ilk şarkı sözü denemesini yazdığı ve Robert Mappletorpe’un ilk fotoğraflarını çekmeye başladığı yerdi. Amerikalı yazar Arthur Miller’ın Marilyn Monroe ile boşanmasından sonra yerleştiği otel Düşüşten Sonra isimli eserini tamamladığı yer olacaktı. Miller’a göre otel Amerika’ya ait değildi, elektrikli süpürgeler olmadığı gibi kural ve utanç da yoktu. Ancak sanatın bu otelin kaderinde olduğunu belirtmek gerekir. Beatnik dönemin yazarlarından olan William Burroughs, Çıplak Şölen isimli kitabını yine Chelsea Hotel’de tamamladı. Beat kuşağına yakından tanıklık eden otel ile ilgili yorumu ise “Kim ne isterse yapmaya hakkı vardı, elbette otele yıkıcı bir zarar vermediği sürece.” olmuştu. Otel, benim de kişisel favorim olan, Leonard Cohen’in “Chelsea Hotel #2” isimli şarkısına bir nevi ilham kaynağı olmuştur. Tabii ki burada ilham olan şey otel mi yahut Janis Joplin mi tartışılır. Yine de otelin eşsiz ruhunun bu ikiliyi bir araya getirmiş olma olasılığına inanmayı yeğliyorum.

    Pek çok sanat mucizesine tanıklık ettiği gibi, pek çok talihsizliğin de mekânıydı Chelsea Hotel. Bir güruhun oteli lanetli olmakla itham etmesinin bir sebebi var. Tabii ki size haunted-places-to-go.com(gezilecekperiliyerler.com) isimli sitede olduğu gibi ürkütücü bir içerik sunamasam dahi sadece yaşanan olayları aktarmam yetecektir. Öncelikle uzun yıllar otelde yaşayan ve en üretken zamanlarını geçiren Dylan Thomas’ın 39 yaşında komaya girmesi ve takiben ölümü Chelsea’ye hem tarihi bir yapı olarak değer katıyor hem de Thomas’ın maneviyatı otele bir nevi can veriyordu. Ancak otelde yaşanan en trajik olarak Thomas’ın ölümü gösterilemez. İngiliz Punk grubunun solisti Sid Vicious ve sevgilisi Nancy Spungen arasındaki fırtınalı ilişkinin tanıklarındandı Chelsea, belki de son tanığı. Zira 100 numaralı odalarında Nancy Spungen, Vicious’a ait bir bıçakla ölü halde bulundu ve bu trajediden dört ay sonra da Vicious mahkemeye çıkartılamadan yüksek dozdan hayatını kaybetti.

    Tarihinde sanat ve ölüm bulunduran bu otel kent simgesi olarak kayda geçti. Bir ütopya olarak inşası tamamlanan Chelsea, bir otele dönüşse dahi nihai amacını yitirmemişti. Ne var ki her ütopya bir distopya olmaya mahkûmdur ve Chelsea Hotel’de bu argümandan payını almış gibi görünüyor.

    Kaynaklar:

    vanityfair.com/culture/2013/10/chelsea-hotel-oral-history

    theguardian.com/culture/gallery/2010/dec/19/10-best-chelsea-hotel-moments

    telegraph.co.uk/culture/music/rockandpopmusic/8705269/Chelsea-Hotel-death-of-the-worlds-most-rock-n-roll-hotel.html

    theculturetrip.com/north-america/usa/new-york/articles/the-literary-history-of-new-yorks-chelsea-hotel/

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.