Türk Mitolojisinde Ölüm

Türk Mitolojisinde Ölüm
  • 8
    0
    0
    1
  • Türk mitolojisinde ölüm

    Arkaik toplumlarda ölüm hadisesi her zaman için ruhlarla ilişkili görülmüş ve insanların ölüm hadisesine karşı birtakım tasavvurları gelişmiştir. Bu biraz da ruh fikrine ulaşılmasından sonra ölüm, doğum, evlilik gibi geçiş törenlerinin de farklı bir tezahür sergilemesiyle başlamıştır. İnsanlar genellikle uyku ve ölüm sırasında ruhların bedeni terk ettiğine inanırlar. Hemen hemen bütün arkaik toplumlarda bu tarz bir düşünce mevcuttur. Eski Türklerde de böyledir. Eski Türklerde ölümden sonra insan bedeninden ayrılan ruhun diğer dünyaya göç ettiğine inanılmaktadır. Çok eski çağlardan itibaren ölümle ilgili gelenekler, uygulamalar değişiklik göstermektedir. Kimi zaman coğrafi bölgelere göre kimi zaman iklimsel koşullara göre farklı usullerde icra edilen defin törenleri görülmektedir. Takip edilebildiği kadarıyla Hunlar, Göktürkler, Uygurlar gibi eski Türk topluluklarında arkeolojik bulgular sayesinde Türklerin diğer dünyaya, yani ölen insanın ruhunun farklı bir dünyaya göç ettiğine inandıkları bilinmektedir. Zaten eski Türk mezarlarına bakıldığında bu inancın kalıntıları görebilmek mümkündür. Kimi zaman kurgan denilen yüksek tabakadan kimseler için yapılmış mezar odalarına bakıldığında diğer dünyaya ait inançların tezahürlerine rastlanmaktadır. Çünkü insanların kıyafetleri, mücevheratları yahut hayvanlarıyla birlikte gömüldüklerine ve birtakım odalar şeklinde küçük bir ev yapıldığına şahit olunmaktadır. Türkler daha çok, savaşarak kahramanca ölmeyi dilerler. Mezar geleneklerine, defin törenlerine de bu tarz bir düşünce yansımıştır. Örneğin balbal denilen taşlar öldürdükleri düşmanları ifade eder. Bu bir başarı nişanesi olarak mezarın başına dikilmektedir. Ölüm fikri arkaik insanlarda daha farklı bir şekilde belirmektedir. Ölümün nasıl vuku bulduğuna dair çeşitli inançlar vardır. Bunlardan birincisi ruhun bedeni terk etmesidir. Hastalık sırasında da ruhun kötücül güçler tarafından ele geçirildiğine inanılmaktadır ve eğer bu ruh sonsuza kadar ele geçirilirse o zaman ölüm hadisesi meydana gelmektedir. Tanrılara karşı gelmek, yasak davranışlarda bulunmak da ölümün habercisi, esas sebeplerinden biri sayılmaktadır. Ruhun bedenden ayrılması farklı inançları da doğurmuştur. Eski Türklerde ruh bedenin farklı noktalarında bulunabilir. Bunlar kemik, kalp, kan, saçlar, tırnaklardır. Ruhun bedenin bu kısımlarında gizlendiğine inanılmaktadır. Bu yüzden insanların bazı uygulamalarında bunları özenli bir şekilde koruduklarına şahit olunmaktadır. Öteki dünyada da bu unsurlar vasıtasıyla ruhun yaşayacağından dolayı bu kısımlara zarar verilmemesi yani kötücül varlıkların eline geçmemesi gerekmektedir. Özellikle aristokrat sınıfa mensup kimselerin kanının dökülmemesi yasağı esas olarak buradan gelmektedir. Türkler üçlü bir dünya tasarımına sahiplerdir. Gökyüzünde aydınlık dünya ve en büyük tanrı Ülgen, yeraltında karanlık dünya ve Erlik, yeryüzünde ise insanların dünyası bulunmaktadır. Araştırmaların ilk evrelerinde ölülerin ruhlarının hangi evrene gideceği meçhuldür, boylara göre farklılık göstermektedir. Kimi boylar hastalanarak ölen insanların cehenneme yani yeraltına, Erlik’in bulunduğu mekana göç ettiklerini söylemektedir. Savaşarak ölenlerin yahut bir başkası tarafından öldürülmüş kimselerin ise Ülgen’in katına gittikleri söylenmektedir. Diğer yandan birtakım yasaklar da vardır. Örneğin intihar edenler, boğularak ölenler, sarhoş olarak ölenler kesinlikle Erlik’in hakim olduğu mekana yani cehenneme gitmektedir. Kimi araştırmacılar tarafından aydınlık-karanlık dünya / cennet-cehennem inancında, tek tanrılı dinlerin etkisi olduğu da söylenmektedir. Cennet ve cehennem kavramları için sonradan daha farklı terimler de kullanılmıştır. Örneğin tamu kelimesi cehennemi karşılamaktadır. Altay Türklerine göre insanların ruhlarını ele geçiren birtakım kötücül ruhlar bulunmaktadır. Bunlar yeryüzünde dolaşarak insanların ruhlarını ele geçirmek isterler. İnsan ruhlarını ele geçiren körmösler, kötücül ruhlar bunları yeraltına götürürler. Asya bölgesinde yaşayan insanların, Moğol, Türk ve diğer toplulukların düşüncesine göre bu dünyanın tam bir tersi olan diğer dünya bulunmaktadır. Bu dünyada nasıl ki tabiat, insanlar, hayvanlar, bitkiler, birtakım nesneler varsa aynı şekilde diğer bir dünya da bulunmakta fakat bunun tersine bir dünya olduğuna inanılmaktadır. Eliade, birçok Asya halkının öteki dünyayı bu dünyanın tersine dönmüş bir eşi olarak andıklarını belirtmektedir. Eliade, "bu tersine evren imgesi Türk toplulukları için de geçerli. Birçok yerde ölülere ilişkin törenlerin güneş battıktan sonra yapılmasının sebebi öbür dünyada gündüz olduğunun ve ölülerin yeni güne başladıklarının düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Çoğu yerde öbür dünya olarak tasarlanan yeraltı dünyasında ırmaklar ters yönde yani kaynaklarına doğru akar, ölüye sunulan şeyler mezarın üzerine ters çevrilerek bazen de kırılarak konur ki öteki dünyada düzgün ve kırılmamış olsun." Şeklinde anlatmaktadır. Mezarlara, kurganlara bakıldığında ters giydirilmiş elbiseler, kırılmış bardak-çanaklar, görülmektedir. Diğer dünyada düzgün olacağına inanılmaktadır. İnsanların da bu dünyada öldü ise diğer dünyada dirileceğine inanılmaktadır. Örneğin "Osmanlı cenaze alaylarında ölünün atlarının eyerlerinin ters vurulmuş olması belki de öteki dünyada düz olarak kullanabilmeleri içindi." Kimi kaynaklarda cariyelerin yahut eşlerinin bile diri diri yanlarına gömüldüğü geçmektedir. Statü bakımından yüksek mertebede bulunan kimsenin mezarı, tıpkı küçük bir sarayı andırmaktadır. Mezarın içerisinde birtakım odalar vardır. İçerisinde çok fazla eşya vardır. Mezarın içerisine konulanların diğer dünyada yine hükümdara hizmet edeceğine inanılmaktadır. Türklerin cesetleri nasıl gömdüğüyle ilgili birtakım tartışmalar bulunmaktadır. Türkler de bütün arkaik toplumlar gibi birçok metoda başvurmuşlardır. Örneğin ölüleri yakma hadisesi ilkel dönemlerden itibaren bütün topluluklarda görülen bir durumdur. Ateşin temizleyici özelliğinin olması, günahlarından arındırması inancından dolayı cesetleri yakıp küllerini ya muhafaza etmişler ya da kutsal bir mekana savurmuşlardır. Başka bir gelenek de cesetlerin bir ağaca asılarak etlerinden ayrılmasıdır. Ölüler kutsal bir ağaca asılırlar, kuşlar cesedin etlerini yer, artık tam manasıyla ortaya çıkan iskelet ise muhafaza edilir. Çünkü kemik kırılırsa diğer dünyada dirilemeyeceğine inanılmaktadır. Bu bir bakıma iklim koşullarının da getirdiği bir durumdur. Çok soğuk iklimlerde insanlar kış aylarında ölen kişileri gömmek için bahar aylarını beklemektedir. Kış uzun sürdüğü için, toprağı kazmak mümkün olmadığından durdukça ölülerin kokacak oluşundan, hastalık yayacak oluşundan ağaçlara asılarak sadece kemikleri muhafaza ettikleri de düşünülmektedir. Günümüzdeki gibi toprağa gömme adeti de bulunmaktadır. Kurganlar bu şekildedir. Özellikle Sibirya bölgesinde Türklere ait çok ünlü kurganlar vardır. Örneğin altın elbiseli adam kurganında çok önemli unsurlar keşfedilmiştir. Türkler ölen kimsenin ruhunun bu dünyayı hemen terk etmediğine inanırlar. Bunun belli bir süresi olduğuna inanılmaktadır. Ölen insanın ruhuna daha çok üzüt denmektedir. Üzütler diğer dünyaya intikal etmeden önce yanında aile üyeleri gibi bazı kimseleri de götürmek ister. Ölünün ruhunun diğer dünyaya kırk günden sonra göç ettiğine inanılmaktadır. Bu kırk gün içerisinde de birtakım törenler, merasimler, uygulamalar yapılır. Ölen kimsenin yanında bazı kimseleri de götürmemesi için dualar okunur, kurbanlar adanır, yemekler dağıtılır. Kırk gün olduktan sonra ölünün artık diğer dünyaya göç ettiğine inanılır ve artık tehlike, kriz vb. bitmiştir. Bu dünyada kalan kimseler de huzurlu bir şekilde hayatına devam edeceklerdir. Günümüzde bu geleneğin İslamileşmiş şekilleri de hâlâ sürmektedir. Toplumlar yeni bir dini benimserken eski dini kalıntıları, ögeleri yeni dinin içerisinde sürdürürler. Türk halk Müslümanlığı tabirinden kasıt da budur. Eski Türklerde mezarların içerisine mücevheratlar, birtakım eşyalar da konulduğundan çok büyük hükümdarların mezarları kötü niyetli kimselerin saldırısına maruz kalmasın diye kimi zaman bazı tedbirler alınmaktadır. Örneğin o mezara dağın bir tarafından gidildiyse yol izlerinin silinmesi için dönüşte dağın diğer tarafından gidilir. Başka bir örnek ise o defin törenine katılan herkesin öldürülmesidir. Böylece bu mezar artık sonsuza kadar bilinmez. Cengiz Han’ın mezarına katılan herkes öldürüldüğü için mezarı, hazineleri hâlâ bilinmez. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.